Umut olmazsa başarı da olmaz, dedi Kemal. Sayfa: 56

Celalettin: Güzel dersin Nazım Usta, bunlar çok güzel idealler kıymetli ozanım, fakat hayal şeyler. Değerli Şeyhim, sizin yaptıklarınız da öyle. Bu insan denen tür et yiyor et, beslediği canlıları, ki onların duyguları var, acıları var.. canlı canlı kesip ağzına atıyor, çiğniyor... Bu yaratık hiç komünist olur mu ey Ulum! Başınızı verdiniz de ne oldu?

1. Melek: Melek oldum işte, daha ne olacaktım!

Celalettin: Onu diyorum ben de işte. Burada da ağır iş, burada da ağır sorumluluk!

1. Melek: Doğru diyorsun hocam!

Kemal: Böyle ideallerin hayal olduklarına katılıyorum. Ama bir kez ağızdan çıkmışsa hayal olmaktan da çıkmaya başlıyorlar. Bir de o yönde çaba başlamışsa. Benim asıl önem verdiğim çabadır. İyi yönde çaba. Her şeyin esası iştir, laftan önce iş. (2. Meleğe döner Kemal) Mesela siz kıymetli hanımefendi, pek az laf yaptınız, ama çok kıymetli işler yaptınız. Sizi daima takdir etmişimdir.

2. Melek: Teşekkür ederim, bunu duymaktan çok mutlu oldum. Fakat şeyhimiz gibi ben de sizi sorgulama işini esasta tutmak zorundayım. Dağılırsak dağıtırız. Konuyu bir kanalda tutmaya çalışıyoruz, yoksa burada iki “melek” olarak bile tam anlaştığımız söylenemez.

Celalettin: Ben de tam bu hususa parmak basacaktım. Şeyhimiz insanlığa radikal müdahalelerden yana. Çünkü insanlığın topyekun bir yerden çok daha iyi yere geleceği kanaatinde. Bizlerse gerçekçiyiz Hanımefendi, onun ancak yönetilebileceğini biliyoruz. Az buçuk inkişafı da iyi yönetilmesiyle mümkün. Bizler o yüzden iyi yönetenlere destek çıkarız, olmadı, kendi başımıza bir şeyler yapmaya çalışırız. Ne kadar kurtarsak kârdır hesabı. Bizi o yüzden düzen içi görmüşlerdir, ama toplama baktığımızda kurtardıklarımız fazladır, mahvına sebep olduklarımız değil.

2. Melek: Kısmen haklısınız.

1. Melek: Ayıp oluyor ama meleğim. Sorguyu bıraktınız, yargılanan ben olmaya başladım. Hani sizin kuralcılığınız! Şahitlerle bir olup hakimi mi mahkum edeceksiniz! Hem siz Kemal’den yana mısınız, Celalettin’den yana mı? İkisi çok farklı.

Celalettin: O kadar da farklı değil, anlatamadım sanırım. Kemal beyin döneminde yaşasam en sıkı destekçisi olurdum. Size ise destek vermezdim, yalan yok, başarı ihtimali düşükse bir girişimin, kendi kellemi niye ortaya koyayım, başkalarının kellesine niye kumar oynayayım.     

Kemal: Bu konuda size katılıyorum. Başarıyı düşünmek her işte ön koşul olmalı. Başarı ihtimali çok düşükse girme o işe. Savaşta bile bu böyledir. Asker başaracağını hissetmeli, hayatta kalabileceğini hayal edebilmeli. Aksi takdirde kazanamazsın. Ben yeri geldi askerime ölüm emri verdim, ama yaşayabileceği umudunu, kazanacağımız umudunu da verdim. Ben zaten hiç karamsarlığa kapılmamışımdır.. tabii uzun süreli olarak.. demek istiyorum.

Karl: Görüldüğü gibi hiçbir konuda anlaşamıyoruz yine. Bir konuda bazılarınızla aynı yerde duruyoruz, başka konuda başkalarıyla. Yaşamın diyalektiği. Hiçbir şey ak ile karanın mücadelesi gibi görülmemeli. Değişik alanlarda koyu grilerle açık grilerin mücadelesi olarak algılanmalı.

2. Melek: Bana çattınız ama sayın şeyhim, herkesin ağzını açmasına öyle bir imkan verdiniz ki bizzat kendiniz, nasıl toparlayacaksınız, buyurun size bırakıyorum. 

1. Melek: Doğru. Haklısınız bu konuda. Nasıl toparlayacağız? Nasıl bir saflaşma oldu, onu mu çözmeli! Yoksa oturumu kısaca özetlesek mi? İyisi mi Fikri beyin görüşünü alalım onay veriyorsanız.

2. Melek: Peki ne yapalım, son kez konuşacaksa kabul. Sizi dinliyoruz Fikri bey.

T. Fikri: Marx'ın dediği önemli. Konu değiştikçe değişik saflaşmalara giriyoruz. Yani aklıyla hareket eden, bilgiyle hareket eden insan her somut durumda kendini ve ittifaklarını yeniden gözden geçirecek. Doğrusu bu. Baksanıza insanı çözümlemede Mevlana hazretlerine en yakınım, ama siyaseten arayışım, duruşum tamamen bunun zıddı, felsefenin birçok sahasında da onunla uyuşmam. Somut durumun somut saflaşmaları... Bu çok doğru mu, doğru. Ama bu büyük doğru çoğu zaman insana uymuyor. Demek ki tam gerçek değilmiş. İnsan hap gibi üç beş cümleden ibaret sloganlar, kalıplar istiyor. Başka türlü anlamıyor. Anlasa onun etrafında birleşemiyor. Çok basit olacak çerçeveniz. Sınırlı olacak mesaj. İşte onun için Türkiye'de kemikleşmiş beş sol akım var. Hepsi kendi içinde sorunu net çiziyor. Çok özet. Yanlış da olsa bu prim yapıyor.

O halde doğru için de aynı yöntemi kullanmak zorundayım. Net, kısa ve açık bir çerçeve çizmek zorundayım. Önümüzde iki yol kalıyor. Toplumun kurtuluşu için.

Birincisi Marx ustanın yolu. Temelli bir çözüm olarak ileri sürülüyor. Bu yolu benimseyecek kişi veya grup, emekçileri, işçileri her ne haldeyseler kazanmak, örgütlemek zorunda. Çoğunluğu olmasa bile hatırı sayılır bir bölümünü. Ya da yeni birilerinin dediği gibi tüketiciyi örgütleyecek. Üretim veya tüketim... Bütün perspektifi buna göre çizmeli, bunu engelleyen her şeyi atmalı. Bunu geciktirecek hiçbir işe el atmamalı, hiçbir söylemi benimsememeli. Böyle bir hareket göremiyorum. Olsa belki çözüm olur. Böyle bir şeyin başarılı olduğu şimdiye dek görülmedi, ama başarılırsa devrim sonrası için daha kalıcı olacağı öngörülebilir.

İkinci yol Mustafa Kemal'in yolu. Halkçı bir milliyetçilik. Devrim yapmış sosyalistlerin yolu da aynı kapıya çıkıyor. Söylem biraz farklı, yapılan çok benzer. Lenin'inki bile aynı kategoriden sayılabilir. Yani devletçi sosyalizm. Kısa vadeli taktikler, zamana uygun pratik araçlar... İşçi temelini fazla önemsemiyorsun, milli duygulardan, her şeyden yararlanıyorsun... Başarı şansı çok daha yüksek. Kalıcılık oranı çok düşük. Kalıcı başarısı için önerilen çok ciddi bir şey de yok. Yalnız milliyetçilik yolu seçilecekse, bir ülke içindeki öteki milliyetlerin de aynı yolu seçeceği bilinmeli. Öyle yağma yok, sen milliyetçi davranacaksın, öteki taraftan da itaat bekleyeceksin. Onlar da milliyetçilik yapacak. Bunu da çözmek mümkün, Mustafa Kemal kısa süreliğine çözmüş, Lenin, Tito daha uzun süreliğine çözmüş, hiçbiri kalıcı olmamış.

Ha bir de üçüncüsü. Mevlana gibilerin yolu. Bu sınırlı alanda başarılı olur, küçük bir kitleyi ruhen iyileştirme anlamında, ılımlılığı tüm topluma biraz yaymak anlamında. Onun etkisi de toplumsal anlamda sınırlı. Üstelik her karaktere gelmez.

Peki Sonuç?

T. Fikri

Facebook
Kemal, Karl ve Celalettin bugünü konuşuyor ...
yorumlar ... ( 4 )
20-06-2014
20-06-2014 14:36 (1)
Buradaki çözümlemeler hem okurken içine çektiğin temiz hava gibi pürüzsüz anlaşılan, hem de asıl açımlaması ciltler dolduracak kadar komprime ve yoğun İA
20-06-2014 15:32 (2)
İriş dede sultanım iriş. Ali Cengiz
21-06-2014 10:16 (3)
Fikri'nin milliyet kavramı ile etnisite kavramını karıştırdığını görüyorum. Bir coğrafyadaki topluluklar kendisine millet diyorsa, diğer milletler diye birşey söz konusu olmaz. Doğrusu, üst kimliği reddeden etnik ya da dini topluluklar vardır. Bunlara milliyet denmez, çünkü milliyet olmanın koşulu etnik ve dini aidiyetleri aşmaktır. MHP'nin milliyetçilik anlayışı gibi, bir ırkı ve sünniliği öne çıkartan anlayış yanlıştır. Millet olmanın amacı, o topluluğun yaşadığı bölgeyi sermayenin sömürüsüne kapatmaktır. Bu koşul millet olmanın olmazsa olmaz koşuludur- Robespierre.
21-06-2014 10:17 (4)
Sen sahip olduğun coğrafyayı ardına kadar sermayenin sömürüsüne aç, sonra da Bozkurt işareti, üç Hilal'i bayrak ile milliyetçiyim diye övün. Bu dışlayıcı kimlik siyaseti, milliyetçiliğe terstir. Milliyet simgeleri, coğrafyayı mekansal onarıma kapatmakla anlam kazanırlar. Robespierre.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211217
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.