Giriş:
Yaratıcı yazar okur aramaz. Umurunda bile değildir. İç dünyasında “okunmak” istemektedir ama bunun için kılını bile kıpırdatmaz. Mekanik işlevlere, çabalara girişmez.
Şanlı bir mezar ve özgeçmiş bırakmaya çalışan insanlardan değildir gerçek yaratıcı yazar. Korkunç olan: “üstün görünümlü”, aslında
Geçenlerde Lucy’yi izleme fırsatı buldum. Luc Besson’ın yazıp yönettiği bir filmde, Morgan Freeman ile Scarlett Johannson’un nasıl durduklarını merak ettiğimden senaryosuna bakmadan gitmiştim sinemaya. Ne de olsa Luc Besson ve Morgan Freeman kendilerini çoktan ispatlamıştı; Scarlett Johannson da
Türkçe, kökenleri kimilerine göre Sümerlere kadar uzanan köklü bir dildir. Göktürk kitabelerinde saptanan bir dil; Türkiye’nin Kemalist devrimiyle, latif alfabesini benimseyerek özünü bulmuştu. Osmanlı döneminde, halk dili olan Türkçe; ezilmiş, yok sayılmış ancak yaşamıştı. Saray dili, Arapça, Farsça,
Korkutmak istemişler ama korkutamamışlar Mehmet Ali Yılmaz’ı.
Ne sesinin tınısında ne yüzündeki mimiklerinde korkudan iz yok.
Bir parça şaşkın.
Şaşkın çünkü elinde sadece kalemi olan gazeteci pusu kurmaz, cümle kurar ve herkesin önünde mertçe kurar cümlelerini.
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından yayınlanan bilgileri (2009) esas alarak ve Türkiye nüfusunu 75.000.000 kişi kabul ederek yapılan hesaplamaya göre;
- Ortaokul mezunu % 4.82, Lise mezunu % 5.11, Yüksekokul ya da fakülte mezunu % 7.55, Yüksek lisans
24 Nisan 2015 da geçti, gitti. Rahatladık mı? Unuttuk mu? Yoksa her şey daha yeni mi başlıyor?
Günlerdir yazılan yazılara, sosyal medya paylaşımlarına bakıyorum da "konuyu araştırmayı, tarih bilimine, konunun uzmanlarına bırakalım, bu konu son derece siyasidir, şöyledir,
İşçi sınıfının “doğal” örgütlenme ve mücadele alanı işyeridir. İşçi sınıfı tarih sahnesine çıktığından beri işyeri temelli sendikalar ve meslek örgütlerinde örgütlenmiş, mücadelesini işyerlerinde yürütmüştür. Bugün de işyeri temelli mücadele işçi sınıfı mücadelesinin omurgasını oluşturuyor, yarın da böyle olacaktır.
Her türlü sanat edimi zamana karşıdır da. Tanıklık etmesi için, tanıklık ettiği zaman dilimini dondurmak zorundadır; ama bu tanıklıkta kazanan zaman ve hayattır. Onun için sanatın “kalıcılığı” yoktur. Kalıcılığa kanıt gösterilen sanat eserlerinin, zamana karşı verdiği mücadeleyi kazandıkları
Ortalıkta profesör, doçent, yardımcı doçent gibi unvanların dolaşmadığı, ilaç firmalarının bulunmadığı, kongre çantası nevinden hediyelerin verilmediği, beş yıldızlı kongre otelinde değil, sıradan bir toplantı salonunda vuku bulan ama fikirleri, kavramları, düşünceleri bolca bulabileceğiniz, vay o asistan haliyle benim
Eskiden daha güzeldi, skandallar vardı. Şimdi düzenin kendisi bütünüyle bir skandaldır. Her şey skandal olunca hiçbir şey şaşırtıcı gelmiyor artık. Cumhuriyet gazetesinde 26-30 Ağustos tarihleri arasında Feridun Andaç’ın bir yazı dizisi yayımlandı: “Romanımızda Kurtuluş Savaşı”. Gerçekçi
Okudum. Yorum yazanlardan biri, bunlar emekli kahvesi muhabbeti demiş. İyi yapmışsın onu onaylamakta. Çünkü esas problem bunlar. Her yanımız bu tipte insanlarla dolu. Her şeyleri bilirler, bildiklerini ben bilirim, ama inadına bokluk yaparlar. Bokluk yaptıklarını bile
Zeki Demirkubuz’un Bulantı filminde zavallı bir insanın siluetini görüyoruz. En insandan uzağı ve zavallısı Ahmet; onunla ilişkide bulunanlar da farklı değiller. Ahmet’in zavallılığı dışından değil, içinden geliyor. Hali vakti yerinde, iyi bir apartman dairesinde oturuyor. Üniversitede
Babam bir saptamayı sık yinelerdi: “Yoksul ve kültürsüz insan hiçbir zaman şık görünemez. Özene bezene bir ceket alır, ama pantolunu dökülür. Pantolon aldığında ayakkabısı eskimiştir. Ayakkabısını yenilediğinde kravatı berbattır…” Bunu yalnız giyim kuşama değil,
Günümüzde tıp eğitiminin "toplumcu" bir nitelikte olduğunu söylemek, tıp eğitimin toplumcu bir bakışla hekim yetiştirdiğini söylemek imkansızdır. Hatta tıp dünyası içinde dahi tıbbın toplumcu bir nitelik taşıması gerektiğini düşünmeyenlerin sayısı, ne yazık ki, ülkemizde ve dünyada azımsanmayacak derecede
İlkçağ Atina’sından günümüze gelebilen az sayıda tragedyanın en müthişi, Kral Oidipus’un sonunda koro son sözü söyler: “Son gününü görmeden hiç kimseye mutluluğa ermiş demeyin!”1 Gerçeği ortaya çıkarmak için sonuna kadar çaba gösteren Kral Oidipus, iktidarın, refahın ve mutluluğun
Nihat Behram’ın da adı geçen ödüller ile ilgili yazım nedeniyle Nihat Behram’ın açıklayıcı iletisi ve bu iletiye benim verdiğim yanıtla aramızda bu konuda birkaç iletilik yazışmalar oldu. Bu yazışmaların bende saklı kalmaması, okurun da haberdar olması duygumu kendisine
Amerikalı bir politik fizikçi: Alan Sokal / Alan Sokal, Türk okurların yabancı olmadığı bir isim. Jean Bricmont ile birlikte yazdıkları kitap 2002'de Türkçede "Son Moda Saçmalar - Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları" başlığıyla
İlk yazımdan sonra binlerce insan bana muayene olmak için titrimi öğrenmek, çalıştığım kurumu bulmak adına yoğun bir çabaya girişmişler. Evet, ben de profesörüm, alçak gönüllüğümden unvanımı kullanmamıştım. Görev yerimi de
Sonunda ülkemizin, istediğimiz düzeyde, gelişememesinin asıl sebebini buldum. Eğer gelişmişlik düzeyimiz sizi tatmin ediyorsa, yazının geri kalanını okumanıza gerek yok. Tespitim ve iddiam şudur. Maddeler halinde sıralayayım:
• Ülkemizde insanların büyük çoğunluğu bir işe girebilmek, bir meslek edinebilmek
Bugün bayramın ikinci günü. Yıllardır ilk defa bir bayramda iş nedeniyle İstanbul’dayım. Akşamüstü işim bittiğinde Üsküdar’dan vapurla Eminönü’ne geçerken asgaricilerin “bayramına” tanık oldum.
Her şey 18.30 vapurunun iskeleye yanaşmasıyla başladı. Vapurun yolcu indirmeye başlaması üzerinden
Düzce Diyabetik Çocuklar Derneği’ne bağlı Amasralı bir inisiyatif geçtiğimiz hafta Amasra’da yemekli, çaylı bir toplantı düzenledi. Amasra Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleştirilen toplantıya Bartın ve Ereğli’den de diyabetli çocuk ve yakınları katıldı. Deniz kenarında afiyetli, neşeli, gezintili, eğitimli üç saat…
“Kayıp Devrimin Öncesinde” Yazılama yayınevinden kitap olarak çıktı bu kez.
“Parti” bana bir roman ısmarlasa ve güncel siyasal mücadeleyi anlatan, örgütlülüğü ve “Parti”yi öne çıkaran bir yapıt istese, ne yazardım. İşte bunu yazdım, fakat niyetimden onların haberi yoktu.
O günlerden sonra
Hani hayallerimizin tuz buz edildiği günlerden sonra
Arkamızdan kendimizin dahi gitmediği
Günlerden sonra
Güvenimizi kaybettik
Ne kadar zor gelse de söylemek kendimize
Yenilginin en çıplak hali olarak karşılaştığımız günden sonra.
Şapkanın küçük geldiği durumdur bu.
Her şeyden önce sağcılık ve solculuk gibi kavramların eskisi kadar net olmadığını belirtmek gerekir. Sağcılık son yirmi-otuz yılda gücünden pek bir şey kaybetmedi, ama sol hayli kaybetti.
O yüzden sağ, solun içine doğru iyice yayıldı. Öte yandan sol, ideal anlamda sol olmayı bir türlü başaramadı.
Çok süper bir roman: “Prens ile ejderha”
Prens ile Ejderha
“Yakışıklı prens, güzel prensese aşık olmuş. Prensesle evlenmesi için 7 başlı ejderhayı öldürmek zorundaymış. Aşık olmuş yakışıklı prens 7 başlı ejderhaya, ejderhanın diğer 6 başını kesmiş ve 7. başıyla mutlu
Yakın tarihimizdeki birçok karanlık noktayı bilmiyoruz.
Ben de istisna değilim. Hiç kimse bazı konuları kapsamlı bir şekilde ele alamıyor.
Öte yandan yakın tarihimizin olayları insanları rahatsız ediyor. Bunda yerden göğe kadar haklılar. Sayısız cinayet, katliam, sürgün, baskı, işkence,
Her yere yürüyerek gitmek adetim vardır. Kuş seslerini duyuyorum da çocuk seslerini artık sokaklarda duymuyorum. Yürüdüğüm sokaklar ve caddeler boyunca yukarıdaki bulutları ve güvercinleri görüyorum ama çocuk sesi kulağıma gelmiyor.
Çocuklar artık binalar içinde. Birbirleri ile serbestçe oynamıyorlar. Öğretmenleri ne
Erendiz Atasü’nün son romanı olan “Dün ve Ferda”, Can Yayınları’ndan Kasım 2013’de okurlarla buluştu. Roman, son yıllarda hepimizin gündemine oturmuş olan sağlıkta özelleştirme teması çerçevesinde biçimlenen konusu ile Tıp Bu Değil serisinin bir yazarı olarak hemen ilgimi çekti.
Önce bir düzeltme yapmak gerekiyor belki de. Burada “büyük siyaset” derken kastedilen ve anlatılmaya çalışılan olgu aslında “gündelik siyaset”. “Büyük siyaset" tarihsel materyalist ilerleyişle hızlı ya da büyük bir adım atmaya yönelik ilerici ve devrim amacına yönelik siyasetin
Günümüz standartlarına göre kesinlikle “yaşlı” sayılamayacak biri olmama karşın, tıp fakültesine girdiğim yılların koşullarıyla bugünü kıyasladığımda, yüzyıllar geçmiş duygusuna kapılıyorum. Bizim zamanımızda Türkçe basılmış çok az tıp kitabı vardı. Derslerde hocanın ağzından çıkan her sözcüğü yakalamak için yarışır,
Atatürk: O zaman teolojik konuşalım. Soma'da yanan milletimin ruhuydu. Seçim kazanmak için dağıtılan bedava kömürlerle yanan milletimin ruhu. Yiyecek yardımı yaptılar seçim kazanmak için. Milletim kendi etlerini yiyordu.
Karl: Denizanalarını görürsünüz suda. Muazzam gizemli bir halleri vardır, başka bir dünyayı çağrıştıran olağanüstü güçlü şekilleri… İşçi sınıfını onlara benzetiyorum. Fakat…
1. Melek: İşçi sınıfını
Karl: (Konuşmasını sürdürür) Denizanası benzetmesi yapmıştım ya işçi sınıfı için, kendi ortamları içinde de böyleler. Hangi ortam içindeyse o ortama dönüşüyorlar. İşçiler bizzat kapitalizmler, sistemin kendisiler. İşçi sınıfı
Kemal: Sizin adınıza kurulmuş devletleri sizin adınıza mücadele edenler nasıl görüyor, asıl bunu söyleyin o zaman.
Karl: Lafta mükemmel gören var, eleştirdiği halde destekleyen var, desteklemeyen de var. Bak