Elif Şafak'ın Ustam ve Ben romanındaki yanlışlar üzerine Arkitera adlı mimarlık sitesinde Mehmet Berksan'ın eleştirilerine Gümüş'ün yanıtı, Melih Gökçek'in insan aklıyla alay eden mantığına benzer bir mantıkla kendi içinde çelişkiler taşıyan bir yazı.
Birincisi sayın Berksan'ın
İnsanın kendi bireysel tarihinin ve geleceğinin toplandığı bir mekân var: O mekân “beden”idir. Bedenimizde geçmişimizi ve geleceğimizi birlikte taşırız. İçinde bulunduğumuz an bu iki uzamın birbiriyle kesiştiği andır. Bir yanımız, deneyimlerimizle varlığımızı dünya içinde anlamlı kılmaya çalışan bir
Kemal Okuyan’ın “Direnişin sanatı, devrimin sanatı...” adlı bir yazısını okudum SoL Portal’da. Heyecanla, “sanırım TKP sanat konusunda kıpırdanmaya başladı, günceli yakalamaya karar verdi” diye okumaya başlamıştım ki, yazının ortalarında hevesim kursağımda kaldı. Özetle, Haziran (Gezi) Direnişi sürecinde sergilenen
Çoktandır bu acı haberi bekliyordum; Kemal Bekir’i kaybettik. Uzun bir süredir, İzmir Narlıdere Huzurevi’nde hasta yatıyordu. Onu kültür dünyamızda daha çok tiyatro insanı yanıyla tandık. Oynadığı, yazdığı, sahneye koyduğu oyunlarla tiyatro sanatına hep toplumsal ve gerçekçi bir bakış
İlk “gayrıresmi” satranç şampiyonlarından Paul Morphy hakkında pek fazla bilgi yok. Halbuki çok ilginç bir tarihsel figür.
Satranca ciddi bir uğraş olarak yeni başlayanlar Morphy adıyla büyük ihtimalle karşılaşırlar, çünkü başlangıç kitaplarında oyunları çok görülür, bunun da sebebi oyunlarının
“Vasat Edebiyatı 101” başlıklı yazı dizisinde bugüne kadar birçok alt başlık ele alındı ama en önemli alt başlık, bu kavramın en önemli unsuru henüz ele alınmadı. Bu unsur, okuyucu unsurudur. Vasat Edebiyatı, yazar, moda konular, pazarlanan ürün
Sözcükler edebiyat sanat dergisinin Ocak-Şubat 2014 sayısı çıktı. Başta yine Nâzım Hikmet'ten bir makale var. Dergide başka birçok ilginç makale, güzel öykü ve şiirler ilginizi bekliyor.
Siyasette sol liberalizmi görmek çok zor olmasa da, kültür-sanat alanında yaygınlığını ya da sinsiliğini algılamak hiç de kolay değil. Türkiye sinemasında çok uzun zamandır “festival filmleri” olarak kodlanan anlayış üzerinden tartışmalar dönüyor. Kendini gişe filmlerine karşı, cefalı ve kahramanca
Oya Baydar'ın "O Muhteşem Hayatınız" romanıyla ilgili bu eleştiri yazısı, yazar Irmak Zileli tarafından yaklaşık bir yıl önce yazılmış, ancak yayınlanamamıştı. Çünkü Radikal Kitap'ta yayınlanması planlanan bu yazı editör tarafından yayınlanmamış, Mesele Dergisi'nde yayınlanabilmişti.
Bu yazıyı yazar Irmak
Bir postmodern sanatçı olarak itiraf etmeliyim ki, modernizmin ‘sanat için sanat’ ilkesi meğer sandığımdan yaşamsalmış! ‘İleri demokrasi’ ve ‘özgürlük’ soslu, ‘edep ahlâk’ naralarıyla, saçma sapan uygulamalar o kadar sıklaştı ki, nefes almak neredeyse olanaksız hale geldi. Yakında, evlerimize hangi
Bülent Arınç, Sultanahmet’te, halı müzesi açarken sözü Ayasofya’ya getiriyor. “Ayasofya, bize bir şeyler söylüyor”muş. Altıncı yüzyılda yapılmış, dünyanın en eski ve en görkemli yapılarından birini kendince konuşturan Bülent Arınç’ın dilinin altında olanlar çok açık. Yılda üç buçuk milyona
Yayına başladığımızdan bu yana 15 bin kadar tekil ziyaretçimiz olmuş değerli okur.
Biz sosyalistiz. Ülkemiz sosyalistleri gibi biz de küçülürken "büyüyoruz" deriz, gerilerken "ilerliyoruz" diye bağırırız. Gerçekteyse, uzun dönemde ne kısalırız, ne uzarız.
15 bin rakamı bir başarı
Kitabı okuduğumda ilgimi çeken birkaç farklı noktayı vurgulamak hem yazara hem de okurlarına karşı bir “Aktif Okurluk” sorumluluğu olarak karşıma dikildi.
Devrimciler, Karşı Devrimciler ve Sonunda Reenkarnasyon Kulübü aslen Türkiyeli sosyalistlerin değişimini anlatan bir üçleme idi.
Devrimciler’de sosyalistler 12 Eylül döneminde
Çok süper bir roman: “Prens ile ejderha”
Prens ile Ejderha
“Yakışıklı prens, güzel prensese aşık olmuş. Prensesle evlenmesi için 7 başlı ejderhayı öldürmek zorundaymış. Aşık olmuş yakışıklı prens 7 başlı ejderhaya, ejderhanın diğer 6 başını kesmiş ve 7. başıyla mutlu
Sanatçıların sanata nasıl başladıklarına dair sorusuna verdiği yanıt nasıl hep “çocukken” oluyorsa, Mürekkepbalığı dergisinin çıkış öyküsünün yanıtı da hep aynı: “Birkaç arkadaş bir araya geldik...” Evet bu kez de birkaç arkadaş bir araya geldi ama bu kez farklı
“Vasat edebiyatı” kavramı, sadece kötü yazılmış ya da başarısız eserleri tanımlamamaktadır. Kötü yazılmış olmaları, bu türden “edebiyat” için bir kural olsa da “vasat edebiyatı” kavramının toplumdaki işlevi ve iktidarla ilişkisi, en az içeriği kadar önemli ve belirleyicidir. Bu yazıda
Sözcükler dergisinin Kasım-Aralık 2013 tarihli 46. sayısında Emin Özdemir, “Kirli Ağustos” başlıklı yazısıyla, yaşadığımız günlerin gelişmelerine edebiyat penceresinden bakıyor.
Uğur Kökden, “Savaş Karşıtı Yazarlar” adlı yazısında okurunu savaş karşıtı yazarların yapıtları arasında bir gezintiye çıkarıyor.
Gürsel Korat, “Aynadaki Kedi”de edebiyatın
(Nihat Ateş’in Çöküş Romanları kitabından kısaltılarak alınmıştır. )
*Filozof: Ama büyük egemen sınıfların çöküşünden daha zengin, daha önemli, ilginç ne olabilir ki? B.Brecht (Hurda Alımı)
** Kendini bütünüyle yalan yazmaya veren insan aklının ve yeteneğinin terk etmesi ne yüce
Bazı sosyalist örgütler sanata ve kültüre ilişkin konuları “sanat sepet meselesi” olarak küçümsüyorlar. Siyasetin önceliği ve belirleyiciliği bütün öteki alanları geriye itiyor, giderek gereksiz bir yük haline getiriyor. Oysa siyasetin içinde kendini varedeceği bir kültüre gereksinimi var. Daha da
(Nihat Ateş’in Çöküş Romanları kitabından kısaltılarak alınmıştır.)
“Vasat Edebiyatı 101” başlıklı yazı dizisi için, Türkiye’ye hakim edebiyat anlayışı içerisinde malzeme bulmak ne kadar kolaysa, bu “sanat anlayışı”na karşı tezler geliştiren metinler bulmak da bir o kadar zordur. Çünkü bu türden
SOL’da yazarken bir şeyi hissederdim. Bu çevrede sanat konusunda bir dik duruş, bir sağlamlık kendini hemen gösteriyor, ne ki rahatsız edici bir cereyan da ara ara insanın sırtına, ensesine vuruyor, bayağı bir ürpertiyor. Piyasacı, liberal bir cereyan; sağıma bakardım,
Ortaklaşa, belirli bir sıra düzeniyle kitaplar okuyup üzerinde tartıştığımız bir çalışma yürütüyorduk.
O haftaki kitabı tartışmaya tam başlayacaktık ki, kırk yaşlarında bir kadın katılımcı isyanla, "Neden kimse bana bu kitabı 16 yaşında okutmadı?" diye söze girdi.
“Bu kitabı o
Editör Notu: Girdik bir sanal aleme gidiyoruz kıyamete. Siteyi kurduğumuzdan beri önceki deneyimlerimden de biliyorum ki, yoruma açık hale getirirseniz sayfaları, birçok mesaj gelmeye başlayacaktır. Kimi gerçek isimli, kimi rumuzlu, kimi isimsiz. Ara sıra insanlar rumuzla veya imzasız da
Editör Notu: Taylan Kara'nın "Vasatlığa Giriş Dersleri" adlı "deneme" kitabı Hayal yayınlarından çıktı. Taylan Kara beğendiğim bir yazar. Çok iyi kurgulu, sürükleyici ve sağlam dilli romanlar yazıyor. Denemeleri de sarsıcı, zekice buluşlarla örülü sert bir insan eleştirisine dayanıyor. Herkesin
O günlerden sonra
Hani hayallerimizin tuz buz edildiği günlerden sonra
Arkamızdan kendimizin dahi gitmediği
Günlerden sonra
Güvenimizi kaybettik
Ne kadar zor gelse de söylemek kendimize
Yenilginin en çıplak hali olarak karşılaştığımız günden sonra.
Şapkanın küçük geldiği durumdur bu.
Biz 12 Eylül’ü, 12 Mart’a bakarak, yalnızca ekonomik ve siyasi olarak sürecek bir darbe olarak düşündük.
Oysa planın üçüncü ayağı -ve 12 Eylül'ün kurumsallaşıp toplumsallaşmasının ideolojik aygıtları- kültüreldi.
Kültürel alan anlaşılıyor ki emperyalizmin en önemli operasyon alanıdır. Bütünsel olanı yok
Marcel Reich-Ranicki, son dönem Alman edebiyatının en popüler ve en korkulan eleştirmeniydi; bir tür “pop yıldızı”. Kitapları milyonlar satan Polonya asıllı bu Alman eleştirmen- uzun bir hastalıktan sonra 18 Eylül 2013’te, 93 yaşında, öldü. Acı yüklü bir öyküyle
“Kayıp Devrimin Öncesinde” Yazılama yayınevinden kitap olarak çıktı bu kez.
“Parti” bana bir roman ısmarlasa ve güncel siyasal mücadeleyi anlatan, örgütlülüğü ve “Parti”yi öne çıkaran bir yapıt istese, ne yazardım. İşte bunu yazdım, fakat niyetimden onların haberi yoktu.
Sözcükler dergisinin Eylül-Ekim sayısı (45) yine birbirinden ilginç yazılarla, güzel şiirler ve öykülerle dolu. Geçenlerde yitirdiğimiz değerli şair Ahmet Erhan’la ilgili de dört yazı yer almış içinde. Bunlardan Turgay Fişekçi’nin yazısını seçtik sizler için. Her sayısını olduğu gibi bu
Öykü bölümümüzde bu kez de Nihat Genç’in eski bir hikayesini yayımlıyoruz. Bence dünyanın gelmiş geçmiş en iyi öykülerinden biri.
Bunu niye yayımlıyoruz? Bir kere çok güzel bir öykü, okumadıysanız okuyasınız diye. İkincisi siyaseti de kuvvetle içeren bir öykü ve
Eleştiri yalnızca ülkeler, kurumlar, kişiler için değil, modern yaşamın tüm alanlarında yaşamsal öneme sahip çağdaş bir eylemdir.
Ancak, sanat dalları içinde edebiyat kadar eleştiriye gereksinim duyan başka bir alan yoktur. Edebiyatın olmazlarındandır eleştiri. Üzerine yazı yazılmayan hiç bir edebiyat
“Bugün” yaşananları açıklayabilmek için tarihe başvurmak her zaman geçerli bir yöntem olmakla birlikte, -basit gelebilir ama- tarih bugünü açıklamak için yaşanmamıştır. Biz öyle görmek istediğimiz için öyledir. Oysa tarihe, bugünün kavramlarından yola çıkarak, şimdiki anı ve
“Tambien La Lluvia” adlı İspanyol filminden söz etmek istiyorum. Son yıllarda izlediğim en etkileyici ve en derinlikli filmlerden biri. Türkçeye “Yağmuru Bile” olarak çevrilmiş. Filmin mekânı Bolivya. İç içe geçmiş paralel öykülerle ilerleyen film hem
Haliç… Altın Boynuz… Golden Horne… Son zamanların gözdesi. Çocukluğumun geçtiği, gençlik anılarım süsleyen adına üç kitap yazdığım Haliç’im. Fabrikaların bacalarından çıkan dumanlarla, dere yataklarının kokusunu soluyarak geçen günlerim. Sel baskınları, gecekondu yıkımları, işçi direnişleri.
Yalın sosyalist devrimcilik hep ayıplandı bu ülkede solcularca. Daima çok daha önemli gündemler, sürekli çok daha keskin saflaşmalar sürüldü önümüze. Çoğu solcu yalın sosyalistleri çiğ, hayalci, salak veya hatta zararlı bulurken şunu söyledi: Biz de sosyalistiz! Ama...