Stalin'in ve Küba'nın dinle barışması... Atatürk'ün doğru tavrı... Konunun siyasi temeli... İtirazlara cevaplar...

Evrimci Açıdan Din ve Siyaset (4-Son)

Beynimiz bizi her zaman doğru olduğumuza nasıl inandırır?

Bu bölümde her türlü inancın ve dinsel inancın bazı bilişsel doğrulama yollarına kısa kısa değineceğiz, sonrasında din ve siyaset konusundaki son sözlerimizi söyleyeceğiz.

Bütün bilişsel eğilimlerin anası “doğrulama eğilimi”dir. Her insan özellikle kendi inancını, kendi siyasal görüşünü doğrulayacak bulgular, kanıtlar, bilgiler edinir. Önümüze görüşlerimizi doğrulayan bilgiler geldiği gibi, onları yanlışlayan bilgiler, bulgular da gelir. Ama biz doğrulayanları seçeriz. Başka deyişle neye bakarsak, ne ararsak onu buluruz. Nedense kendimizi doğrulayan bilgilere kolayca ulaşırız! Bizi yanlış çıkaran bilgileri ya hiç aramayız ya da görmezden geliriz. Neden? Görüşlerimizi, inançlarımızı destekleyen bilgiler, yaşam ve insanlık için olumsuz bilgiler bile olsalar bizi mutlu ederler çünkü. Bu bilgileri teyit edip rahatlarız ve o sırada muhtemelen dopamin salgılanır beynimizde. (1)

Sonradan bakış eğilimi: Geçmişteki olayları şimdiki bilgi ve görüşlerimize uygun olarak tekrar gözden geçirir, yeniden yorumlarız. Bu yorum ve gözden geçiriş, büyük olasılıkla şimdiki konumumuz doğrultusunda yanlı ve çarpıtılmıştır.

Kendini haklı gösterme eğilimi: Sonradan bakış eğiliminde olduğu gibi, bir olaydan sonra bir davranışımızı haklı veya kaçınılmaz bulacak yönde yanlı bir yorumlamaya gideriz. Niye? Çünkü bu bizi rahatlatır, aksi bizi gerilime sokar (Kendini suçlama eğilimindeki insanların, depresif hastaların yaptığı gibi).

Yakıştırma eğilimi: Herhangi bir sonucu, durumu, ilgili veya ilgisiz bir duruma bağlama. Örneğin sevmediğimiz bir insanın başarısını “şansa” bağlarız. Ya da tersi, başarılı bir kişinin başarısını belki öyle olmadığı halde sıkı çalışmaya bağlamak gibi. Kendi başarılarımızı doğal olarak şansa değil, yetenek ve çalışkanlığımıza bağlarız. Bir şeye inanıyorsak, yolunda giden işlerimizi bu inanca bağladığımız gibi.

Bağlı Bedel eğilimi: Şu ana dek baktıklarımızdan belki en önemlisi budur. Upton Sinclair şöyle demiş: “İşi, bir şeyi anlamamaya bağlı olan bir adamın o şeyi anlamasını sağlamak zordur.”

Düşünün, bir insan yıllarını tıp doktorluğunun bir uygulamasına vermiş, siz ona o yöntemin artık bilimsel olarak geçerli olmadığını söylüyorsunuz… Kişi gerçek bir bilim kafasına ve fikirsel devrimci karaktere sahip değilse -ki bu durumlar pek ender görülür- bin dereden su getirecek, sizin çok net kanıtlarınızı bile anlamazdan gelecektir. Yıllar yılı bir felsefi doktrine inanmış, emek vermiş ve hatta bu uğurda birçok şey kaybetmiş insan kolay kolay ondan vazgeçebilir mi? Buradaki dinamik, bedel kazanmak değil, kaybetmekle ilgili bir şeydir. Başarısız ilişkilere, iyi gitmeyen işlere, zarar getiren ortaklıklara sıkı sıkı sarılmamızın nedeni de budur.

Dinsel, siyasal, askeri ve benzeri topluluklar, üyelerinden ağır işler, fedakarlıklar talep eder, onları kasten eziyete sokarlar. Bunları bir süre yerine getiren kişi o ortamdan bir daha zor kopar, çünkü yaptığı manevi-maddi yatırımın boşa gitmesi benliğine zor gelecektir. On yıllarını bir dinsel inanca vermiş bir insan onu kolay gözden çıkarabilir mi? Tam tersini düşünün; on yıllarını dinsel inanç şöyle kötüdür, böyle zararlıdır diye propaganda yaparak geçiren biri, dinselliğin bazılarına ruhsal bir fayda sağladığını kabul edebilir mi?  

Statüko eğilimi: Bir inanç ve görüş doğrultusunda bir yer edinmişsek, yeni bir inanç ve görüşle aynısını elde edemeyebiliriz, bu risklidir ve o riski çoğu kişi göze alamaz.

Sahiplenme etkisi: Sahip olduğumuz bir şeye sahip olmadığımız ve sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmediğimiz bir şeyden daha çok değer veririz birçok durumda. Bir inancımız varsa ona değer veririz, inançsızlık ise elimizde olmayan, bize uzak ve değersiz bir şeydir.

Adil dünya eğilimi (Kurbanı suçlama): Talihsiz bir olayın mağdurunun muhakkak buna sebep olacak bir şeyler yaptığını düşünmek, dünyanın düzeninin pek de kötü olmadığı konusunda bizi rahatlatır.

Bizden olmayan eğilimi: İçerden gelmeyen bir bilginin veya inancın değerini yok sayma.

Hale etkisi: Bir kişinin, topluluğun veya inancın, tek bir olumlu özelliğini diğer özellikleri de kapsayacak şekilde genelleştirme. Örneğin dindarların bedenen ortalamadan daha temiz olduklarını düşünüyorsak, ruhen de böyle olduklarını varsayarız.

Eğilim kör noktası: Başkalarındaki bilişsel eğilimlerin, kanıtlanmamış inançların gücünü görebilirken kendininkileri görememek…

Bir bu kadar daha inanca götüren bilişsel eğilim var. Bazılarından önceki bölümlerde söz ettik, çoğunluğa uyma eğilimi gibi… Fazlasını okumak isteyenler kaynak kitaba bakabilirler. (1) 

Türkiye’de İslam ve sosyalizm ilişkisini kurmanın zorlukları

Bu zorluğu bilmiyor ya da ortadaki tarihi ve güncel gerçekleri yadsıyor değiliz. Fikirlerimizi ortaya attığımızda, itiraz ve önerilerimizi sıraladığımızda daha dün Fransa’dan gelmişiz gibi bu ülkedeki din gerçeği sıralanmaya başlanıyor yüzümüze. Oysa biz bu hamamın içindeyiz. Hatta zaman zaman gaddar tellak kemiklerimizi kırarcasına inletiyor. En isyan ettiricisi de ne biliyor musunuz? Hamama gerçekte hiç girmemiş insanların, kapıdan şöyle bir göz atıp, “Ne cehennemi bir yer kuzum böyle, bunun bir faydası olduğunu kim düşünebilir!” diye çığlık atmaları, bize dahi iğrenerek bakıp kaçmaları.  

Hamamın içindeyiz, çünkü karakterimiz gereği ülkenin, halkın orta yerinden kopamıyoruz. Hamamın içindeyiz, çünkü karakterimiz gereği hamamdaki iyi insanları seviyoruz, iyi veya kötü, o insanlara karşı sorumluluk duygusuyla konum belirliyoruz. Sıcaklık biraz düşürülse, ortalık daha bir temizlense, sadist tellak ve yardakçıları hizaya sokulsa, bu hamamın aslında onlara iyi bile geleceğini düşünüyoruz. Yoksa hamam sıkıntısına bayılmıyoruz. Biz insanların inançlarına takılma evresini yirmili yaşlara gelmeden aştık. Komünist ve ateist kimliğimizle bazen kabak gibi ortada durduk, bazen girdik insanların ortasında olduk.   

Türkiye’de siyasi gericilikleri ve faşistlikleri için dinsel inançları kullananlarla baş etmek çok zordur. Burası Latin Amerika ve Avrupa değil, oradaki Hıristiyanlık gibi laikliğe yakın değil buradaki dinsel eğilimler. Burası Uzak Doğu veya Çin’e de benzemez. Kabul. Ne ki, burası Arabistan, Afganistan, Pakistan da değildir kaç yüzyıldan beri. Latin Amerikalının dinci gericilikle baş etme zorluğu 10 üstünden 3-4 ise, burada 6-7. Ama 9-10 da değil müsaadenizle.

Kemal Atatürk’ün dine karşı tutumu genel olarak doğruydu. Önce laikliği oturttu, sonra İslam’ı devletin denetimine aldı. Diyanetin kurulması, ilahiyat fakültelerinin açılması, sonra da imam hatipler… Laikliği baltalayan girişimler olarak eleştiriliyor kimi solcu-sosyalistlerce. Bunların hepsi zorunlu ve akılcıydı bence. Dinin yönetimi tarikatlara, şeyhlere emanet edilemezdi. Ne ki burada bir eksik bırakıldı, bir önemli hata yapıldı. Eksik şuydu, dinci gericiliğin sınıfsal temeliyle, feodalizmle mücadele temelden yapılmadı. Bir büyük hata da şuydu ki, Aleviliğin ağırlık ve önemi küçümsendi, bu mezhep devlet ve toplumdan dışlandı. Atatürk’ü bir Tanrı gibi kusursuz görenler bu eleştiriye karşı çıkacaklardır elbette. En büyük kanıtları Alevilerin çok büyük bölümünün Atatürk’ü sevmesi, CHP’yi desteklemesidir. Aleviler başka ne yapacaklardı? Seçenekleri mi vardı? Yüz yıllarca Osmanlı-Sünni istibdadından sadece katliam gören bu topluluk, Mustafa Kemal’i bırakacaktı da eski katliamcılarının torunlarına mı sığınacaktı? Nitekim o torunlar Atatürk sağken bile işlerine devam ettiler, öldürmeye devam ettiler.

İşte bizim ülkemizin dinselliğinin en büyük gerçeği Sünni - Alevi yarılmasıdır. Alevilerin büyük çoğunluğu CHP ve sol akımlara destek verirken, Sünnilerin büyük çoğunluğu sağcı gerici partileri destekler. Türkiye sosyalist solunun ve yakın tarih CHP’sinin Sünnilere açılamamasının en büyük nedenlerinden biri zaten bu. Sünniler arasında solu yaygınlaştırmak güç. Ama bir de Aleviler nedeniyle güç. Yüzyıllarca baskı ve zulüm görmüş Alevi toplumunun içine işlemiş öteki tarafa karşı güvensizlik. Solda önemli bir toplam oluşturan Aleviler solun dinselliğe sıcak yaklaşımlarına soğuk bakıyor. Sünnilerden sola bir fayda gelmeyeceğini devamlı telkin ediyor. Elbette sol sekterliğin tek nedeni bu değil. Ötekilere de bakacağız.

Öteki büyük neden solcuların, sosyalistlerin Aleviler içimde hazır taban bulması. Bu, onlarda halkın diğer kesimlerine açılma konusunda bir kolaycılık, tembellik yarattı. Bizde ne yazık ki birkaç bin taraftarı cebine koyan sosyalist örgüt elindekini yeterli görmeye başlar, daha fazlası için risk almaktan kaçınır. Bir dost, yorumunda belirtmişti burada, bir partinin merkez yöneticilerini profesyonel hale getirecek kadar üye sayısına ulaşıldı mı yeterlidir o sayı. İki katına çıkıldığında zaten örgüt bölünür.

Belli doğrular, Platonu haklı çıkarırcasına, bilimsel bakımdan araştırılmadan da bazı insanların kafasında içkindir. Atatürk iyi okurmuş, ama o zamanki bilimin düzeyi ne olacak, yine de bir şeyi yönetim bilgeliğiyle görmüş. Doğallığı yok edemezsin, onu ancak yönlendirebilirsin. Dinsellik koca bir doğal nehirdir. Bunu iptal edelim, yok edelim diye önüne atlarsan boğulur gidersin, onu ıslah etmektir senin görevin. 

Şu soruyu defalarca sordum, ama isimsiz birkaç yorum dışında hiçbir yetkiliden tek bir kayda değer yanıt alamadım. Müslüman ülkelerde kendi dinamiğiyle gelişmiş sosyalist devrim yok. Neden? Buna karşı neyi değiştirmeyi düşünüyorsunuz? Çıt yok!

Taylan Kara’nın sözüyle bizdeki solda “Şahsız satranç oynayanlar” çoğunluk. Mat etme niyetleri yok ki, mat olsunlar! Devrimin kaderiyle ilgili bu derece yaşamsal bir soruya şahsız satranç oynayanlar cevap aramazlar.

Bir tek Arnavutluk var istisna, işgalden kurtuluş sırasında başka alternatif bulunmadığından komünistler başa gelmiş. Milliyetçiliğin ağır bastığı kendine göre bir Müslümanlık anlayışına sahip küçücük ve pek de önemsenmeyen bir ülke… Başka? Ekim devriminden sonra çevre Müslüman halklara devrimin yayılması harekatı var. Çok önemli bir iş. Bundan büyük dersler çıkarılabilir. Müslüman Halklar Kurultayı, Bolşeviklerin Müslüman İşleri Merkez Komitesi, Müslüman Kızıl Ordu… Bunlara katılanları çoğu ateistti diyeceklerdir hemen. Hepsi mi? Üstelik şu isimlere bakın: Hepsinin önünde bir “Müslüman”. Bizde esprisini yapsanız laikçi sosyalistlerimiz çullanırlar üstünüze.  

Sultan Galiyev tecrübesi… Epi topu bir iki kalıp lafla geçiştiriliyor, unutturuluyor. Galiyev Turancı olmuş! Ba ba ba ba! Doğuştan Turancı mı dünyaya gelmiş, hani genetik kakaydı! Devrimi yaparken de mi Turancı idi? Devrimi yayarken iyiydi, beton kafalara itiraz edince Turancı oldu! Evet, sonunda Turancı oldu, niye oldu, Stalin’in emrine giren sözde sosyalist mekanizma insanlara koyun gibi itaat veya isyandan başka seçenek bırakmadı da ondan. Bu konuda bir kitap (16) ve aşağıda ilgilisi için bir yazım:

http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1311

Sovyetler Birliği yöneticileri kendi ülkelerinde olduğu gibi kendi ülkeleri dışında da devrime son derece yabancılaşmış bir soğuk kafayla, hayli profesyonelce bakmaya başladılar giderek. Bu "profesyonellik" özellikle dış politikaya vahim yansıdı. Yine de o beğenmediğimiz birçok Arap ülkesinde, Libya’da vb… askeri burjuva demokratik devrimler yapıldı. Hani şu AKP’lilerin BAAS kafası diye küçümsediği şeyler. Her devrim gibi bunlar başlangıçta basbayağı ilericiydi. Askeri totaliter yönlerine karşın adlandırmadaki “demokratik” sanını hak ediyorlardı hakikaten, çünkü öncesinde kukla krallıklar dışında bir şey yoktu. Ve bu rejimler sosyalist söylem ve uygulamalar yanında dinsel söylemi de kullandılar. Laikliği getirdiler, ama bir yandan dindar görünümdeydiler. Yeşil Sosyalizm iddialarına kadar vardılar hatta… Sovyetler Birliği dine karşı bu yaklaşımı açıktan eleştirmedi, açıktan destekledi.

Türkiye’deki sol çevreler Marksizm-Leninizm’den olduğu kadar Sovyetler Birliği’nden de büyük ölçüde etkilendiler. Bir bölümü onu eleştirerek etkilendi, bir bölümü onun yönlendirmesi altında etkilendi, bir bölümü onunla kavga ederek etkilendi. Ama Sovyet ve Marksizm etkenleri Türkiye sosyalistlerinin dine karşı dışlayıcı tutumunda büyük rol oynadı.

Çünkü Sovyetler Birliği kendi ülkesinde dine karşı sürekli mücadele veriyordu, M-L ideoloji sekterliği emretmese de bu tavrı destekliyordu ve Sovyetler Birliği ülke dışında desteklediği sol akımlar hangi eğilimdeyse o eğilime uygun şerbet veriyordu. Sovyetler Arap ülkelerindeki asker sivil bürokrasinin dinselliği dışlamayan tutumunu desteklerken Türkiye’de aynı tutumu benimsemedi. Türkiye’de ordunun daha sıkı Amerikancı denetim altında olduğunu biliyor, Arap ülkelerine göre hayli gelişmiş işçi sınıfına daha fazla güveniyordu, ordu-darbe seçeneğini tümüyle boşlamadan. Türkiye sosyalist aydınları da dinciliği kendilerine ciddi rakip görmüyorlardı, onu kolayca bertaraf edebileceklerini düşünüyorlardı.   

68 kitleselliği sırasında dinci gericilikle çatışmalar yaşandı. Ama başrolü daha az dinci, çok milliyetçi ülkücüler kapınca çatışma milliyetçilik-sosyalistlik kavgasına döndü, dinselliğe yaklaşım birkaç teorik çalışma dışında gündemden çıktı.  

70 sonrası daha büyük bir kitleselliğe ulaştı sosyalist sol. Türkiye’de Sovyet yanlısı sosyalist-sol kesimler şehirliydi, aydın, işçi ve öğrenci ağırlıklıydı. Bu unsurların çoğu hazır solcuydu, dinle bağlarını tümüyle veya kısmen koparmış kesimler. Mevcut çalışma tarzı ve taktikler, darbe öncesinde sıkıyönetim iyice sıkılaşana dek tıkır tıkır yürüdü, o yüzden dine yaklaşım konusunda ciddi bir problem yine çıkmadı. (Bir kanadın ayrılıp Aleviliği asıl çalışma alanı saptaması dışında.) 

Olay tamamen hangi kesimlere açıldığınız, kimleri örgütlediğinizle ilgili bir durumdur. Darbe öncesi görece kitleselleşmeyi başaran beş-altı sosyalist hareket (kısmen Dev-Yol haricinde) şehirli solcu ve Alevi köylü tabana oturuyordu. Sağcı Sünni Gericiler- Solcu Sosyalist Örgütler çatışması ekseni verili olarak kabul edilmek zorunda kaldı. Solcu-sosyalist örgütler Alevilikten ve kısmen Kürtlükten büyük güç alıyordu. İçlerinde çok sayıda Sünni kökenli de vardı elbette, ama dinden tamamen veya kısmen uzaklaşmış unsurlar. Alevilerin topluca katledilmesi 70’ li yıllar Cumhuriyeti’nde bile devam etti. (Dev-Yol'u hariç tuttuk, çünkü onlar Sünni çoğunluğun bulunduğu kimi küçük yerleşimlerde de kitleselleşmeyi başardı.)

Sonrasında da dinciliği yedek güç almış, onu sonuna dek kullanan Amerikancı Kemalist 12 Eylül rejimi. Bu asker-dinci ittifakı, kısmen Amerikan “Yeşil Kuşak” projesinin devamıydı, kısmen ülkücülerle o birkaç yıllık anlaşmazlığın gereği. Bunca tahribattan sonra hala solu ve onun dinselliğe yaklaşımını eleştirmek haksızlık gibi görünüyor, ama işimiz bir şeyleri değiştirmeye çalışmaksa yarayı deşmek zorundayız.

Sol bu verili ekseni reddetmeliydi, senaryoyu baştan yırtmalıydı, dekorları tümden kırmalıydı... Çok zor tabii. Ama devrimler böyle oluyor. Şimdi hala verili ortama uyum sağlamaya çalışıyor, elimize kimin verdiği belli olmayan (komplo teorisi anlamında değil, geçmiş sosyalist kuşakların ürettiği sararmış solmuş eski metinleri kast ediyoruz) senaryoya uygun davranmaya çalışıyoruz. Sosyalistlerin elindeki bu senaryo üçüncü sınıf yazarlar elinden çıkma yavan bir senaryodur: “Din kötüdür.. Solculuk iyidir.. Eee! Solculuk dini siyasetten çıkararak olur… Kim sana gelirse onu örgütle, elinde ne varsa onunla mücadele et.. Başka soru sorma, başka kitap karıştırma, muhasebe yapma, aklını çalıştırma…”

Oysa. Kitleselleşmeyi ileri götüren bir örgüt istense de istenmese de dindar insanları içinde bulur. Sonra söylem değişmeye, yaklaşım değişmeye başlar. Korkulan camiler, sinir bozan imam hatipler sizin mekanlarınız olmaya başlar. Buna az buçuk ufaktan bir tek Dev-Yol yaklaşabilmişti geçmişte, bir de 70 öncesi TİP… Bu hızlı özette yanlışım varsa söyleyin, eksiğim varsa tamamlayın lütfen.

Sovyetler Birliği ve Latin Amerika’da din

Sovyetler Birliği’nin Stalin yönetiminde dine karşı sert bir kampanya yürüttüğünü en başta belirtmiştik. Binlerce rahip öldürüldü, 54 bin olan kilise sayısı 1941'de 500'e inmişti. Fakat çok manidardır ki Hitler’le savaş yıllarında bu politikadan vazgeçildi. Sovyetler Birliği tıpkı ağır stres altındaki bazı ateistlerde görüldüğü gibi, savaş zamanında dinden ve Rus milliyetçiliğinden medet aradı. Kapanan birçok kilise yeniden açıldı, Moskova radyosu “Din Saati” yayını yapmaya başladı, Stalin 1943 de Patrik’le bir araya geldi… Sovyetler'in yetiştirdiği en büyük genetikçi, çalışmaları dünyaca izlenen Nikolai Vavilov da aynı yıl içinde Stalin'in beton kafa adamlarınca eziyet edilerek öldürüldü. Sadece bilimsel düşüncelerinde ısrar ettiği için. Acı bir ironidir. Kruşçef başa gelmeden önce kilise sayısı 22 bine çıkmıştı. Stalin savaş sırasındaki müttefiklerine savaş bitince ihanet etmemişti!  

Kruşçev başa geçince dine karşı daha da yumuşama gelecek beklentisi oluştu, ama tam tersi yaşandı. Ateizm kampanyası hızını yeniden artırdı, sertleşti. Yeniden çok sayıda kilise kapatıldı. Sovyetler kurulduğu günden yıkılana dek 1941-53 arası kesintisiyle dine karşı savaştı.  

1990’lar başındaki bir araştırma Sovyet nüfusunun yüzde 60’nun ateist olduğunu gösteriyordu. İleriki yıllarda devletten bu konuda bir resmi bilgi gelmedi ama, birtakım anket çalışmaları oranı yüzde 48 ila 16 arasında gösteriyordu ve ateist sayısı her geçen yıl belirgin biçimde düşüyordu. En son araştırmaya göre bu oran yüzde 7’ye inmişti. Kaynak: Wikipedia (17)

Latin Amerika solunun ve sosyalist örgütlerinin dine yaklaşımı görece çok daha ılımlıdır. Birçok sol-devrimci örgüt faşist ve iktidar yanlısı olmayan kilise mensuplarıyla ve dindar halkla sıcak ilişkiler kurmuştur, kurmaktadır. Tabii buradan “dindarlar, sosyalistler sarmaş dolaş” gibi bir hayali izlenim doğmasın. Ama bizde çok doğal kabul edilen dini dışlayan tabuların çoğu orada kökleşmedi. Latin Amerika solunun dinle, kiliseyle ve dindarlarla ilişkisi iyi incelenmeli. Özgürlük (Kurtuluş) Teolojisi akımı ve geçmişten, günümüzden benzerleri…

Küba’nın tutumuna ne der bizim keskin din karşıtı solcularımız?

Küba’nın tavrı ise daha ilginçtir. Sovyet hakimiyeti yıllarında Küba’da da dine karşı sert denilebilecek bir kampanya sürüyordu. Bu sertliğin derecesi elbette Sovyetlerdeki kadar değildi. Fakat 1992’den sonra, Sovyet emirlerinden kurtulmakla anayasa değişikliğine gidildi. Bu tarihten sonra Komünist Parti’ye dindar kişiler de alınmaya başladı, devlet kendini ateist değil, laik olarak tanımlamaya başladı. Bugün Küba’da halkın yüzde 59’u Katolik, yüzde 23’ü dinle bağlantısız, yüzde 17’si yerel halk dinlerine mensup… Kaynak: Wikipedia  -Küba hakkındaki Vikipedi sayfasında din bölümü Türkçeye çevrilmemiş J - (18)

Küba’nın 1992’den sonraki tavrı (Sovyet güdümünden kurtulduktan sonraki bir bütün olarak tutumu) örnek alınması gereken esaslı bir model oluşturuyor. Bu tarz, insani sosyalizme (elbette eleştirilecek çok yan bulunur) hayli yakın bir modeldir.

Gelelim belli başlı itirazlara, sorulara

Bizim sosyalistlerimiz, komünistlerimiz arasındaki yaygın inanç açık açık ifade edilebiliyor: "Sosyalizm ancak dinle mücadele edilirse zafer kazanabilir." "Sosyalizm ancak sigarayla savaşarak kurulabilir" dense en az bu kadar ilgisiz bir sav olurdu, ama bu denli zararlı olmazdı. Bugüne dek gerçekleştirilen hiçbir devrimde böyle bir cephe yoktur. Devrim sonrası bazı ülkelerde yürütülen sert ateizm kampanyaları ise başarısızlık getirmiştir, bu artık açık. Bizde yaygın olan dine karşı sekter görüşün üç kaynağını özetlersek, 1- Sovyetler Birliği'nin fazlasıyla etkisinde kalmak, 2- Alevi-Sünni gerginliği çemberini aşamamak, 3- Halktan kopuk aydın solculuğudur. Üçüncü maddeye kimi keskin Kemalistler, sekter ulusalcılar da dahil oldu, katkı koydu, koymakta.

Problemin ana halkası sosyalistlerin "normal" vatandaşla bir araya gelebilecek koşulları yaratamamasında. Biz kendi hayatımızdan birçok örnekten görüyoruz ki, bu birlikteliği sağlamaya başladığınız anda birlikte iş yaptığınız kişilerin dindarlığı, dinsel referansları, türbanı, hatta AKP’liliği "büyük sorun" olmaktan çıkıyor. Elbette yine bunlar sorun olarak kalıyorlar, ancak kolektifi bozmuyorlar. Biz bu insanlarla siyaset de konuşabiliyoruz, hatta AKP’yi de konuşabiliyoruz. Halkla temas zeminleriniz yoksa uzaktan atıp tutarsınız, ama kendi insanlarınıza sesinizi duyuramazsınız. O insanların çoğu aslında sizin insanlarınızdır, kazanabileceğiniz insanlardır.

Sıradan insanları, halkı kazanmaya başladığınızda dindarları da kazanmaya başlarsınız. Bunlar içinizde ve çevrenizde kendi dindarlıklarını savunabilirler. Bundan korkmayınız. Sizi "olumsuz" etkileyebildiklerinden çok daha fazla, çevrelerindeki sıradan insanları "olumlu" etkileyeceklerdir. Hatta sosyalist partilerin dinsel kanat örgütlenmelerine gitmesi de bir fikirdir, önermiştim.  

Bu konuda yapılan itirazlardan biri, CHP'nin de böyle davranmaya çalıştığı, ama bir şey elde edemediği... Yanlış. CHP az çok bir şeyler elde etti, ediyor. Ayrıca CHP içinde de bu doğrultuda itirazlar, engellemeler, küçümsemeler ciddi boyutta. Bunları çoğun keskin ulusalcılar kışkırtıyor. Tepki duyanları kendi saflarına kazanmak için olgu tümüyle karşı devrimci bir süreçmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor, abartılıyor. Bunu Y-CHP’nin Cemaatle işbirliğinin, Amerikancılığının kanıtı olarak gösterenler az değil. Hem dar kafalı, hem siyasi fırsatçı değerlendirmelerdir bana göre. Kaldı ki çarşaf açılımı Y-CHP ‘den önce Baykal zamanında başlamıştı. Son bir nokta: Bunu yapmaya çalışan CHP yoksuldan yana tutumu ağır basan bir parti değildir, zengin partisidir. Yoksullardan yana tutumu siyasetenin merkezine alan bir sosyalist partinin yoksulları kazanmak için, sıradan gelirliyi kazanmak için dinselliğe yapıcı yaklaşımı, uluslar arası pek çok örnekte görüldüğü gibi dengeleri değiştirebilir.

Yineliyoruz: Dindarlarla birleşme laiklik için mücadele temelinde olmalı. Niye laiklik üstünde bu kadar duruyoruz? Çünkü siyaseti, toplumu, devleti din ilkelerine göre yönetme, kaçınılmaz biçimde bir dinin ve içindeki bir mezhebin, hatta o mezhep içindeki bir cemaatin yönetimi anlamına gelir ki, böyle yönetimler kendilerinden olmayanı dinsizlikle suçlamaya, onları baskı altına almaya başlarlar. Din devletlerinde barış, kardeşlik, huzur ve adalet mümkün değildir. Adalet bir grubun adaletidir. Ve böyle olduğu gibi laiklik din özgürlüğünün de tek garantisidir.

Dinle barışmayı savunduğunuzda örgütlü ve bazen tek tek abartılı tepkiler alıyorsunuz. Bu yaklaşım önerisi, en düz mantıkla (evrimce seçilmiştir, kaderimizdir) dinci iktidarla barışma, onu aklama, onunla ilişkileri yumuşatma gibi algılanıyor. Başka bazılarının niyeti budur, böyle olmuştur, olabilir. Ama biz bunu AKP ve bundan sonraki tüm sağ iktidarların elinden halkı kurtarmanın koşullarından biri olarak öneriyoruz. Aksi yönde davranıldığında solun başarısızlığını büyük ölçüde garantileyecek çıkmazdır dine kaba yaklaşım, sağın kadim oyunudur bu, solun genellikle geldiği. Anti-Kapitalist Müslümanlar’a ve benzeri eğilimlere neden bu kadar dışlayıcı tavır alındığını akılla açıklamaya pek imkan yok. Hani başka alanlarda da uzlaşmaz, "doğrucu" ve liberalizm düşmanı olsa bizim sosyalistler, canımız yanmaz. Oraya az sonra geleceğiz. O tür muhalif dinci gruplar sizin istediğiniz rejimin belki sağlam müttefikleri olmazlar. Ama iktidara karşı etkileri birçok sol grubunkinden fazladır, eksik değil.  

Örgütlü İslami muhalif gruplara yaklaşmayın hadi, sıradan dindar insana da mı uzak duracaksınız? Hadi sıradan dindara da uzak durdunuz, bu kişiler solcu veya sola eğilimliyseler de mi uzak duracaksınız? Din konusunu ne zaman açsak, "aman o konuya girme" diyor bazıları. Ama dini, dindarları aşağılamak her günkü söylemleri, konuşmaları ve yazıları olduğu için kışkırtma bizzat kendilerinden kaynaklanıyor. Büyük bir şehvetle dinin kötülüklerini, dindarların fenalıklarını saymaya başlıyorlar. IŞİD'den giriyor, din savaşlarına bir çırpıda uğruyor, bazı din şeyhlerin yaptığı ahlaksızlıkları örneklendirmekten çıkıyorlar. Bunları biz bilmiyormuşuz gibi! Herkesin bildiği gerçekleri on bininci kez kendi aramızda yinelemekten alkış ve puan kazanacaklarını düşünüyorlar. Bu düşünsel takozluktan kaynaklı değilse, tribüne oynamak, örgütlü sol güçlerin çoğunluğuna yaranmaya çalışmak anlamına gelir, hoş bir tutum sayılamaz. Oysa dindar, en azından Allah'a ve peygamberine inanan insan çok uzaklarında değil. Solcular arasında da var bolca bunlardan, meslek odanda var, sendikanda var. Dedik ya, Gezi Hareketi'nde var, işçi direnişinde var onlardan, HES eylemlerinde var, hatta çoğunluklar. CHP'lilerin çoğu inanan insanlardır ve birçok direnişte onlarla berabersiniz. AKP'ye oy verenlerin içinde kazanmamız gereken çok insan var. İşçi sınıfının büyük çoğunluğu sağa bırakılamaz. Sosyalist sol ne yapıyor. Dinde iyi olan, eşitlikçi olan, sola yakın olan ne varsa büyük bir iştahla gericiliğe bırakıyor. Latin Amerika'nın birçok sosyalisti "Devrimci İsa" figürünü öne çıkarıyor, ama "Devrimci Muhammed" den bahsetmek bizde sadece alaycı gülümsemelere yol açıyor.

Dindarlıkla barışma önerileri liberal bir sav olarak görülüyor ve tedirginlik uyandırıyor. Bu korku da liberalizmin ne olduğunu bilmemekten kaynaklı. İktidara, dinciliğe sert tutum alınınca liberalizmden kurtuluruz sanılıyor. Oysa bunu sananların büyük bölümü zaten liberal. Liberalizm sosyalistlerin mücadele etmesi gereken bir akım, ama bir ideolojik düşman, siyasi düşman değil her zaman, öcü değil. O da ayrı bir konu. Gezi hareketi dört dörtlük liberal bir başkaldırıydı örneğin. Eksiğini eleştiririz, liberal diye karalamayız.

Liberalliğin kişisel-bireysel temeli bireycilik-bencilliktir. Liberalizm kişi özgürlüğünü savunma üstünde şekillenir. Bunun bireysel temelde karşılığı ortaklaşacılıktır (kolektivizm), örgütçülük ve kamuculuktur, disiplin ve sorumluluk duygusunun artmasıdır. Solda liberal siyasi-ideolojik etkinin hakim olmasından da belli, sosyalist solda bile kişisel özgürlükçülük, bireycilik, bencillik baskın. Rahatsız edici ölçüde baskın.

Hatta şunu söyleyeyim, uç dindarlar arasında kamuculuk, ortaklaşacılık, disiplin ve örgütlülük bilinci daha yüksek. Bireysel temelde uç dindarlar daha az liberaller. Bakın, HDP’liler de öyle. HDP’liler bireysel temelde bizim sosyalistlerimizden daha az liberal. Liberalizm nedir öğrenelim bir yol. Ve solun, kendi içinde iyice baskın hale gelen bu bireycilik-bencillikle baş etmesi gerekiyor. Hepsini hatta yarısını bile kazanması elbette mümkün değil, ama bu Siyasal İslami kesimden özverili, sorumluluk duygusu daha yüksek çok sayıda insanı kazanması gerekiyor solun. Geçmişte olsa kazanırdı, dalga soldan yanaydı. Ama şimdiki sol bunu aklından bile geçirmiyor.  

Siyasal temelde ise liberalizmin sosyalist anlamda alternatifi emek-sermaye, kapitalizm- sosyalizm çelişkisini öne çıkarmak. Hangi sol hareketimiz yapıyor ya da yapabiliyor bunu? Ekseni sisteme ve devlete karşı mücadeleden hükümete karşı mücadeleye kaydırdığınızda zaten liberalleşmişsinizidir demektir. Kötü bir şey mi, o ayrıca tartışılır, ama önce tanıları koyalım. Hastalığı hanidir kapmış olanlar onu bunu hastalık yaymakla suçluyorlar, meydan o kadar boş değil.  

Dindarlığın bir kesimde bu denli alerji uyandırmasının bir nedeni de akıl yürütme, kendini inandırma ve başkalarını inandırmadaki insana özgü kolaycı bilişsel süreçler. Bunlardan en çok öne çıkanlardan biri şu: Bir şeye karşı mücadele ediyorsanız, onu abartılı ölçüde, gerçeği bir tarafa bırakarak duygusallıkla kötü görmek ve kötü göstermek sanki zorunlu. Dinci gericilikle mi mücadele ediyorsunuz. Dinin hiçbir iyi tarafını görmeyecek, göstermeyecek, gösterenleri işbirlikçilikle suçlayacaksınız. Dinin dinselliğin en kötü noktalarını sürekli toplayacak, sadece bunları görecek ve göstereceksiniz. Ancak böyle yaparsanız kendinizi haklı görmeye devam edeceksiniz, ancak bu şekilde kendinize güven tazeleyeceksiniz. Bir ölçüde insan kazanacaksanız da böyle abartılara kolay kapılanlardan kazanacaksınız.   

Siyasette bazen bu tür tutumlar işe yarar. Abartı sanatta, iyi bir makalede olduğu gibi siyasette de bir şeylerin daha iyi algılanmasına yol açar. Ama hep abartı, hep tek yanlılık, hep kuru ajitasyon... Ölçüyü kaçırdınız mı sonuçları size zarar verir. Bir kere sürekli abartı üstünden, tek yanlılık üstünden kendini haklı görmeyi adet edinmiş kişilerin ekseni kayar. Böylelerinin kendilerine ve felsefelerine güveni sağlam değildir aslında. Birkaç çekiştirmeyle dünyalarının çökeceğinden korkmasalar bu derece reddedici davranmazlar. Bu gibi kişi ve çevreler giderek hiçbir olguyu nesnel, bilimsel değerlendiremez hale gelir. Sol muhalefetimizin durumu tam da budur. Her şeyi abarta abarta, her olguyu bağırtılı ajitasyonla çözmeye şartlanmış bilinçler gerçeklikle bağlarını tümden yitirme noktasına yaklaştılar. Dozu iyi ayarlanmış demagojiyle kişiler ve gruplar bir yere kadar gelebilirler, bu tutum bir yere kadar onları yükseltir, ama ayar fazla kaçırılınca kişi ve gruplar kendilerini de aldatmaya başlarlar. Sürekli kendini aldattığını fark edemeyen bir kişi ve grubun başarısı sadece şansa kalır.

Böyle tek yanlı, tek boyutlu düşünme insanları bir süre liberalizmden koruyabilir. Ama hastalığı iyileştirmeden ağrı kesiciyle ayakta durmaya benzer o taktik. Takozca yaklaşımlar liberalizme karşı geçici bir koruma sağlar. Günümüzde bunun örnekleri birçok sosyalist grupta yaşanıyor.

Biz bu yazı dizisinde dinin yararlarından, "iyi etkilerinden" bahsederken önce onu evrimsel planda ele alıyoruz. Grupsal temelde ve bireysel temelde bundan 200 bin yıl önce, 100 bin yıl önce, 50 bin yıl önce dinsel bilişsel düzenekler edinmiş insanlar ötekilere göre üstünlük sağlamış ve doğal seçilimde öne çıkmışlar anlamında. Dinsel düşünce düzeneği bir şekilde yarar sağladığı için evrimce seçilmiştir. Lütfen bu kanıtlanmış gerçeği "ben öyle düşünmüyorum" diyerek reddetme düzeyine inmeyiniz artık. Bunun düzeneklerini önceki bölümlerde epeyce geniş anlattık. Bu dinsellik aynı zamanda eşitlikçi toplumun, ilkel komünal sistemin yasasıdır. Faydaları ağır bastığı için seçilim sağlanmıştır.

Fakat sınıflı topluma geçilince son 10 bin yıl içinde (buna aşama aşama geçilmiştir) dinselliğin zararları yararlarına üstün gelmiş olabilir. Bu ilerde, evrimde karşı yönde bir seçilim baskısı da yaratabilir. Yine de günümüzde yararlarının mı zararlarının mı önde geldiğini kesinlikle saptayabilmek zor görünüyor. En azından şunu söyleyebiliriz: Bugün de dinlerin birtakım yararları küçümsenemeyecek boyutta. Yine toplumsal olarak ve bireysel olarak. Toplumsal olarak toplumları birtakım kötülüklerin artmasından koruyor olabilirler. Cinayetleri, tecavüzleri, soygunları, hırsızlıkları bir ölçüde önledikleri kesin gibi. Birtakım hayır çalışmalarına yol açma gibi. Toplumlar sadece yasalarla yetinmiyor, yasaları dinsel ve ahlaki kurallarla pekiştirme yoluna gidiyor. Herhalde bir gereksinim gereği, binlerce yıllık bir yarar beklentisinden. Dinselliğin toplumsal yararını nasıl saptayalım? Onu ancak dinselliğin olmadığı bir toplumdaki toplumsal düzenin kalitesiyle karşılaştırabiliriz. Sosyalist deneyim kısa sürdü, başarısız oldu, dinselliği tam olarak ortadan kaldıramadı, dahası kendisi de dine benzer bir ruhani-ahlaki sistem kurdu. O yüzden dinsel toplumları geçmiş sosyalist toplumlarla karşılaştırmak da sağlıklı sonuç vermeyecektir.

Bireysel temelde dinselliğin yararı? Herhalde bir yarar görüyorlar ki büyük bir çoğunluk buna inanıyor. Huzur veriyor, güven duygusunu artıyor, zor zamanlarda teselli sağlıyor, gerilimi azaltıyor... Bu konularda her yıl çok sayıda bilimsel çalışma yapılıyor.

Şunu kabul edelim: Biz dinsel inanca sahip olmamakla zoru seçiyoruz, bu bir akıl-ruh gücü belirtisidir, kabul. Herkes bunu göze alamaz. Ancak çoğunluklara önerip kabul ettirebileceğimiz daha geçerli bir manevi sistem de bulamadık şimdiye dek. Şu ana dek denediklerimiz de zaten hep dine çok benzer (aslında din olan, Temel Dinselliğe ait olan) öğretilerdi.     

Son sözüm şu. Burada yeni bir şey söyleniyor. Birçok bilimsel çalışmadan, kuramdan, kanıttan, bulgudan, kitaptan bahsediliyor. Karşı çıkanlar... Tartışmayı derinleştirmeyi gerçekten istiyorsanız, temel bazı verileri bilerek karşı çıkın ki, ihtiyacımız budur. Yoksa fikir  ilerlemiyor, gelişme sağlanamıyor. Karşı çıkacaksanız benzeri bir bilimsel akılla karşı çıkın ki, temel dinselliğinizin kalıp önyargılarından da ancak böyle kurtulabilirsiniz. Yoksa dinsizlik dinine inananlarla ne felsefede, dünya görüşünde bir yere varabiliriz, ne siyasette.                 

Kaan Arslanoğlu

Kaynaklar:

1- Michael Shermer, İnanan Beyin, Alfa yayınları,

16- Halit Kakınç, Sultangaliyev, İmge Kitabevi,

17- Wikipedia, Religion in Soviet Unions ve benzeri başka maddeler,

18- Wikipedia, Cuba, Atheist States ve başka maddeler...

Facebook
yorumlar ... ( 73 )
02-04-2015
02-04-2015 14:19 (1)
Gürsel bey, sizde biyolojik değilsiniz, öyle anladım. Uçucu bir gaz gibisiniz. Tinselmişsiniz. Tinsellik nedir, ben bilmiyorum, sizin bilme durumunuz varmı? Tinsel evrim nasıl oluyo? Talamus Altı
02-04-2015 14:39 (2)
Abime yine kendimi ifade edememişim. Canım abim, orada evrimsel olumluluk falan demişsiniz. Olumluluk? Evrimde? Bunu görünce şöyle oldum: ��! Biolojik de değil demiş abim. Buna da şöyle bi tepkim oldu: ��. Tinsellik, deizm, teizm, aşkın güç, ulu manitu falan. Vallaa ben sırf bunları bunama sınırındaki emekli ankara yüksek bürokratlarının ve aylaklıktan kendisine mayış bağlanmış sorumsuz zenginlerin kağşamış sunumlarında duymamak için derneğe 7 yıldır gitmiyodum. Bi de duydum ki cigarayı da yasak etmişler. Abboovvv! Hem gardaşlık, hem sofra, sonra da yok cigara... Himini himini him him. Gürsel abime neososyalizm+newagespiritüelistiyicilliği ideolojisinin 33'üncü dereceden muhafaza şövalyeliği regalyasını takmayı öneriyorum. Küreler olumlu, küpler olumsuz oy addedilecektir. Tak Tak Tak (ritm söylenmez). YAYIMLANMADI (aYIP iMZA)
02-04-2015 15:35 (3)
aYIP demişsiniz saygıdeğer fantom. aman millet yanlış anlamasın. gürsel abime ya da trollere yaptığım bi aşağılama, bi parishiltonkendinibeğenmişliği, bi ötekileştirmeveasimilasyonpolitikasıpropagandası, bi adamyerinekoymamazlık filan yoktu. talamusun sesi ve altı rumuzlarına yaptığım bi sözcük oyunu göndermesiydi. ve dahi aYIP olduğunu kabul ederim amma, aYIB'ım kendime idi. hürmetz mil.
02-04-2015 15:35 (4)
bi de, yorumlar akıllı telefonda açılınca o soru işaretleri kalkıyo. sımayliler beliriyo. sımaylileri hususi seçtim. bu kadar teknoloji kullanabilmem müthiş bi gelişme. a.y.a. döners
02-04-2015 15:36 (5)
Öncelikle gerektiginde dönüp bakabilcegimiz böyle bir derleme yaptiginiz icin tesekkür ederim. Bunlara ek olarak su da var ki, nasil ki insan beyni belirli sekilde düsünmeye meyil ediyor, belirli dini pratikler de insan beynini bence olumlu sayabilecegimiz sekilde degistiriyor. Mesela meditasyonun insan beynini nasil degistirdigi ile ilgili ibadullah calisma var. Baslangic olarak Matthieu Ricard'in "Change your mind, change your brain" sunumunu youtube dan izleyebilirsiniz, ya da google.scholar da meditation + neuroscience diye arayin. Eminim namaz kilanlarda da (hepsinde degil) benzer sonuclar bulunabilir ya da Kuran okuyanlarda, zikir yapanlarda. Seckin Sefi
02-04-2015 15:52 (6)
insanların manevi doyumu için ve bir zamanlar yaşamı düzenleyen önemli bir kurallar bütünü olarak din ve onun etkisini göz ardı ederek yürütülen siyasal çalışmaların Ülkemiz gibi, dini inançları baskın olan insanların yaşadığı yerlerde başarılı olması güçtür. Dini kullanarak ülke yönetimini ele geçirenler, olumsuz bir örnektir. sol düşünce toplumsal adaLET ana hedefini gerçekleştirmeye çalışırken inançlarında buna destek olan yanlarını öne çıkarmalı ve dini karşısına almamalıdır. hele de Türkiye de.. Laiklik konusunda 1927 de anayasa değişikliği ile atılan adım önemli ve başarılı bir başlangıçtır. Mustafa Kemal ve günün yönetimi bunu fark etmiş ve bugün dahi en doğru yöntem diye üzerinde anlaştığımız bir adımı atmışlardır. Solcu olmak, maddeci de olsak insanların inançlarını gözardı etmemizi gerektirmez.inanç ruhsal doygunluğun da önemli bir aracıdır, toplumsal yaşamı düzenlemeyi de hedefler. doğru anlatıp partizanca kullanılmasını engellemek gerekir.+++++
02-04-2015 15:52 (7)
ben soldan bakan biri olarak insanların inancına her zaman saygı duymak, onları yok saymamak, onları ve diğer dinlere inananları da yanıma alarak yolumda ilerlemek isterim.. nedeni belki, dindar ama adaleti önemseyen hem de sünni bir aileden geliyor olmamdandır..)) Ö.F.G
02-04-2015 17:42 (8)
Unutmusum, dinsel ritüellerin, meditasyonun beyindeki gerilimi azalttigindan 2. yazida bahsetmissiniz ama benim 5. yorumda kasettigim uzun süreli pratiklerin beyin yapisini degistirmesi. Bunun disinda bence yanlis olan bir nokta var ki o da genel olarak dini inanc ile, olmayan birseye inanmayi, kendini kandirmayi es tutmaniz. Bazi dini ögretiler insanin dünyayi egosundan (nefsinden) bagimsiz olarak görmesini amaclar ki bu kendini kandirmanin tam zittidir. Mesela meshur bir Zen budizmi kesisi olan Shunryu Suzuki'nin sözlerini aktarayim: "Sunu kesfettim ki, hicbirseye inanmamaniz tamamiyle ama tamamiyle gerekli. Inanmamiz gereken tek seyin bir bicimi ve rengi yok, öyle ki bütün bicimlerden ve renklerden önce geliyor. Hangi tanriya ya da doktrine inanirsaniz inanin, eger baglanirsaniz, inanciniz az ya da cok kendiniz merkezli bir fikre donusur. (Zen mind, beginner's mind)" Burada bicimsiz diye bahsedilen sey (sanirim) herkesin erisebilecegi bir zihinsel durum. Seckin Sefi
02-04-2015 17:42 (9)
1 numaralı yorumcu arkadaş. Bilmediğin konuda üslubunun perdesi, yine evrimsel bir sorundur. Bu sitede Tinsellik ile ilgili yazılarım var; ilgiliysen okursun, konuşuruz. Anlamamanın arkaik tepkilerine bakılırsa anlamanız imkansız da olabilir. ogürsel
02-04-2015 18:03 (10)
İlk önce islamı(şeriatı) öğrenin biraz mesai harcayın doğru düzgün-ki sağda solda rezil olmayasınız anlaşılan o ki Atatürk'ün çözdüm sandığı ve çöken uygulamayı yeniden üretmek derdindesiniz kemalizmden bir türlü kopamıyonuz güçlü hissetmek için galiba gezideki kitleye güvenen TKP ikiye bölündü)) öyle CHP yapmacıklığı ile dindar avcılığına soyunmayın bir iki getiriyle havaya girersin ama yükselemezsin zaten onları da elinde tutamazsın Aziz Nesinin bi lafı var Atatürk'ü seven dindar ya ahmaktır ya sahtekardır diye.Sürdürülebilir değil.Galiyevi de iyi anlamaya çalışın ayrıca lafla geçip gitmeyin.Bu adam dünün Bolşevik deneyciliği altında kalmış ama bugün diriltilmesi gereken bir adam.Ayrıca en önemlisi merkezi planlamanın inandırıcılığı kalmamış ki temelde sıkıntı var yani ve nüfus daha da artıyor ömür uzuyor insanları merkezden kontrol daha zor totalitarizm stalinci-sovyetçi modelin geleceği yok görünüyor verimli değil.Kuzey koreye veya kubaya ulaşırsın ancak.Tek ülkede sosyalizmle)
02-04-2015 18:02 (11)
Bu arada DİN konusunda çok hoş bir film izledim: PK Yeni bir Hint filmi, kuvvetle tavsiye edilir. AA.
02-04-2015 18:08 (12)
10 numaranın yorumundan bir şey anladım: Adam iki kelimeyi bir araya getiremiyor, ama çok biliyor. Helal olsun bu özgüvene. Anlamadım ama bunu anladım. İçeriğe eksi bir veriyorum, dil pabucuna 7 veriyorum, 3'le idare ediver. Yazıdan hiç anlamamış, ama olsun bu hiç bir zaman önemli değil zaten, hazır fikri var, dökmüş gitmiş. notubol
02-04-2015 19:55 (13)
Teşekkür ederim. Bir işi yapmak, solun en zorlandığı şey. Kuramsal dökümden sonrası için eylem tasarısı sizce nasıl olmalı? Saygılar. Ö
02-04-2015 19:56 (14)
2 kelime? bence epey kelimeyi biaraya getirmiş de noktalama işaretleri konusundaki sıkıntısı ileri boyutta. o yüzden de logore olarak bile tasnif edilemez. ama sitenin adsız yorumcularında aranan özellikler listesinin önemli şartlarını sağlıyo en azından 1. doğal olarak adsız olmak veya squimsonic niklerle / ne idüğü belirsiz inisiyallerle parıldamak 2. türkçe dilbilgisi, temel vokabüler, beyzik noktalama hususlarında (arada fena olmayanları çıkmıyor değil; şimdi yukarda Allah var!) ösym'nin aradığı niteliksiz güruhun halis bi üyesi olmak (ösym bilenleri değil, bilmeyenleri ayıklıyo. ama bizim leğende 5 pirinç, 1068 taş çıkıyo. e pilav? nanay! sorun da bu zaten!) 3. kendi fikirlerini 3 yaşındaki bebenin kendi kakasını seyretmesindeki şevkle bizlere sunma heveslisi olmak ("vay be, ben ne zıçarmışım!" - e normal, yersen inek gibi, zıçarsın bilek gibi. bu da lifçi sevgiliye kapak olsun) 4. amentü esaslarına yatkın referansları bize "ee evrimciler, işte size yaradılışın kanıtı" diye +++
02-04-2015 20:50 (15)
+++ höyküren harun yahya edasıyla sıralamak (ben bunları hep itidale davet ediyorum. diyorum metodoloji, diyorum istatistik, diyorum içtutarlılık, diyorum dünya barışı, diyorum balinalar ölmesin. ama yok!) kaçta kaldıydık? 5 miydi? önceden yazmıyom sizin gibi kifayetsizler. buraya spontan yazdıkça, kutu doldukça gönderiyom. 5 ya da 6 (bana komaz). ille "odunum yaş" demek! 6 ya da 7. "odunum yaş" diyen kendisi olmakla beraber yine ille "sen kendini beğenmişsin, bizi aşağılıyosun" nidalarıyla kendilerine "yav bak hele gardaş, sen halep diyon amma, arşın da burda. bi bahıvir istersen" diyenler karşısında tribünde mağduriyet havasının destek temposunu yakalamaya çalışmak 7 ya da 8. kaşınmak 8 ya da 9. feci kaşınmak 9 ya da 10. biz kaşıyınca da "örtmenim, bu var ya bu, beni kaşıdı örtmenim" diye zırlamak 10 ya da 11. bu da adsız olmak gibi doğal önşartlardan biri: yosip visaryonoviç cugaşvili'ye (aç da bak a kifayetsiz, o kimmiş) kıyısından köşesinden dokandırmak. ya yoruldum. a.y.a. köftes
02-04-2015 21:12 (16)
Sayın 13, böyle bir kuramsal planı değil kabul etmek, buna yaklaşan, halk içinde ciddi çalışmaya niyetli bir sosyalist hareket şu anda yok, ümidi de yok. O yüzden bunu defalarca ifade etmiştik, eylem tasarısı, her kişi ve grubun mütevazı şekilde kendi alanında kendi işini iyi yapmasını önermek, bunları desteklemek, öne çıkarmak. Bu tür örnek çalışmalardan bildiklerimizi bu sitede yayınlıyoruz. Herkes kendi çevresinde böyle çalışmalara girerse ve yayımlarsa iyi olur. Şimdilik daha fazlasını umut etmek anlamsız. Birikimi ve yeni liderleri böyle çalışmalar içinde bekleyeceğiz. Saygılar. Kaan a.
02-04-2015 21:24 (17)
Şahsız satranç oynamak... Kaan Hocam, ne kadar yaratıcı bir ifade... Az sözcükle çok şey söylemek bu olsa gerek... Ne kadar veciz bir söz...Hocam siz artık bir nevi sol doktoru oldunuz.
02-04-2015 21:25 (18)
Taylan Kara'nın sözüdür o sayın 17, yazıda belirtmiştim. K.A.
02-04-2015 22:00 (19)
Herşeyin kirlendiği kirletildiği bir zamanda ikinizi de severek merakla okuyorum Kaan Hocam. Sizin siyasal güncel yazılarınız, Taylan Hocamın düşünce yazıları bizlere yol gösteriyor, aklımızın nefes almasını sağlıyor. İyi ki varsınız.
03-04-2015 09:39 (20)
Yanlış anlamadıysam Foucault'nun mikrosavaş modelini öneriyorsunuz. Bence yanlış bir öngörü değil elbette. Kati ve çözüme kısa ve orta vadede vardırıcı çare ve yordamın olmadığını anlıyorum sanki. Teşekkür ederim yanıt verdiğiniz için. Ö
03-04-2015 10:05 (21)
Balporsuğu arkadaşım, yorumlarını daha efendi bir dille yazmalısın, hem ukala bir dil, belden aşağı laflarla hem de ismin yok, yorumlarının hepsini sildik. Yorum kurallarımız böyle. Terbiye sınırını azcık aşmaya ancak kimliği belli kişilerin izni var. Bir de yorum yazmadan önce yorum yazdığın yazıyı okumanı tavsiye ederim. Bu yazı on yılların emeği artı 4-5 aylık çalışma ürünüdür. Son paragrafında belirtildiği gibi onca bilimsel sava cep telefonundan attırmalarla cevap vermek olmuyor, kırk tane telefonun olsa bir şeye yaramaz, biraz emek ver. Yazıda verilenin hiç değilse yüzde birini ver. Biraz da saygı, biliyorum bulunmuyor, çok kıt, ama bizim hatırımıza bir yerden elde ediver. K.A.
04-04-2015 01:23 (22)
Büyükten küçüğe gidersek; genel anlamıyla, bir yaratıcıya inanma yolu olarak Din'in bizatihi kendisi, mevcut tüm dinler, islamiyet, müslümanlar, sünniler, bizim topraklarımızdaki taraftarlar... hepsi ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken durumlardır. Din derken bunların hangisini kastediyoruz? Dindeki yobazlıktan Hz. Mevlana da şikayetçi idi. Hatta Hz. Muhammet'in kapısını yumruklayıp, vakit namazı dışında kendisini camiye davet edenler vardı. Sorun, inancın insanı cendereye almasıdır. Dinlerdeki daha ılımlı yorumlar farklı tarikat-mezhepleri doğurmuştur. Ancak bunlar da, ana akım tarafından büyük tehlike olarak görülmüştür. Bu nedenle dinler içi savaş/kan dökme, dinler arası olduğundan belki daha fazladır (bkz. protestanlar ve alevilerin başına gelenler ve gelmeye devam edenler) Bizdeki durum, kitleler tarafından "islamiyetin hak din olduğunun" yani, yaratıcı tarafından tanınan tek ve son din olduğunun zan ve kabul edilmesindendir ki diğerlerinin bu durumda hiç şansı yoktur. 1/2 mh
04-04-2015 01:23 (23)
Bu ön kabul nedeniyle, cennet sadece kendilerine layık görülmekte, ancak yine de şu soru, sorulmaya devam edilmektedir; "hristiyanlar cennete gidecek mi?" Öyle ya, son din islamsa, müslüman olmayanların cennette işi nedir? İdrakleri yoruma kapalı kitle her zaman çoğunluk ve kalabalıktır, öyle de olmaya devam edecektir. Yani mevcut ana akımla hiç bir uzlaşı mümkün değildir. Ancak ılımlı yorumlar (melami, alevi, mevlevi gibi) geniş ve kucaklayıcı olup sizi buyur ederler. Ama bunun da yaşamsal riski bulunmaktadır (bkz. çorum, maraş, sivas). Bu topraklara has durumları da (kültür, gelenek) dikkate almak gerekir şüphesiz. Örneğin bir japon müslümanın bizdeki denli bağnaz olmayabileceği gibi (belki de yanılıyorum). Ya da diğer dinlerdeki insanlara bakarak, iyi olmak için müslüman olmanın şart olmadığı gibi (ya da inançlı olmanın). Bir de tasavvuf, deizm, teizm, panteizm gibi seçenekler var ki, bunlar da güruhta şiddetli allerji yapar, karşılığı yoktur (bkz. Hallac-ı Mansur, Pir Sultan)2/2 mh
05-04-2015 00:14 (24)
Din konusunda solun bu kadar mesafeli olmasının en önemli nedeni din tüccarı siyasal islamcılarla samimi inananları aynı safta görmeleri. Oysa ilk gruptakilerle mücadele edip ikinci gruptakileri kazanmak gerekli .Kolay değil elbette ancak toplumsal uzlaşmanın yolu bundan geçiyor. Toplumu kutuplaştırıp çatışma ortamı yaratıp bundan çıkar sağlamaya çalışanlara karşı birleşmek gereklidir.
05-04-2015 17:41 (25)
24 numaralı yorumcu benim anlatmak istediğim şeyin bir bölümünü iyi özetleyip ifade etmiş. Teşekkürler. Kaan Ars.
07-04-2015 16:42 (26)
Kaan hocam tespitleriniz çok önemli. İyice üzerinde tekrar tekrar düşünülerek okunması gereken bir yazı.Emperyalizm sömüreceği toplumları öncelikle cahil bırakmak için elinden geleni yapar, dinide afyon olarak kullanarak uyutur. Türkiye gırtlağına kadar cehalet bataklığın dadır, din insanlar üzerinde çok etkilidir. Sol din konusunda bi haber, sağ ise din konusunda tamamen yanlış bilgilere sahiptir. Emperyalizmin elinden kurtulmak demek bağımsızlığa kavuşmak demektir. Bence yazınız ağırlığını işte bu noktada koymuş oluyor.Elinize, birikiminize sağlık.Okan Önerci
08-04-2015 21:18 (27)
Sayın editör(ler), gerçekten "bir sözü olan" yorumları okuduğumda mutlu oluyorum, ama bu durum maalesef çok nadir gerçekleşiyor. Yorumlara ilişkin çok fazla şey de söylediniz aslında. Ama genel eğilim pek değişmemiş, değişmeyecekmiş gibi. Siz de arada bir (büyük ölçüde haklı olarak) bazı yorumlara "sinirli" cevaplar veriyorsunuz. Yorum yayınlama konusunda daha katı olmanızı önereceğim. Yoksa bu durum sizin "yola devam etmenizi" de çok yavaşlatacaktır. Size de yazık, bana da. Mesela bu yorumu yayınlamazsanız hiç bir şikayetim olmaz. Düşünce özgürlüğü demek herkesin her konuda bir şey söyleme hakkı anlamına gelmese gerek. Ayrıca, sözüm ona mizahi dille yazılan yorumlar var. Bu durum Gezi'deki "orantısız zeka"dan sonra iyice yaygınlaştı toplumda. Ama bir sorun var, herkes mizahi bir dil kullanamıyor; zorlamaya gerek yok. Hep aklımdaydı, ama kafam iyice netleşmeye başladı: Yorum bölümü böyle giderse, "sözü olan" yorumlara üzülerek de olsa, bir daha yorumları okumayacağım. Saygılarımla. BB
08-04-2015 21:23 (28)
bir daha da davosa gelmem
08-04-2015 22:18 (29)
Bay Başkan, mönü'den seçer misiniz kim yorum yazsın, kim yazmasın?
10-04-2015 23:01 (30)
Gel de şimdi bu yazıya kayıtsız kal...Şu kesindir ki Latin Amerika'da ezilenlerin ve sömürülenlerin kurtuluş mücadelesinde,Brezilya'da işçi partisinin kuruluşunda,Nikaragua'da Sandinistlerin devriminde,El Salvador'da FMLN'nin sağlamlaşmasında ''kurtuluş teolojisinin''katkısı muazzamdır.Sol gelenekte varolan bayağılaştırma ve kaba maddecilik eğilimcilerinin kafası ne zaman dank edecek acaba?Saygılar.Cener E.
11-04-2015 18:49 (31)
http://www.sendika.org/2015/04/marksizm-laiklik-ve-din-tartisilacak/
13-04-2015 20:00 (32)
31 numaralı yorumda bahsi geçen toplantı hakkında Ahmet Yıldız ODATV'de yazmış: Anti Marksist Laiklik Toplantısı: http://odatv.com/n.php?n=anti-marksist-laiklik-toplantisi--1304151200 Bu arada Stalin'in, Küba'nın, Latin Amerika solunun dine karşı değişen tutumları ve ilginç yaklaşımları konusunda bizim keskin din karşıtı sosyalistlerimizden bir yorum gelmedi. Tartışma, hele ciddi bir tartışma zaten beklemiyordum da. Sessuzluk... Her zaman olduğu gibi. Muhatapsızlık, ciddi tartışmada derin bir boşluk, yokluk, ama dogmalar, kalıp inançlar doğrultusunda herkesin bildiğini okuması... Kaan A.
29-04-2015 17:34 (33)
Din ve siyaset üzerine yazdığınız dört makaleyi yeni okudum. Genel olarak içeriğine katılmakla birlikte 4. makaledeki Alevilik ile görüşü siyasi olarak yanlış buluyorum. Atatürk Sünni kimliğine dayalı değil de Alevi ve nispeten daha laikliğe yatkınmış gözüken azınlığı öne çıkaran laik bir model kursaydı Türkiye kesinlikle bugün şeriatla yönetilen, parçalanmış ve büyük ihtimalle Alevilerin de İran'a kaçmak zorunda olacağı bir ülke olurdu. Atatürk laikliği sadece ve sadece vatan kurtarıcı olmanın verdiği meşruluk sayesinde bu denli köklü bir şekilde tesis etti. Haklı olarak ortaya çıkan "Ata" ve "Türk" mitini zedeleyecek küçük bir mezhepsel veya aşırı sol bir sapma laikliği ilk aşamada güdük bırakabilirdi. Esad veya Saddam rejimi Ulusal Kurtuluş Savaşıyla kurulmadığı için tam da bu tür bir mezhepsel "laikliğe" başvurmak zorunda kaldı. Laiklik Mısır'daki "kökü dışarıda" imajından da beter bir mezhep kimliği gibiydi. Bu kadar kolay yıkılması şaşırtıcı değil.
29-04-2015 17:35 (34)
(..devam) Daha önce sanırım adı politik psikiyatri olan makalelerden oluşan bir kitabınızda veya başka bir çalışmanızda din üzerine düşüncelerinizi okumuştum. Bu makaleler devamı gibi. Gökçe Fırat'ın son dört makalenizden yaklaşık 2 yıl önce yayınlanan şu makaleleri görüşlerinizle epey paralel: http://www.turksolu.com.tr/360/basyazi360.htm http://www.turksolu.com.tr/377/islam.htm http://www.turksolu.com.tr/461/ibadet461.html A.Ö.
29-04-2015 20:32 (35)
A.Ö. solun aşırısı nasıl oluyor. Yazar gibi ülkede kürt istilası olduğunu mu düşünüyorsunuz Hrant Dink cinayeti hakkında ne düşünüyorsunuz ç.
29-04-2015 21:53 (36)
Sayın 33-34 A.Ö, Benim yazımda Aleviliğin öne çıkarılmasının gerekliliği gibi bir sav yok. O yüzden sonraki söyledikleriniz de başka bir yazının eleştirisi olabilir. Ben sadece Alevilik yasaklanmasaydı, aşağılanmasaydı, Cem evleri kapatılmasaydı, onlara da Sünnilerle eşit dinsel haklar verilseydi diyorum. Hatta bunu da yapmayıp ezmeselerdi yeter, diyorum. Yani Aleviliğin öne çıkarılması gibi bir teklifim yoktu. Gökçe Fırat'ın dinle ilgili kimi görüşleri, evet benimkiyle paralel. Fakat bakın, Alevilik konusunda pek anlaşamamışız. Atatürk'ün dine karşı tutumu genelde doğru olmakla birlikte önemli eksikleri de vardı, yazıda belirttim. Ayrıca bu son makale işin siyasi en uç son noktaları. Önceki makalelerde bunun evrimsel-genetik köklerini açıkladım ki, bu görüşlerin büyük kısmı yabancı çalışmalardan derleme ve yeniden yorumlama, bir bölümü ise kendi özgün çıkarsamalarım ve sentezlerimdir. Her neyse, insanların birbirinden etkilenmesi, bilgi ve fikir akışması kötü değil, iyi bir şey. K.A.
29-04-2015 23:29 (37)
GF denilen kişi, rektörler yürüyüşünde 'ordu göreve' provokasyon pankartını açan, kürt kebapçılara gitmeyin diyen, genç türk diye ne olduğu belli olmayan grubu olan hareketin, istihbarat bağlantısı saptandığı için aydınlıkçılardan şutlanan adamı değil mi? Niye lafı edilir ki daha...
30-04-2015 23:02 (38)
Sol sapma üzerine Lenin Stalin ve Mao'nun tonla yazısı var. "Aşırı sol" yerine aşırı sol sapma dersem sizi memnun etmiş olurum herhalde :-) A. Ö.
30-04-2015 23:02 (39)
İdeolojik tartışma isteyenlerle devam edebilirim. Sataşma isteyene ayıracak vaktim yok. Buranın formatı da pek uygun değil. Kaan Beyle Alevilik meselesini tartışmak da gereksiz çünkü haklı olarak belirttiği gibi bu yazılarındaki bir detay. Yazılarının geri kalan kesimlerinin çoğuna katılıyorum zaten ancak sezgisel olarak benimsemediğim bölümleri de var. Yine de bunlara da girmemeyi tercih ederim çünkü yine kendisinin de belirttiği gibi mesele ideolojik olmaktan çok evrim, genetik ve tıp bilimleriyle ilgili ve cahili olduğum alanda ahkam kesmek istemem. Son olarak etkileşim olduğunu ima etmemiştim ama olabilir de sorun değil. Kim kimden ne okumuş ne zaman okumuş kim bilebiler. Herhalde bir tek Allah kimseyle etkileşmez :-) A.Ö
03-05-2015 16:04 (40)
Ben sataşmak için değil,yazarla aynı düşüncelere sahip misiniz diye sordum. Aynı düşüncelere sahipseniz zaten o konuda tartışılacak bir şey yok. Türkiye'de "aşırı sol"dan söz edilemez. Sola yönelik olarak liberal ve milliyetçi sapmalardan baskılardan söz edebiliriz de sol sapmadan söz edemeyiz. Keşke aşırı sol, sol sapma olsa da görsek. ç.
04-05-2015 10:53 (41)
(31).. (32) "sessuzluk" :)).. (33)-(34) G. Fırat'ın biri hariç diğer iki yazısını ben de dün yeni okudum. Bu yazı dizisinde ve oradaki yazılarda bilimsel, tarihsel, kültürel, dinsel, sosyolojik, siyasi vb. mühim saptama, değerlendirme ve fikirler var bence de. Umarım hak ettikleri değeri daha fazla bulur, tartışılır. Gerçeği bilmek isteyenler için en temel doğrulara ulaşmak mümkündür ve kişiler birbirinden bağımsız olarak da benzer sonuçlara ulaşabilir kanısındayım, ha teorik-pratik yaşam deneyimi sonucu ha sezgisel olarak.. (Bu arada alakasız olacak belki ama gene geçenlerde okuduğum Freudculuk eleştirisi yazı dizisinde de bahsi geçen Platon'un "doğuştan ideler" savının da doğru olduğunu düşünüyorum :P) (37)'de dikkatimi çeken itiraz konularından birisiyse "istihbarat bağlantısı saptandığı için aydınlıkçılardan şutlanan adamı" ifadesi oldu. Yorum sahibinin de kendisi bu kadar net midir acep bu "saptama" konusunda sadece merak ettim. Hadi o da "adı" gibi emin diyelim velhasıl G.F'nin +
04-05-2015 10:53 (42)
yazılarındaki birtakım konu başlıklarını bizlere "Niye lafı edilir ki daha" dedirtecek kadar külliyen yok sayma-saydırmayı haklı çıkarır mı bu husus? Yersizlik olsun diye sormuyorum affınıza değerli site sakinleri ve yorumcu da o tarz bir değerlendirme görünce aklıma bi ara herhalde twitterda tesadüf ettiğim Gün Zileli'nin de dönemin aydınlık gazetesinde ingiliz ajanı olarak nitelendirilmesi gündeme gelmişken o zamanlar gazete y.işleri müdürü (veya editörü) Irmak Zileli'nin bu konuda karşı tavır alması nedeniyle böyle bir haberin yapılmasından vazgeçilmiş olduğu gibi bir mevzu geldi. Doğrudur değildir bilemiyorum tabi ama duyunca çok da şaşırmamıştım yalan olmasın :)) Neyse ben sizin de sanırım desteklediğiniz bu saptamaya katılmamakla birlikte bu saptama doğru dahi olsa gene aklıma düşüveren bir hadisi paylaşmak istedim şu anda yatakta anasından süt emen yavru kedilerimin yanında: İLİM ÇİN'DE de OLSA GİDİP ONU ALINIZ! Tabi bu hadis GERÇEK mi değil mi onu da siz araştırınız.. :d (hya)
04-05-2015 11:06 (43)
G.F'ye karşı veya Türk Solu'na karşı alınan tavrı http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1092 yazısında geniş ele aldım. G.F. veya Türk Solu'nu ciddi olarak eleştirdiğim noktalar var. Fakat onu "faşist" "ajan" diye nitelendirenlerin tenceresinin dibi onlarca kat daha kara. PKK'ya HDP'ye laf edemeyeceksiniz, Apo'nun emirlerinden çıkamayacaksınız, sonra Türk Solu'nu aşağılayıp solcu olduğunuzu kanıtlamaya çalışacaksınız. Hadi oradan samimiyetsiz kifayetsizler. Aydınlık'tan istihbarat bağlantısı nedeniyle şutlanmışmış! Olabilir de olmayabilir de, nereden bileyim, fakat Aydınlık zaten istihbarat bağlantılarıyla övünen bir akım bildik bileli, bu ne saçma bir tez. HYA nın dediği gibi G.F. tamam ırkçı olsun, ajan olsun, faşist olsun, bir yazı yazmışsa ne yazdığını, fikirlerini eleştirirsiniz. Ama bizim mankafa solumuzda bu düzey, o olgunluk yok ki. Bu budur, şu da şudur, birtakım etiketler, birkaç kalıp cümle, hooop, oldu bitti. Hiç değilse bu siteden uzak durun iki yüzlüler. Kaan A.
04-05-2015 13:06 (44)
Kaan Arslanoğlu beni rahatsız eden Hrant Dink'in öldürüldüğü hafta gittiğim kitap fuarında Hrant Dink'in ölümüne sevindikleri afişti. Bir de Kürt istilası tespitleri sizin gibi beni de rahatsız ediyor. HDP'yi eleştirsinler biz de eleştiriyoruz (katılmasam bile ırkçı desinler onu da tartışırız) ama bir etnik kimliğe yönelik istiladan bahsetmek ayrı bir şeydir. Eleştiriniz bana yönelik değildi zannederim. Yine de açıklama gereği duydum ç.
04-05-2015 13:07 (45)
Sayın Ç, Benim muhatap aldığım yorum 37 nolu isimsiz yorum. Daha önce A.Ö'de aynı yorumu kast ederek sataşmadan bahsetmişti. Ama siz hem benim 43'deki cevabımı, hem A.Ö'nün 39'daki sataşma serzenişini kendi üstünüze alındınız. :)) Durum budur, sizi suçlayan veya size bu anlamda cevap veren yok. Problem 37 deki imzasızda. Saygılar. Kaan A.
04-05-2015 15:29 (46)
A.Ö.'nün 39 numaralı verdiği cevapta 37 numaralı yorum ile benim yorumu birleştirdiğini düşünerek cevap verme gereği duydum. Haklısınız gereksiz alınganlık göstermiş olabilirim. Sizin cevabınızın bana yönelik olup olmadığını yorumunuzdan anlayamamıştım açıklamanız için de ayrıca teşekkür ederim:)) Size de saygılar ç.
04-05-2015 22:29 (47)
Sayın hya 42, doğru olduğuna ittifakla inanılan tek hadis (peygamberin sözü) vardır, o da 'benden sonra, benim ağzımdan hadis uyduracaklardır'. Dolayısıyla yüzbinlerce hadisin güvenilirliği şüphelidir. Biz de kendisine saygımızdan, o dediğine inanırız.
05-05-2015 13:09 (48)
:)) evet Hz. Muhammed'in bu sözü önemli bi konuya parmak basmış. İsabetli de bir öngörü olmuş. Genele de uygun bi saptama bence de. "Çimlere basmayınız!" (Atatürk) esprisi dolanırdı bi vakitler mesela. Paylaştığım hadis de tartışmalıymış biraz araştırınca gördüm. Ancak her türlü şüpheden uzak güvenilir bir hadis veya değil ama kim demişse de doğru bir söz ve altına ben de imzamı atarım. Ben yorumumdaki diğer meseleyle de irtibatlı diye konuyu o şekilde bağlamıştım. İroniyle karışık trajik bakış hesabı :)) "Hikmet nerden gelirse gelsin onu alın ve öğrenmeye bakın." ana temalı Hz. Ali sözü-bakış açısıyla aynı doğrultudadır ki keşke herkes bu minvalde hareket etse.. Hayatları da güzelleşirdi valla. Bunun da dürüstlük ve samimiyet temeliyle bu gelişen dinamik hayata ters statik ve egosuz kalıpsız kompleksiz zeminle paralel olduğunu düşünüyorum ki pek çoğunun harcı değil o yüzden minimum veya tercihen sıfır beklenti iç huzuru da artırabilir fikrindeyim. Âmin (hya)
08-05-2015 00:16 (49)
Sayın Ç Kaan Bey'in verdiği yanıtta belirttiği gibi sataşma derken sizi kastetmiyordum. Ayrıca buradaki konuyla ilgili olmadığı için Hrant veya Kürt konusundaki TürkSolu tezlerini tartışma gereği duymamıştım. Benim bakamadığım süreçte zaten tartışıldığına göre şöyle diyebilirim: Gökçe Fırat ve TürkSolu yaklaşık 10 yıl önce bu tezleri işlediğinde çok sert eleştiri ve saldırıda bulunan pek çok kişi şu anda bizim "sağımızda" kaldı ya da daha doğru bir ifadeyle daha uç milliyetçi bir konuma geldi. Türkiye'de etnik kimlik bilincinin güçlenmesi bir olgudur. Herhalde kimse bunun için TürkSolu'nu ve hatta genel olarak ulusalcılığı suçlayamaz. Türkiye bir iç savaşa sürükleniyorsa Türk kutbunun da ortaya çıkması doğal. Kimse bu gelişmelerden dolayı TürkSolu'nu suçlayıp kendini kandırmasın. Genel olarak milliyetçiliğe karşı çıkacaksanız bile kaçınılmaz olan Türk milliyetçisi yükselişin en azından laik, sol ve antiemperyalist renkte bir temsilcisinin de olmasına sevinmeniz gerekir. A.Ö.
08-05-2015 16:36 (50)
Bana kalırsa da tartışma Türk solu üzerinden değil, genel olarak milliyetçilik konusunda olursa polemikten öte daha çok katkı sağlar. Milliyetçi ya da liberal siyasetin sol olamayacağını düşünüyorum. Milliyetçili siyaset anti emperyalist olmak istese bile olamaz tam tersi emperyalizmin işine gelir. Günümüz kapitalizmi ulus devletlerin küçülerek emperyalist ülkelere daha bağımlı hale gelmesine istemektedir. Bugün Yugoslavya'dan dağılan ülkelerde solun alanı daralmıştır. Yaşanabilecek Türk Kürt çatışmasında da kazanan emperyalizm olacaktır. Mersin'de yaşanabilecek olayları şiddetli çatışmaların tamir edilemeyecek hasarlara yola açacağını düşünüyorum. Bir de böyle bir şey yaşanması durumda Kürt hareketi de Türk milliyetçileri de daha az hasar görebilmek için dış destek arayacaklardır. Bunun için emperyalizme daha bağımlı hale gelmelerine yol açar. Chavez ne kadar başarılı oldu tartışabilir ama tam tersi enternasyonalist çizgide Latin Amerika ülkelerinin birlikteliğini kurmaya çalıştı ç.
08-05-2015 18:51 (51)
Milliyetçilik konusunda kaçırdığınız bir şey var bana göre sayın Ç. Sosyalist devrimlerin büyük çoğunluğu (bir tek Ekim devriminde ön planda değildir) milliyetçi damarı güçlü devrimlerdir. Yani sol, milliyetçilikten alabildiğine yararlanmıştır. Buna yurtseverlik, vatan savunması falan gibi adlar vermek bir şeyi değiştirmiyor. Rus devrimi de sonradan milliyetçi olmuştur, Nazi'lere karşı direnişte bu doruğa çıkmıştır. Kabul edilen ana ölçüt şu gibi: Bir milliyetçi hareket halkçı ve anti emperyalist karakter gösteriyorsa ilericidir, solcudur. Ama emperyalizm ile bağlantı içindeyse, halkçılığı da zayıfsa (HDP gibi) ilerici değildir, solcu değildir. Kaan A.
08-05-2015 23:20 (52)
Milliyetçilik halkına yönelik olursa anti emperyalist çizgide olamaz. Anti emperyalist çizgideki harekette zamanla emperyalizmin hizmetine girer. Dışardan müdahaleye yönelik geliştirilen milliyetçi tepkiler zamanla anti emperyalist çizgiye evrilebiliyor. Solun yararlandığı bu tür milliyetçiliklerdi. Nazilere karşı da halkın büyük çoğunluğunu mücadele etmesi için Rus milliyetçiliğinden yararlanmıştır. Bu milliyetçiliklerin yarattığı sorunlarla daha sonra da mücadele etmek zorunda kaldı. Buna rağmen Putin yarın ki Zafer kutlamalarını sahipleniyorsa bu milliyetçiliğin etkisi de vardır.Türk ve Kürt milliyetçiliği bugün için solun yararlanabileceği bir durum yaratma ihtimali yok. Günümüzde milliyetçilikler de Suriye gibi emperyalizmin Türkiye'ye dış müdahalesi olmadığı sürece solun kimlik siyasetine savrulmasını sağlar.(sosyalist çizgiden uzaklaşmasına) Ulusalcılarında HDP'nin de bugün anti emperyalist bir çizgi de olduğunu söyleyemeyiz. ç.
08-05-2015 23:36 (53)
Chavez örneğimi de açayım. Öncelikle içeride yurtsever (milliyetçilikten) yararlandı. Milliyetçiliğin anti emperyalist çizgide olmasını sağladı. Daha sonra ise Latin Amerika birliği için girişimlerde bulunarak (bunu ne kadar sağladığı Latin Amerika ülkelerindeki iktidarların ne kadar sol olduğu da tartışılabilir) emperyalizmin etki alanına müdahale bulundu. ç.
09-05-2015 09:03 (54)
Sn ç 53, halka yönelik milliyetçilik nasıl oluyor anlamadım ama türk ve kürt milliyetçiliğini, ulusalcılar ve hdp'yi aynı potada değerlendirmenize katılmıyorum. Türk milliyetçiliği artık genel anlamda ve çoğunlukla vatandaşlık esaslı bir üst kimlik olarak kabul görüyor ve son yılların etkisiyle de ''ya, hepimiz müslüman değil miyiz?'' denerek sıradan sağcı vatandaş tarafından devalue ediliyor, basıncı düşürülüyor zaten. Bu iyi midir derseniz: basıncı düşürmek iyidir ama, yerine dini koymak değildir. Ulusalcılık-yurt/vatanseverlik de buna benzer şekilde solun geliştirdiği bir tutum olarak görülüyor. Bu anlamda türk milliyetçiliği, türk-islam, ulusalcılık vs etkisiyle çoğunlukla ehlileşmiş olmasına karşın kürt milliyetçiliği henüz ham, arkaik, fazlaca agresif ve ırkçıdır. Bütün insan topluluklarında bir şekilde milliyetçilik sürecektir. Bu ise gelişmemiş ülkelerin sorunudur, SSCB'de de slav milliyetçiliği yok değilmiydi ? mh
09-05-2015 16:00 (55)
Sadece dediğiniz gibi sadece vatandaşlık kimliğine dayalı milliyetçilik olsa. Ama Türk milliyetçiliği de kimlik siyasetine dayanıyor. İzmir esnafına "İngiliz" tabiri kim için kullanılıyor bir sorun derim. Mersin'de MHP belediyeyi kazanırken şehri Arap ve Kürtler yönetiyor artık biz Türkler yöneteceğiz propagandasını yaptı. (CHP'li eski belediye başkanı Arap kökenliydi) Bu milliyetçilikleri üst kimlik ile açıklamayız. SSCB'de de sorunlar mevcuttu. Slav milliyetçiliğinin ekisi azaltılmıştı. Milliyetçi tepkiler emperyalizme karşı yöneltilmeye çalışılmıştı. Ermeni ve Azerilerin birbirine olan milliyetçi bakış açısı SSCB çatısı altında bile önlenemedi. Bugün Türk ve Kürt milliyetçiliği birbirlerinin karşıtlığı üzerinden şekilleniyor. Eğitim dili İngilizce olsun desem Türk ve Kürt milliyetçilerinden çok tepki almam. Ama eğitim dili Türkçe olacak dersem Kürt hareketi mensupları beni faşistlikle, eğitim dili Kürtçe olacak desem Türk milliyetçileri beni bölücülükle suçlar. ç.
09-05-2015 20:49 (56)
Din konusunda bile Marksist şablonu kırıp yeni bir materyalist tavır geliştirilmeye çalışılırken millet gerçeği konusunda sapına kadar bilimdışı ve yobazca bir inkâr içinde olmak mantıksız. Millet gerçeğini reddedenler zaten sınıf gerçeği temelinde bir örgütlenme veya eylem içinde değil. Dolayısıyla sol görünümlü ulusal inkarcılık ya en has liberalizm ya da kürt ırkçılığıyla sonuçlanıyor. Sovyetler ile ilgili iddialar yüzde yüz yanlış. Tarihin gördüğü en geniş sınırlı Rus imparatorluğuydu. Mersin'deki nesnel durum da pek öyle değil. Arapların temel çelişkisi kesinlikle Kürt yayılmacılığıyla. Sonuçta çarşı pazar ve rantı kaybeden yörükler olmadı yerliler oldu. Millet gerçeğini kabul edin derken bunu kastediyorum. Milliyetçi değilseniz bile gerçeklere çıplak gözle bakın işe yaramaz bir 19.yy gözlüğüyle değil. Son olarak sol milliyetçilik bulmak için 5000 km öteye L. Amerikalara gitmeniz gereksiz. Kemalizm milliyetçiliktir. Gayet de başarılı ve ilerici bir mirası var.
09-05-2015 20:50 (57)
Biraz önce attığım yoruma imza atmayı unuttum galiba. A.Ö.
09-05-2015 22:03 (58)
Sovyetler Rus İmparatorluğu değildir. (eleştirilecek noktaları yaptığı hatalar vardı) Bugünkü törenlere katılan Azerbaycanlıları Türk olarak görmüyorsanız dediğiniz doğru olabilir de. (Bugün sosyal medyada Azerbaycanlılar Nazi işgaline karşı insanlık için ölen Azerbaycanlıları anarken bizim ulusalcılar ve Türk milliyetçileri sosyal medyada Rus gününü anan solcular olarak yorumlarda bulunuyor.) Bugünkü törenlere Azerbaycan,Kazakistan, Kırgızistan askerleri de katıldı. Ufuk Uras'ta açıklamalarında Obama'yı devrimci görürken Sovyetleri Rus imparatorluğu olarak görüyor. (milliyetçi de değil) Liberalizm ile Milliyetçilik tam tersi birbiriyle ilişkili düşüncelerdir. Solun Azerbaycanlılara,Kazaklara,Kırgızlara bu kadar uzak durmasını doğru bulmuyorum. Mersin'deki durumu söylerken seçimi kazanmak için kazanan belediyenin yaptığı propagandayı söyledim. Yoksa bir şehri yada ülkeyi etnik unsurlara göre ayırmanın birbirini düşman görmenin bize kazandıracağı bir şey olmadığını düşünüyorum. ç.
19-05-2015 13:25 (59)
Sayın Ç. yorumunuzu geç gördüm. Polemik çok uzamasın diye sadece SSCB'nin kurucusu Lenin'in MK'ya son mektubunun linkini veriyorum: https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1922/dec/testamnt/index.htm Türkçesini bulamadım ama olması gerekir. Lenin kendi kurduğu devleti Sovyet yağıyla cilalanmış Rus Çarlığı mekanizması olmakla, Stalin'i ise Çarcılardan beter bir şovenist olmakla suçluyor. Elbette hem Stalin hem Troçki hem Zinoyev mektubu hiç sevmedi ve mektup MK'ya açıklanmadı. Stalin ifadesiyle "hasta bir adamın sayıklamaları" kabul edildi. Zaten Lenin de sanatoryumdaydı. Küçük bir bilgi daha Milli Komünistlerin lideri Sultan Galiyev'in infazıyla sonuçlanan Çeka soruşturmasında en önemli suçlama: Lenin'in gizli mektubunu MK'ya yayma. İyi de mektup zaten MK'ya yazılmıştı. Esas suç işleyen gizleyen Yeni Çar'dı. A.Ö
19-05-2015 23:26 (60)
(59) sayın Özsoy. Küçük ama büyük bilgileriniz için teşekkürler :)) Lenin'le ilgili cümlenin başını yanlış anlamadıysam eğer (ufak bi anlatım bozukluğu var galiba-suçlama hususu) ordan aklıma şu geldi: Bence de zaten çok uzun bir toplum ve devlet geleneğinden gelen Anadolu insanı Atatürk'ü de bir nevi yeni kurulan cumhuriyetin yeni son padişahı olarak görmüş ve hissetmiştir. Bu da gayet doğaldır. Evet adı Türkiye Cumhuriyetidir, adı cumhurbaşkanıdır vs ama bir toplumun tüm algı anlayışını, arkaik mirasını ve bu mirasın yarattığı duygu-düşünce durumunu ve bütünlüğünü bir sihirli değnek misali bir anda tümüyle ortadan kaldıramazsınız. Kaldı ki dünyanın egemen tayfası bugüne dek siyasi ve kültürel planlamalarını uzun süreçleri hesaba katarak on yıllar temelinde yapmış ve yapıyor olsa gerek. Hedefler büyükse buna dönük tedbir ve hamlelerin, planların da asırları kapsaması beklenir. Başa dönersek sanırım Lenin'in kastettiği de bu psikolojik minvalde değerlendirilebilir diye düşünüyorum. hya
20-05-2015 15:15 (61)
Lenin’in son mektupları sahiden büyük önem taşıyor.Sayın A.Ö’nün konuya temasını biraz açmakta yarar var.1)Lenin 23 aralık 1922’de 12.Kongre’ye (Nisan 1923)yönelik birinci mektubunu yazdı.Lenin’in önerisi,Merkez komite üye sayısının birkaç düzineye,hatta yüze çıkarılmasıydı.Lenin 24 aralık 1922’de ikinci mektup’ta bazı Merkez komite üyelerinin kişilik özelliklerini resmediyordu(Troçki,Stalin,Kamanev,Zinovyev,Buharin,Piatakov)ve partide bölünme olmaması için önlemlerini sıralıyor,partide kendisinden sonra istikrar istiyordu.İstikrar,bölünmeyi önleyecekti.’’Partimiz iki sınıfa dayanmaktadır ve bu nedenle,bu iki sınıf arasında uzlaşmaya varıldığında,istikrarsızlık ve çöküş söz konusu olabilir.Böyle bir durum için bu ya da şu önlem almaktan ve hele de MK’nin istikrarından söz etmek anlamsızdır.Böyle bir durumda hiçbir önlem bölünmeyi önleyemeyecektir.Ama bunun uzak gelecekte olmasını ve üzerinde konuşmayı gerektirmeyecek,fazlasıyla imkansız olay olmasını umut ediyorum''.++
20-05-2015 15:15 (62)
+İstikrar derken,yakın zamanda bir bölünmeye karşı garantiden söz ediyorum ve salt kişisel olan bir dizi görüşümü aktarmak isterim.Bu açıdan istikrar sorununda esas olarak Troçki ve Stalin gibi MK üyelerini düşünüyorum.Onlar arasındaki ilişkiler,bence, engellenebilecek bir bölünme tehlikesi yaratıyor ve engellenmesi için,bence örneğin MK üye sayısını 50’ye,100’e çıkarmak gerekir.Yoldaş Stalin,Genel sekreter olduktan sonra,eline sınırsız bir iktidar geçti ve ben,onun her zaman elindeki bu gücü yeterince dikkatle kullanacağına inanmıyorum.Öte yandan,yoldaş Troçki,ulaşımdan sorumlu Halk komiserliği sorununda MK’ya karşı mücadelesinin de gösterdiği gibi,sadece muhteşem yeteneklere sahip biri değil,kişi olarak şu anki MK’de belki de en yetenekli adamdır,ama kendisine aşırı güven duymakta ve işin salt idari yanı üzerinde fazlasıyla durmaktadır.Şu anki MK’nin iki liderinin bu iki özelliği,bilmeden bir bölünmeye götürebilir ve parti bunu engellemek için önlem almazsa bölünme aniden gelebilir.+
20-05-2015 15:16 (63)
+2)Lenin 24 aralık 1922’de yazdığı bu mektuba 4 ocak 1923’te bir bölüm ekledi ve şöyle yazdırdı:’’Stalin çok kaba,bizim aramızda ve biz komünistler arasındaki iletişimde tamamen kabul edilebilir olan bu eksiklik,genel sekreterlik görevinde kabul edilemez.Bu nedenle yoldaşlara,Stalin’in görevinden nasıl uzaklaştırılabileceğini ve yerine her açıdan Stalin’den bir adım üstün olan,yani daha hoşgörülü,sadık,kibar ve yoldaşlarına karşı dikkatli,daha az kararsız vb.birini getirmeyi düşünmelerini öneriyorum.Bu durumun çok önemsiz bir sorun olduğu düşünülebilir.Ama,bir bölünmeden kaçınmak açısından ve yukarıda anlattığım Stalin ve Troçki arasındaki ilişkiler açısından,bunun önemsiz olmadığını ya da böylesine önemsiz bir sorunun ciddi sonuçlara yol açabileceğini düşünüyorum.3)Lenin ölüm döşeğindeyken bile Gürcistan sorunun peşini bırakmadı.5 Mart 1923’te Lenin,Troçki’ye çok gizli,özel bir mektup gönderdi:’’Sevgili Troçki,Parti merkez komitesinde Gürcistan davasının savunmasını üstlenmenizi++
20-05-2015 15:16 (64)
+ özellikle rica ediyorum.Bugün bu dava,Stalin ve Dzerzhinsky’nin baskıcı ellerindedir ve onların tarafsızlığına güvenemem.Troçki bu mektuba olumlu yanıt vermişti.4)5 Mart 1923 tarihli Staline göndermiş olduğu mektup:’’Yoldaş Stalin’e,çok gizli,özel,kopyaları Kamanev ve Zinoviev yoldaşlara.Çok saygıdeğer Stalin yoldaş,Karıma telefon edip hakaret edecek kadar kabalaştınız.Kendisi söylenenleri unutmaya hazır.Yine de Zinoviev ve Kamenev’e olanlardan sözetmiştir.Benim ise bana karşı yapılanı öyle kolayca unutmaya niyetim yok ve karıma karşı yapılan her şeyi bana karşı yapılmış sayacağımdan kuşku duyulmamalı.Dolayısıyla sözlerinizi geri alıp özür dilemeyi mi,yoksa aramızdaki ilişkileri koparmayı mı yeğleyeceğinizi düşünmenizi istiyorum.’’5)Lenin, 6 Mart 1923’te,Gürcü komünist liderlere yanlarında olduklarını bildiren son gizli mektubunu yazdı.Bu mektubun kopyalarını Troçki ve Kamenev’e de gönderdi.Lenin diyordu ki:’’Sevgili yoldaşlar,Davanızı bütün kalbimle destekliyorum.++
20-05-2015 15:16 (65)
++Ordzhonikidze’nin kabalığı ve Stalin ile Dzerhinsky’nin kayıtsızlığına öfkeliyim.Sizin için notlar ve bir konuşma hazırlıyorum’’.Lenin’in son sözleri,mektupları böyleydi.Bunların sümenaltı edilmesinde başı çeken elbette Stalin idi.Troçki’nin davranışı Stalin ile benzerlik oluşturmuyor;kendi davranışı(mektupları 12.Kongre’de okumaması ve devamı) tam bir kafa karışıklığı,suskunluk,geri adım atma, hatta bir basiretsizlik örneği idi.Sahiden çok önemli bir dönüm noktası olması nedeniyle üzerinde durulmaya değer çok sıcak günlerdi.Fazla uzadıysa affola.Caner E.
20-05-2015 20:10 (66)
Lenin'in vasiyetine ilişkin Caner E. ve hya'nın yorumlarını tekrarlamadan yorumunuza ilişkin cevapta bulunayım. Öncelikle vasiyetine ilişkin ilave yapıldığına dair şüpheler olmasına rağmen vasiyetin doğru olduğunu düşünmekteyim. Vasiyette Stalin'e yönelik şovenist nitelemesini okumadım. Her önüne gelene şovenist denilmesini de doğru bulmamaktayım. (Stalin şovenist değildir sadece rus ve sovyetlerde bulunan diğer unsurların milliyetçiliklerden 2. dünya savaşında yararlanmıştır.)Lenin vasiyetinde iktidar değişiminin toplumsal dönüşümü yeterince sağlamadığından söz etmiştir Sovyetlerde istenilen toplumsal değişim sağlanamamıştır. (İstenilenle kat edilen yol arasında farklılık bulunmaktadır. Bu durum sosyalist değişim olmadığı anlamına gelmez) Sovyetlere Rus çarlığının devamı olduğu saptamasında bulunursak Türkiye'ye Osmanlı'dan bir farkı yok dememiz gerekir. Tanzimattan itibaren başlayan süreç burjuva devriminden (cumhuriyet) sonra da devam etmiş. ç.
20-05-2015 20:19 (67)
Cumhuriyetle yaşanan değişimi yok kabul edemeyiz. Ama sovyetlerdeki değişimle kıyarlarsak sovyetlerdeki toplumsal değişim daha çok yol kat etmiştir. Bu durum burjuva devrimi olmasından osmanlının toplumsal yapısı ile çarlığın toplumsal yapısındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Geçmişten daha çok bugünü tartışmaktan yanayım. Bugün daha etkili toplumsal değişimi sağlayacak araçlar bulunmaktadır. O gün için kitle iletişim araçlarının etkisi bile sınırlıdır. Toplumsal değişim için bir yerden bir yere zorluklarla gidilirken bugün için ulaşım da daha kolay,oraya gitmeden televizyon aracılığı ile bile(etkisi sınırlı olsa da yüz yüzeye göre) toplumsal değişim için propaganda çalışması yapılabilmektedir. ç.
20-05-2015 22:29 (68)
Sayın Ç'ye bana üniversite yıllarımın alıntı savaşlarını hatırlattığınız için teşekkür eder, sayın editöre de makalesi ile çok bağıntılı olmayan bir konuda tartıştığımız için özür dilerim. Makalede Lenin Stalin'i tam olarak "'küçük milletleri' milliyetçi-sosyalist olmakla suçlayan aslında tam olarak da gerçek milliyetçi-sosyalist olan küfürbaz Büyük Rus Kabadayı" olmakla suçluyor. İşin ilginci bunu İngilizceden çevirmek zorunda kaldım çünkü 3 yıl önce kolaylıkla "enternasyonalist" ml örgütlerin sitelerinde Türkçesini bulabilirken şimdi bir türlü bulamadım. Demek oralarda ikna edilmesi gereken Türk kalmamış. Hatta çok okuyan bir Türk meşhur "Gürcistan Olayı" üzerinden Galiyev'e de ulaşabilir çok tehlikeli!!! Size Türkistan, Afganistan, İran, Boğazlar, Yunanistan, Hindistan, Çin üzerinden Sovyetlerin reel politikalarından örnek vermeyeceğim çünkü anlaşılan alıntılar hala daha etkili oluyor. Son olarak liberalizm ve milliyetçilik arasında bir pozitif bir korelasyon kurmanız ve Stalin +
20-05-2015 22:30 (69)
+ konusundaki hassasiyetinizden yola çıkarak ve sol geleneğinizi tahmin ederek şunu söylemek isterim: Liberalizm bireyciliktir. Tarihte var olan her türlü başarılı milliyetçi hareket kollektivist her kollektivist hareket de eninde sonunda milliyetçidir. Pozitif bağıntı liberalizm ile milliyetçilik değil komünizm ile milliyetçilik arasındadır. Ve üzülmeyin bunun Nazizm ve Hitler ile hiçbir alakası yok. Buradan sonrası sayın K. A. gibilerine ait. İnsanın cemaatçi genlerinin de bireyci genleri kadar önemli olduğunu ispat eden biri "dinsel doğamız" kadar kavimsel bir doğamız olduğu gerçeğini de ortaya çıkarabilir. İşte bunu bilime sapına kadar sadık olsalar da herhalde liberalizme ve küreselleşmeye büyük darbe vuracağı için ABD'li bilim adamları yapamaz. Bizde de o bilimsel olanaklar olmadığına göre; en azından milliyetçilik öcüsünden korkmak yerine solcuların her zaman yaptığı gibi teorisini yapamaz mıyız? A.Ö
21-05-2015 05:35 (70)
Benim de Lenin'in vasiyetini okuduğum uzun yıllar oldu. Editörlerin de tartışmadan rahatsız olacağını düşünmüyorum. Gereksiz uzayan polemikler birbirini aşağılayan yorumlardan rahatsız olduklarını dile getiriyorlar.(Stalin önemli bir tarihsel figür olmasına karşın Stalin'in siyasal hataları çoktur sistemi nazizme karşı koruyan aynı zamanda yıkılışın temellerini atan kişidir. Yer yer pragmatist siyaset yapmıştır, ideolojik altyapısından daha çok propaganda konusunda başarılı bir liderdir. ) Antropoloji bilgi sahibi olduğum, ilgilendiğim alandır. Milliyetçilikte çok eski tarihlere dayanan bir ideoloji değildir. Siz aidiyet duygusundan söz ediyorsunuz bunun tarihi ilk insanlığa kadar götürülebilir. Kolektivizmi de besleyen bu aidiyet duygusudur. Ayin biçiminde olan inanç günümüzde tören olarak seküler bir şekil almıştır.Sibel Özbudun'un din antropoloji alanında önemli çalışmaları bulunmaktadır. Farklı düşündüğüm yerler olsa da ç.
21-05-2015 05:35 (71)
Liberalizm ile milliyetçilik birbirine zıt ideolojiler gibi düşünülmektedir. Gerçeklikte biribirne o kadar zıt ideolojiler değildir. Bonapartizmde de nazizm de liberal ideolojiler bulabilirsiniz. Milliyetçilik toplumsal aidiyeti sağladığı gibi diğer etnik unsurları düşman olarak gördüğü içinde düşmanı farklı yerde aranması sağlanır. Bugünkü iktidarda tüm kapitalist sistemler milliyetçi ideolojilerden yararlanır. Bugünkü liberal solun yaptığı kimlik siyaseti de bir tür milliyetçiliktir. Kimlik siyaseti yerine insanlığın ortak değerleri üzerine aidiyet duygusu yaratabilirse(enternasyonalizm) bu tür aidiyet duygusundan kimse zarar göremez. Bugün ABD'de küreselleşmeden yararlanmak için daha parçalanmış ulus devletleri amaçlamaktadır. Buna yönelik politikalar geliştirmektedir. ç.
22-05-2015 08:42 (72)
sayın Özsoy başıma gelen bazı uçurma olaylarından sonra o birilerinin neleri ve veya kimleri uçurma ya da uçurmama, vitrine alıp almama, önemseme ya da önemsememe hususlarında kaale aldıkları kriterler üzerinde ciddi ciddi düşünmek gerektiğine inanır oldum yalan değil :P
22-05-2015 08:43 (73)
pardon isim eklemeyi unuttuk sanırım (hya)
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210751
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.