Tüm din büyüklerinin üstünde durduğu kıyamet alametleri bu kadar açık şekilde ortaya çıkmışken, gaflet içindeki insanlığın güya dindar kesimleri bile o alametleri cinsellikte, kadın bedeninde, orada burada arıyordu. Aklı
Klişe bir muhabettir: Bir insanın yapısını belirlemede “genetik mi daha önce gelir, çevre koşulları mı? Onlarca yıldır süregiden bir tartışmadır bu.
“Bir canlının doğasını belirlemede çevre mi yoksa genetik mi
Bu yazıda Dr. İlknur Arslanoğlu, Dr. Yavuz Dizdar ve bir İnsan BU editörünün görüşlerini aktarıyoruz:
Gebelere şeker yüklenmesin!
Canan Karatay'ın gebelere glukoz yükleme testi yapılmasını sakıncalı bulduğunu TV ekranlarından söylemeye başlamasıyla bir yandan
1- Sol sansür genel olarak sansürde olduğu gibi sadece bizlerin, yazarların sorunu değildir değerli okur. Yazarlar, düşünce insanları, sanatçılar sansürden çok çekiyorlar, ama bizler onu aşmanın bir şekilde yolunu buluyoruz. 10 kişiye ulaşabilecekken 1 kişiye ulaşıyoruz,
Geçen hafta Cumhuriyet’te Erdal Atabek’in “Popüler Kültürün Zararları” adlı yazısını okudum. Herbert J. Gang’ın , ‘Yüksek Kültür ve Popüler Kültür’ adlı kitabından yola çıkarak, konuyu Türkiye’nin güncel sorunlarına bağlamış. Özetle,
Dostum M. Bülent Akman son yıllarda dünyanın bir o ucunda bir bu ucunda. En son Londra'ya gitmiş. Durur mu, ilk ziyaret ettiği yer Marx'ın mezarı. Geçen hafta oradan bir fotoğraf attı, "Bak şu mezarın haline!" diyor. Bakınca ben
SOL’da yazarken bir şeyi hissederdim. Bu çevrede sanat konusunda bir dik duruş, bir sağlamlık kendini hemen gösteriyor, ne ki rahatsız edici bir cereyan da ara ara insanın sırtına, ensesine vuruyor, bayağı bir ürpertiyor. Piyasacı, liberal bir cereyan; sağıma bakardım,
Giderayak "günaha" girmek / Gülten Akın'ın Zaman Gazetesi'ne verdiği röportajla ilgili Akın Art'ın yazısı ve bu konuda editörümüzle yaptığı tartışmayı yayımlıyoruz. Art'ın yazısı şöyle başlıyor: Elbette, yalnızca günahlarından kurtulmuş olan insanlığa...
Elif Şafak'ın Ustam ve Ben romanındaki yanlışlar üzerine Arkitera adlı mimarlık sitesinde Mehmet Berksan'ın eleştirilerine Gümüş'ün yanıtı, Melih Gökçek'in insan aklıyla alay eden mantığına benzer bir mantıkla kendi içinde çelişkiler taşıyan bir yazı.
Birincisi sayın Berksan'ın
"Türkiye'de Edebiyat Ödülleri Nasıl Verilir?" başlıklı yazımız (Taylan Kara), büyük ilgi gördü, ciddi bir tartışma yarattı.
Yazı ilk kez Aydınlık Kitap'ta çıkmıştı. Daha sonra Gün Zileli'nin sitesinde ve birçok sitede yayımlandı.
Sizlere Gün Zileli'nin sitesinde
Bu yazının başlığı ve içeriği ekşi sözlükten alınmıştır. Yazı, Hasan Bülent Kahraman’ın birkaç köşe yazısını ve onların yorumlarını kapsamaktadır. “Babaerenler” rumuzuyla Emrah Göker tarafından yazılan bu yazılar, derlenmiş ve yazarından izin alınarak yayınlanmıştır.
Burada ele alınan kişi Hasan
Sol partilerin aldıkları tanılar ve psikiyatrik rapor özetleri aşağıdaki gibidir:
CHP - Şizofreni...
Şizofreninin birçok ciddi belirtisini göstermekle birlikte bunlardan en öne çıkanı bilinç yarılmasıdır. Bir yandan kendini Mustafa Kemal’in kurduğu CHP’nin organik devamı olarak görürken, öte yandan uluslar
Sokaktaki her şey ”halkın değeri” olarak mı anılmalıdır? Hiçbir ilke gözetmeden sokağın nabzını tutuyorsanız “Palalı adam” da, Madımak Oteli’nin önündeki topluluk da, Ali İsmail’e çelme takan fırıncı da sokaktadır ve de tam tamına “halk”tır, “sokağın nabzı”nın orta yerindelerdir.
(Nihat Ateş’in Çöküş Romanları kitabından kısaltılarak alınmıştır.)
“Vasat Edebiyatı 101” başlıklı yazı dizisi için, Türkiye’ye hakim edebiyat anlayışı içerisinde malzeme bulmak ne kadar kolaysa, bu “sanat anlayışı”na karşı tezler geliştiren metinler bulmak da bir o kadar zordur. Çünkü bu türden
Türk Solu Dergisi’nde “Tıp Bu Değil”le ilgili söyleşimiz çıkınca bazı dostlardan ağır sitem dolu iletiler aldım. “Bir kitabın ve bir görüşün yaygınlaştırılması adına Türk Solu'na röportaj vermek nereden çıktı gözünü
İnsan sormadan edemiyor: Türk edebiyatını gerici bir kanona sokarak çökerten, bunu, ilerici yazarlarla geçmişteki dostluğunu kullanarak oldukça yumuşak, adeta "çaktırmadan" başarıyla gerçekleştiren Doğan Hızlan'ın edebiyattaki görevlerinden başka, acaba asıl görevi
Çok süper bir roman: “Prens ile ejderha”
Prens ile Ejderha
“Yakışıklı prens, güzel prensese aşık olmuş. Prensesle evlenmesi için 7 başlı ejderhayı öldürmek zorundaymış. Aşık olmuş yakışıklı prens 7 başlı ejderhaya, ejderhanın diğer 6 başını kesmiş ve 7. başıyla mutlu
Özellikle Gezi'den beri, öfkesi ve saldırganlığı katlanarak artıyor. Soma'da yaşananların, görüntülü ve sesli çekimlerin açıkça gösterdiği gibi, işi bizzat vatandaşa kalabalık önünde tokat atmaya kadar vardırmış durumda.
İşte buradan yola çıkarak birçok siyasi veya yazar-gazeteci, Erdoğan'ın akli-ruhi
Ben Taylan Kara, okuyucuya itiraf ediyorum. Ben bir cahilim, hem de zırcahil.
Kuantum elektrodinamiği hakkında cahilim. Levha tektoniği hakkında 1 dakika bile konuşamam. Organik kimya konusunda bir kimya mühendisi beni serçe parmağıyla kandırabilir. Japon dili ve hatta edebiyatı
Ben de aptalım, sanırım sosyal yönden embesilin de altındayım, galiba sosyal idioyum. Tek farkım bazı kişilik özelliklerim ve genel zekamın birkaç noktadaki işlekliği nedeniyle bunun farkında bulunmam. Benim gibi birçok ayrıksı birey
Solun iktidara gelebilmesi için AKP tabanından hiç değilse beşte biri kazanmamız gerek! Dese biri, kim itiraz eder buna; hemen hiç kimse. Peki kim bu doğrultuda çaba gösteriyor solda? Hemen hemen hiç kimse…
Hiçbir şeyi hatırlamak ve hiçbir şeyle yüzleşmek istemiyoruz.
Ve işte o nedenle -dilimiz ne kadar aksini söylese de- asla barışmak istemiyoruz.
Ve işte tam da bu nedenle barışa düşmanız…
(Bu yazı Aydınlık kitapekinin 122. sayısında yayımlanmıştır)
“Hamdi Koç’un 2014 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü’nü almasıyla başlayan bu tartışmada…”
Yazıya böyle başlamak isterdim ama başlayamıyorum.Çünkü Hamdi Koç’un bu ödülü alması hiçbir tartışma yaratmadı.Neredeyse 2 aylık sürede bunu eleştiren
Elmayla ilişkimiz…
Seviyoruz. Çok seviyoruz. Eskiden Optik’in dediği, şimdi Optik’e dendiği gibi; “Çok sevdik be abi...”
Haydaaa, elmadan ve Nâzım’dan girecektik, daha ilk paragrafta söz tribüne ve Beşiktaş’a geldi, iyi mi?
Elinde birilerini inandırman gereken bir saçmalık var ve bunu ispatlaman mı gerekiyor? Bu yapmanın en kolay yolu o konuyu bir yerinden kuantum fiziğine bağlamaktır. Kuracağın ilişkinin konuyla bir ilgisinin olması tabii ki gerekmez; kuantum mekaniği hakkında herhangi bir
İlk yazımdan sonra binlerce insan bana muayene olmak için titrimi öğrenmek, çalıştığım kurumu bulmak adına yoğun bir çabaya girişmişler. Evet, ben de profesörüm, alçak gönüllüğümden unvanımı kullanmamıştım. Görev yerimi de
Azrailin mesaisinin çoğunu Paris’in yoksul semtlerinde harcadığının Villermé tarafından bilimsel (istatistiksel) olarak kanıtlanması üzerinden neredeyse iki yüzyıl geçti (1). Geçtiğimiz iki asır boyunca toplumcu hekimler sağlığın toplumsal belirleyicilerini gün yüzüne çıkartmaya çabaladılar. Bu çabalar kapitalist tıp tarafından sürekli baltalandı
*Dünyada ve ülkemizde meslek hastalıkları salgını kimler tarafından gizlendi?
*Bu salgının gizlenmesinde ILO-WHO başta olmak üzere uluslar arası; ÇSGB-SB-Üniversiteler-TTB-işçi ve işveren sendikaları vb dahil ulusal kuruluş ve güçlerin rolü ve sorumluluğu nedir?
*Bu alanda çok ciddi ve
“Adam Nobel Ödülü almış, kitapları birçok ülkede basılıyor, siz de kim oluyorsunuz?”
Bu cümlenin içeriği gerçekten de doğrudur:
-Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü’nü almıştır.
-Orhan Pamuk’un kitapları dünyada birçok ülkede basılmaktadır.
-Gerçekten de “biz”ler,
Ben bir edebiyat eleştirmeni değilim. Sık sık böyle işlerin bana kalmaması gerektiğini düşündüm, hâlâ da düşünmekteyim. Bu işler, başkalarınca çoktan yapılmış olmalıydı, ama bana kaldı!
Bir avantajım var: çok fazla kötü öykü ve roman okudum! Bu kadar kötü” metin, kaçınılmaz
Kemal Okuyan’ın “Direnişin sanatı, devrimin sanatı...” adlı bir yazısını okudum SoL Portal’da. Heyecanla, “sanırım TKP sanat konusunda kıpırdanmaya başladı, günceli yakalamaya karar verdi” diye okumaya başlamıştım ki, yazının ortalarında hevesim kursağımda kaldı. Özetle, Haziran (Gezi) Direnişi sürecinde sergilenen
Kürt sorununda bir yazı yazıp görüşlerini açık seçik ortaya koymak benim gibi “yansız” bir yazar için kendi ayağına kurşun sıkmak gibi bir şey. Çünkü biliyorum ki, okur kaybettirir, dost kaybettirir.
Eleştiri yalnızca ülkeler, kurumlar, kişiler için değil, modern yaşamın tüm alanlarında yaşamsal öneme sahip çağdaş bir eylemdir.
Ancak, sanat dalları içinde edebiyat kadar eleştiriye gereksinim duyan başka bir alan yoktur. Edebiyatın olmazlarındandır eleştiri. Üzerine yazı yazılmayan hiç bir edebiyat
Pazartesi günü yayımlayacağımız Yağız Üresin'in makalesini yayına hazırlamak için okurken öğrendik gerçeği. Değerli bilim insanı, yazar, kitabımızın katkıcılarından Mevlüt Durmuş 12 Kasım tarihinde aramızdan ayrılmış. Bu geç haber alış tabii, bizim de eksiğimiz.
İnternette bu konuyla ilgili çok kısıtlı
Türk Tabipler Birliği’nin aklına işçi sağlığı ara sıra Soma gibi katliamlar olursa geliyor. İş kazaları, meslek hastalıkları sosyalist partilerimizin aklına yılın birkaç günü geliyor.
“TTB’nin asıl görevi, birinci gündem maddesi koruyucu hekimlik siyaseti olmalıdır” diyoruz yıllardır.