İnsan beyninin gelişimi ve buna bağlı olarak dilin oluşumuyla evrim süreçlerine dair bilimsel çalışmaların yoğunlaşması, biyolojik ve kültürel evrimimiz konusundaki birçok soru işaretini de ortadan kaldırmaktadır. Ancak, bulgu-veri ve bilgilerin değerlendirilmesi noktasında yeni soru işaretlerinin doğmasına da vesile olan diyalektik bir süreç işlemektedir. Bir derginin sınırlılığı içinde biyolojik-kültürel evrimin, dilin gelişimi ve diller arası etkileşime nasıl yansıdığı konusuna dair bilgi ve görüş paylaşımında bulunacağım.
İnsan Türünün Evrimine Kısa Bakış
Arılar başta olmak üzere birçok canlının biyolojik özelliklerine göre ses, ışık, ısı, hareket yoluyla iletişim kurdukları bir gerçek. Özellikle arılar, balina ve yunusların geliştirdikleri dille ilgili ayrıntılı çalışmaların yapıldığı biliniyor.[1] Konumuz insan diliyle sınırlı olduğu için, bugün ulaşabildiğimiz araştırmalar çerçevesinde insan türünün ataları olduğu varsayılan canlıların temel özelliklerine kısaca değinmekte yarar görüyorum.
Yaşamın, dolayısıyla canlının ileri-geri sıçramalarla değişime uğradığı ya da evrimleştiği biliniyor. İnsan türünün evrimi açısından, “Australapithecus”un iki ayağı üzerinde yükselmesi homonidler için ilk önemli sıçramadır. Biliminsanı Zeresenay, dil kemiğinin (hyoid) erken bir örneğini bu homonidin fosilinde bulmuştur. Bu gırtlak gelişimi için geçirilen evrimin bir örneğiydi. “Homo habilis” ise, hem iki ayağı üzerinde tam dik durması hem alet kullanmaya başlamasıyla ikinci önemli sıçramayı yapmıştır. “Homo erektus”un ateşi bulması ve kontrol ederek eti pişirip yemeye başlaması, zekanın gelişmesi bakımından daha ileri bir sıçramadır. Modern insanın son halkası olan “homo sapiens”in aletten alet yapması ise, insanın kültürel evriminde büyük bir sıçramadır.
Bilindiği üzere tüm canlıların evriminde biyolojik ve genetik ögeler belirleyicidir. İnsanlarda buna kültürel evrim de eklenir. İnsanın yaşamsal etkinlikleriyle ortaya koyduğu her şey kültürü oluşturur. Kültür, bir kuşaktan diğerine aktarılır. Böylece biyolojik evrimle kültürel evrim diyalektik olarak gelişir. Kültürel evrimin biyolojik evrimi etkilemesine ilk çarpıcı örnek şudur: Toplayıcılık-avcılık döneminin başlarında homonidlerin parçalamaya yönelik dişleri, ateşle besinleri pişirerek beslenme kültürünü geliştirmeleriyle öğütücü dişlere dönüşür. Üçüncü azılar çıkmaz olur. Besinlere, dolayısıyla dişlere bağlı olarak yüz yapısı değişir. Biyolojik evrimin kültürel evrimi nasıl etkilediğine örnek olarak da, konumuz açısından önem arz eden dilin evrimini gösterebiliriz. Dil kemiği olarak hyoidin gelişmesi ve homo sapiensin gırtlak, yutak, çene ve ağız yapısındaki evrimleşme, boğumlu sesler çıkarmasını sağlamıştır. Bu seslerin zamanla sözcüklere dönüşmesiyle dilin gelişmesi mümkün hale gelmiştir. Dil de kültürün mimarı olmuştur. Böylece biyolojik ve kültürel evrimin diyalektik etkileşimi güçlenmiştir. İnsan evrimi, iki yönlü aktarımla, yani “gen kültür birliktelik evrimi”yle sürmektedir.
Dilin Biyolojik Oluşumu
Biyolojik ve kültürel etkileşimin, insan beynindeki gelişimde dilin kullanımın rolü üzerinde son yıllarda ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Böyle bir çalışma yapan Rizzolatti, F5 alanının, insan beyninde konuşma başlatma ve üretiminden sorumlu olduğu düşünülen “Broca alanı”na denk geldiğini söylemiştir. Bu beyin bölgesinin, erken dil evriminde oynadığı rol üzerine ortaya atılan ancak kanıtlanmamış ilginç varsayım, bahsedilen bu araştırma sonucu ortaya çıkmıştır. Bu varsayıma göre, alet yapmak için faydalı el hareketleri, el kol hareketlerine dayanan bir iletişim sistemi için uyumlanmıştır. Bu iletişim sisteminde sesler, bu jestleri vurgulamak gibi ek bilgiler sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Zamanla, ses üretim yolunu da denetleyebilmek için beyindeki karmaşık motor alanı adapte edilmiştir ve iletişimin ana aracı sesler olmuş ve başka işler yapabilmesi için eller serbest kalmıştır. Ancak eller, daha önce seslerin kazandırdığı ek bilgiyi her zaman sağlayabilmiştir. Oldukça şüphe yaratır nitelikte olsa da bu senaryo, diğer bazı önemli olgularla uyumlu görünmektedir. Örneğin bu varsayım, duyma özürlü kişiler tarafından kullanılan işaret dillerinin neden başarılı diller olduğunu açıklayabilir. El ve ağız, her zaman iletişim içinde işbirliği yapan ortaklar olmuş ve birisi yerine getiremediğinde, diğeri onun görevini üstlenebilmiştir. Bu varsayım, “McGurk Etkisi” diye bilinen bir olguyla da uyumludur. Burada bahsedilen, çarpıcı bir işitsel yanılsama sonucu, birisinin bir hece tekrarladığını duyup aynı anda gördüğümüzde, sadece duyduğumuzda ve duymayıp sadece dudak hareketlerini gördüğümüzde farklı heceler algıladığımızdır. Bu etki, konuşma tanımada hem görsel hem işitsel verinin işlendiğini göstermektedir. Bu iki bilgi kanalı uyuşmadığı zaman, gelen bilgiyi karıştırırız ve bu da aslında söylenmemiş bir heceyi algılamamıza neden olur. Ayna nöronların varlığı, üretildiğini gördüğümüz konuşmaya ait sesleri taklit etmeye çalıştığımızda, görsel bilgi kanalının dil edinimine katkıda bulunabileceğini işaret etmektedir.
İnsan beyni, içinde binlerce soyut düşünce barındırabilecek kapasiteye sahip olduğundan, düşüncelerimizi ifade etmek için kullandığımız dilin de bir sınırı yok. Öncelikle farklı sesler bir araya gelerek fonem denilen ses birimlerini, heceleri oluşturuyor. Bizler bu ses birimlerini farklı tertiplerde birleştirerek dil bilgisi kuralları çerçevesinde kelimeleri ve cümleleri elde ediyoruz. Her dil, bu elementlerin özgün bileşiminin neticesi. İnsanoğlu bu çeşitliliği sınır tanımadan sonsuza kadar artırabilir. Biyolojik türlerin yaşam alanı koşullarına uyum sağlaması gibi, dil de aynı şekilde o dili konuşanların ihtiyaçlarına hizmet etmek için değişebiliyor. Popülasyon genetiğinden sosyal yapıya, iklime ve bitki örtüsüne kadar her şey konuşulan dili etkileyebiliyor.
Yapılan birçok çalışma en fazla ekvator kuşağında ve tropikal kuşakta görülen dilsel çeşitliliğin, biyolojik çeşitliliğin bir yansıması olduğunu gösteriyor. Dünya üzerinde konuşulan yaklaşık 7000 dilin % 60’ı, tropikal orman kuşaklarında yer alıyor. Bu kuşaklardan biri Afrika’da, diğeri ise Asya’nın güneyinin karşısındaki tropikal bölgede yer alıyor. Dilsel çeşitliliğin en zengin olduğu yer ise Papua Yeni Gine. Yaklaşık 7 milyon insanın yaşadığı ülkede 830 farklı dil konuşuluyor. Nüfusu 160 milyon olan Nijerya’da ise 521 farklı dil konuşuluyor. Uzmanlar bu durumu şöyle açıklıyor: Canlıçeşitliliğini destekleyen iklim, küçük grupların diğer gruplara karışmaya ihtiyaç duymadan kendilerine yetecek kadar gıda üretmesini de sağlamış ya da ekvatoral bölgelerde çok sık görülen bulaşıcı hastalıklar yüzünden gruplar kendilerini diğerlerinden soyutlamıştır. Tropikal kuşakta bu kadar çok dilin hâlâ yaşamasının nedeni bu olabilir. Peki, neden bu bölgeden uzaklaştıkça genetik çeşitliliğin azalmasına benzer şekilde, dillerin çeşitliliği de azalıyor? Uzmanlara göre modern insanların ataları Afrika’dan diğer kıtalara göç etmeye başladıklarında daha az kullanılan sesleri de arkalarında bırakmışlar. Birbirini takip eden her göç ile kullanılan ses dağarcığı da giderek küçülmüş olabilir. Yapılan bir çalışmada, analiz edilen 504 dil arasında en fazla ses birimi çeşitliliği gösteren dillerin Afrika kökenli, en az ses birimi çeşitliliği gösteren dillerin ise Güney Amerika ve Okyanusya kökenli olduğu saptanmıştır. İnsanların yaşadıkları bölgelerdeki koşulların etkinliği, Antropolog Robert Munroe’ye göre ılıman iklimlerde yaşayan insanlar konuşurken ünsüzleri ünlülerle ayırması örneğinde de görülüyor.
Etkileşim Dinamikleri ve Örnekler
Bazen toplumlar arasında kültürel, siyasi ya da ticari ilişkiler beraberinde diller arasındaki etkileşimi de getirmektedir. Kimi zaman da evlilik, yabancı/ikinci dil öğrenme gereksinimi gibi nedenlerle bireyler arasındaki ilişkiler yine dillerin etkileşimine neden olmaktadır.
Söz konusu etkileşim, bazen birbirine tipolojik açıdan çok uzak diller arasında olurken (söz gelimi, Kurmançi ile Türkçe arasındaki etkileşim), kimi zaman da sadece bir dilin değişkeleri arasında (söz gelimi, aynı coğrafyada konuşulan Sami dilleri arasındaki etkileşim) gerçekleşebilir.
Türkiye’nin üzerinde biçimlendiği Anadolu coğrafyası, çok eskiden beri çokdilli kültürün gerçekleştiği ve bu diller arasındaki etkileşimlerin Mezopotamya, Mısır, Kafkaslar’da konuşulan dillerle de sürdüğünün örnekleriyle doludur. M.Ö. 2000’lerde Hititçe dışında Anadolu’da Luvice, Palaca, Hurice gibi yazıya geçmiş dillerin konuşulduğu görülmektedir. Hititlerin çokdilli bir toplum olduklarına ilişkin bilgiler, Hititlere ait pek çok ikidilli tablet ve mührün varlığına dayanmaktadır. [2] (Yazının fotoğrafında gösteriliyor. Boğazköy, Hititçe-Luvice ikidilli çivi yazısı, 8,12 x 9,66 inç)
Ankara Üniversitesi’nden Mahmut Ağbaht ile Birzeit Üniversity’den Issam Halayqa’nın Filistin coğrafyasıyla Hatay’ın Dersuniye ve Karaali beldelerindeki tarım araçlarının adları üzerinde yaptıkları çalışmada göstermiştir ki, kimi kaynaklarda “Levant” olarak adlandırılan Filistin-İsrail-Lübnan-Suriye ve Türkiye’nin Hatay-Adana bölgesinde konuşulan diller, birbirinden değişik zamanlarda çokça sözcük ve biçimsel özellikler almışlardır. Akatça, Aramice, Arapça başta olmak üzere Mısır’da konuşulan dillerden de sözcük alışverişleri gerçekleşmektedir.
Dillerin gerek ses, biçim gerekse anlam bakımından evrimiyle ilgili olduğu kadar başka dillerle etkileşimi bakımından üzerinde durulması gereken önemli dillerden biri de Kürtçedir. Hint-Avrupa Dil Grubunun özelliklerini sürdürdüğü kadar, etkileşim içinde olduğu Aramice, Süryanice, Arapça gibi Sami dilleriyle, Türkçe gibi Altay diliyle de etkileşimde bulunduğu görülen Kürtçenin, köklerinin bağlandığı Medlerin Avesta diliyle ilişkisini kurmak, aşağıdaki tablodan anlaşılacağı üzere hiç de zor değildir.[3]
Avesta Kürtçe Türkçe
Atir agir ateş
Axişti aşîtî barış
Azi hez sevgi
Bû- bûn olmak
Daye daye anne
Neve nû yeni
Dûret dûr uzak
Dauru dar ağaç
Eşte heşt sekiz
Geçmişte ticari ilişkiler sonucu birkaç dilin birleşimi olarak ortaya çıkan ortak anlaşma dillerine rastlanmaktadır. Akdeniz'in dünya ticaretinde önemli bir yer tuttuğu dönemlerde ortaya çakan Lingua Franca örnek olarak gösterilebilir. Venedik, Cenova ve Floransa'nın Akdeniz ticaretinin önemli durakları olduğu dönemde İtalyancanın ağırlıkta olduğu, Arapça, Farsça, Türkçe ve Yunancanın etkisinin olduğu ortak bir anlaşma dili olarak Lingua Franca ortaya çıkmıştır. Bu dil, günümüzde ortak anlaşma dilleri için kullanılan bir kavram olmuştur.
Türkçe ve Moğolcanın kıyaslanması ile uğraşan biliminsanları, belli bir miktar söz kökünün her iki dil grubuna uygun olduğunu ortaya koymuşlardır. Kazak bilgini Tş. D. Nominhanov[4] üç kelime bölüğü üzere inceleme yaparak, 938 isim, 145 sıfat ve 477 eylem kökünün aynı olduğunu tespit etmiştir.
Daha önce Mahmut Ağbaht ve Issam Halayqa’nın araştırmalarında Arapçanın konuşulduğu yakın coğrafyadaki dillerle etkileşimine değinmiştik. Bugün Sami dillerinin içinde en yaygınlaşmış olan Arapçanın, Avrupa dillerini de etkilediği bilinmektedir. Arapçadan Fransızcaya, İngilizceye, Almancaya sözcükler geçmiştir. Almancada bugün kullanılan toplam Arapça kelime sayısı 308’dir. Kamel, diwan, kaside, limone, banane bunlardan birkaçıdır.
Türkçenin Diğer Dillerle Etkileşimine Dair
Türkçede az sayıda olmakla beraber birtakım Almanca kelimelere rastlanmaktadır. (Vasisda; argodaki fertik < Alm. fertig:tamam vb.).Almancadaki Türkçe kökenli kelimelerden birkaç örnek: Joghurt (yoğurt), Ulan (oğlan sözcüğünden, “seçkin zırhlı süvari” anlamında), Dolmetsch(er) (tercüman, dilmaç sözcüğünden).
Türklerin Farslarla olan ilişkileri, M. S. 370'li yıllara kadar gider. Türkçedeki Farsça unsurlarla ilgili ilk çalışma Andres Tietze tarafından yapılmıştır. Bu çalışmada Türkçeden Farsçaya 2545 sözcük geçtiği belirlenmiştir.
Göktürklerin dilindeki yabancı sözcükler, % 1’den daha azdır. Bu sayı, Türklerin yerleşik hayata geçmeye başladıkları Uygurlar döneminde % 5’e ulaşmış, zamanla Türkçe yazılı edebiyatın gelişmesi ve Türk topluluklarında İslâm dininin yayılmasıyla artmaya başlamıştır. Türklerin ilk yazılı yapıtı olan Kutadgu Bilig’de 239 yabancı sözcük (Arapça ve Farsça) vardır. Edîp Ahmed’in Firdevsî’nin Şah-nâme’sinin vezninde yazdığı Atabetü’l-Hakâik adlı eserindeki yabancı sözcüklerin sayısı daha da çoğalmış ve yüzde yirmiye ulaşmıştır. Nef’î ve Nâbî’nin divanlarında bu sözcükler sırasıyla yüzde 60 ve 65’e ulaşmıştır. Bâkî’nin aşağıda metnini verdiğimiz gazelinde Türkçe fiillerin dışında 30 yabancı sözcüğe (20 Farsça sözcük ve tamlama ve 10 Arapça sözcük) karşın sadece iki tane Türkçe sözcük göze çarpmaktadır:
“Subh-dem bülbül niyaz ettikçe geldi naze gül
Râz-ı aşkı der-miyân etti açıldı taze gül”
Sözcüklerin bazılarında, sözcüğün (harekelerdeki küçük değişikliklerle) biçimi ve anlamı Farsçada kullanıldığı şekliyle korunmuştur. Bunlara örnek olarak şu sözcükleri verebiliriz: Abad, ebru, ateş, arzu, azar, asayiş, asude, aşüfte, aşikar, aşina, aferin, agah, avare, avaz, ah, ahar, aheste, ahenk, armağan, anbar, padişah, palan, çene, çemen, düşman…
Türkçenin Ruslar ve Slavlarla olan ilişkisi M.S. 4. yüzyılda başlar. Nikolay Baskakov, Türk kökenli Rus Soyadları adlı çalışmasında 300 Türkçe kökenli soyadı belirlemiştir. Tatar bilgin Alfred Halikov ise bir çalışmasında Rusçada kullanılan 500 soyadı tespit etmiştir. Türkçedeki Rusça unsurlarla ilgili birçok çalışma yapılmış, bunlardan E. N. Şipova, Rusçadan Türkçeye geçmiş 1507 kelime belirlemiştir: Semaver, peşko…
Rusça “jiv kurilka, bit’ bakluşi, more po koleni” deyimlerinin Azerbaycan Türkçesindeki anlamsal karşılıkları olarak “canı hələ suludur, daban döymək, araz aşığındandır, kür topuğundan” deyimleri gösterilebilir.
Türkler Anadolu topraklarına geldiğinde Akdeniz, Orta Doğu ve Bizans ticareti, Venedik ve Cenevizlilerin elindeydi. Türklerle İtalyanlar arasında önce ticaret, sonraysa siyaset ve kültürel alanlarında ilişkiler gerçekleşmiştir. Bu nedenle İtalyancadan Türkçeye banka, banyo, baston, bira, çimento, fabrika, gazete, karyola, limonata, lira, kasa, komposto, lokanta, moda, nota, pantolon, pasta, propaganda, salata, soda, tempo, vazo, villa vb. sözcükler geçmiştir.
16. yüzyıldan itibaren Fransızcadan ve 19. yüzyıldan sonra da İngilizceden Türkçeye sözcükler girmeye başlamıştır. “Mobilya/möble, kitara/gitar, riziko/risk, sera/cser, araça /teraş, peruka/peruk, ekonomi, sosyal, üniversite, profesör, kriz, parti, jüri üyesi, doktor, servis, lise, endüstri, miting” gibi…
19. yüzyılın ilk çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreği arasındaki etkilenmeyi anlatabilmem için Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserlerinde Fransızca kelimelerin 18.500 defa kullanılmış olduğunu söylemem yeterli olur sanırım. Bugün bile dilimizde, bilimsel terimlerin dışında, her düzeyde insanın bildiği ve kullandığı Fransızca kelimelerin sayısı 3000’in üstündedir.
Yaklaşık 806 kadar Ermenice sözcüğün Türkçeye girdiği belirlenmiştir. Ermeniceden “avanak, moruk, madımak, murç, bızdık” vb. sözcükler Türkçeye geçmiştir. Türkçeden Ermeniceye de “ada, adaş, bacınak, çakil, çakir, balik yagi, birakmiş inel (boşamak), burmiş inel (bükmek), dagitmiş inel (dağıtmak)” vb. sözcükler geçmiştir.
Türkçeden Gürcüceye “tolma (dolma), kaurma (kavurma), haşlama (haşlama), çanahi (çanak kebabı)” vb. sözcükler geçmiştir.
Arapça “âşık”, Ermeniceye “aşug” ve Gürcüceye “aşugi” olarak geçmiştir.
Türkiye’nin Doğu Karadeniz Bölgesi’nde konuşulan Rumca (Romaika, Romayika) ile Ermenicenin bir kolu olan Hemşince (Homşetma) Hint-Avrupa Dil Grubu’na girer. Gürcüce ve Lazca ise Kafkas Dil Grubu’na dâhildir. Tarihi Kolhida’da konuşulan Zancanın batı kolunda Lazca, doğu kolunda ise Megrelce yer alır. Türkçe başta olmak üzere Lazca ve Farsçanın bölgede konuşulan Rumca üzerinde etkilerinin olduğu söz varlığından anlaşılmaktadır.
“Yüreğine Sor” filminde söylenen «Ela ela leose» şarkısı bölgede konuşulan Rumcanın gittikçe Türkçeye evrildiğini göstermektedir.
“Çikma sevduğum çikma ekoso kolaime
Portikal ağacina ela ela leose
Duşuta ölecesun ekoso kolaime
Dayanamam acina ela ela leose”
Doğu Karadeniz’de Konuşulan Dillerin Etkileşimine Örnekler
Tek tek dillerin gelişiminde olduğu kadar diller arasındaki etkileşimde de doğal ortamın ve o ortamda yaşayanların yarattıkları kültürün ne denli etkili olduğuna dair örnekler verdik. Ancak Türkiye’de konuşulan Kafkas-Anadolu kökenli dillerin etkileşiminin en geniş biçimde görüldüğü Doğu Karadeniz’de konuşulan ve bugün yok olma tehlikesini yaşayan diller üzerine yaptığım bir çalışmanın[5] verilerini de örneklemekte yarar görüyorum.
Karşılaştırmalı sözlükler hazırlanırken, bir dilde en az değişime uğrayan organ, akrabalık, sayı adlarıyla temel eylemler ve soyut adlar dikkate alınır. Bu açıdan bakıldığında bu coğrafyada konuşulan dilleri karşılaştırmak bakımından 11 sözcük seçtim. Temel sözvarlığı dışından “deniz, mısır, sepet, kedi”yi seçmemin nedeni ise, Karadeniz coğrafyasındaki üretim biçimi ve doğa-insan ilişkilerini yansıtan başat sözcükler olmalarıdır. Dikkatli bakıldığında aynı dil ailesinden olan dillerin sözcükleri arasındaki ses ve biçim benzerliği yanında, farklı dil ailesinden gelen dillerin bazen ortak sözcükler kullandıkları görülecektir.
ANNE
Lazca: nana (Pazar, Arhavi)
Gürcüce: ğeğa (Batum), ano, nena (Borçka)
Hemşince: mai, yema (K.paşa), mar (Hopa)
Ermenice: mayr (İstanbul), mar, yama (Vakıflı)
Rumca: mana (Çaykara), nene (Çarşıbaşı, Tonya)
DEDE
Lazca: papo (Ardeşen), papuli (Arhavi,Fındıklı), papuş (Pazar)
Gürcüce : babşi, papa (Batum), dede (Borçka)
Hemşince: babı (K.paşa), babi (Hopa)
Ermenice: babı, babug, pap (İstanbul), babag (Vakıflı)
Rumca: bobo (Çaykara)
Yunanca: pappoz
GÖZ
Lazca: toli (Arhavi, Hopa, Pazar)
Megrelce: toli
Gürcüce: tvali (Batum), tıvali (Borçka)
Hemşince: açvi (Hopa,K.paşa)
Ermenice: açk (İstanbul, Vakıflı)
Rumca: mada, omadi (Çaykara), mat, mad (İskenderli, Tonya)
DENİZ
Lazca: zuğa (Arhavi)
Megrelce: zğva
Gürcüce: zğva
Hemşince: dzov (Hopa, K.paşa)
Ermenice: dzov (İstanbul), dzuv (Vakıflı)
Rumca: salasan (Tonya)
TOPRAK
Lazca: diha (Hopa), leta (Ardeşen, Arhavi)
Megrelce: diha
Gürcüce: mitsa
Hemşince: hoğ (K.paşa)
Ermenice: hoğ (İstanbul), huğ (Vakıflı)[6]
Rumca: homan (Tonya)
Yunanca: ge, geo
KEDİ
Lazca: katu (Arhavi, Pazar)
Megrelce: katu
Gürcüce: kata
Hemşince gadu (Hopa, K.paşa), tat (Ç.Hemşin)
Ermenice: gadu (İstanbul), gadö (Vakıflı)
Rumca: kada (Tonya), kede, sipsi (Maçka)
Yunanca: gata
MISIR
Lazca: cinislazuti (Arhavi), koşa
Megrelce: lazuti, simindi
Gürcüce. Simindi (Batum)
Hemşince: lazud (Hopa, K.paşa)
Ermenice: goreg, yekibda tsoren (İstanbul), girıg (Vakıflı)
Rumca: laus (Ç.başı), lazut, suban (Maçka), lazu (Tonya)
SEPET (Meyve Sepeti)
Lazca: kalati (Hopa), tikina (Arhavi)
Megrelce: kalati
Gürcüce: kalata, kalati (Batum, Borçka)
Hemşince: galat (Hopa, K.paşa), gidal (Ç.Hemşin)
Ermenice: gıtots (İstanbul), kıtüts (Vakıflı)
Rumca: kalaz (Tonya), kofin (Maçka)
GEL
Lazca: ela (Pazar), mohti (Ardeşen, Arhavi, Hopa)
Gürcüce: gameare, modi, mosvli (Borçka, Adapazarı)
Hemşince: eguş, aye (Hopa, K.paşa)
Ermenice: ari, yegur (İstanbul), ari (Vakıflı)
Rumca: ela (Çaykara,Maçka, Tonya)
Yunanca: erhoma, fpano
ALTI
Lazca: aşi (Pazar)
Megrelce: amşvi
Gürcüce: ekusi (Batum), eksu (Borçka)
Hemşince: vets (K.paşa, Hopa)
Ermenice: vatsun (İstanbul, Vakıflı)
Rumca: heksan, hektan (Çaykara), ehi (Tonya)
GÜZEL
Lazca: qai,msqwa (Ardeşen, Pazar), sqwa (Arhavi, Fındıklı, Hopa)
Megrelce: sqvami
Gürcüce: kardi, lamazi (Batum9
Hemşince: soy (Hopa, K.paşa)
Ermenice: agolar, ağvar, keğetsik (İstanbul), ağvir,sirön (Vakıflı)
Rumca: emborfon (Tonya), emorfo (Çaykara)
Büyük Tehlike: Ölü Diller Mezarlığı
Birçok dil ve lehçenin konuşulduğu Türkiye’nin dil bakımından zenginliği kadar ölü diller mezarlığına hızla dönüşmekte olduğu da önemlidir. Ülkemizde son yıllarda ölü dil haline gelen üç dil var: Kapadokya Yunancası, Ubıhça, Mlahso dili. Ciddi tehlikede olan diller arasında Turoyo, Ladino, Gagavuzca dilleri yer almaktadır. Kesin tehlike altında olan diller ise Abazaca, Lazca, Hemşince, Romanca, Batı Ermenicesi, Karadeniz Rumcasıdır.
Bilim ve teknolojik gelişmenin, İngilizcenin eğitim ve bilim dili olduğu emperyal ülkelerden diğer ülkelere transfer edildiği yüzyıllık bir süreçte birçok ülkede konuşulan dilin kullanımdan düşmeye başladığını görüyoruz. Bu büyük tehlikenin nedenlerini, Austın ve Sallabank[7] şöyle değerlendirmektedirler: 1. Açık baskı, genellikle 'milli birlik' ya da asimilasyon politikaları: Galce, yerli Amerikan dilleri vb. 2. Kültürel/politik/ekonomik baskınlık: Sorb dili, Aynu dili vs. 3. Doğal afetler, kıtlık, salgın: Andaman Adalarının dili (tsunami), Papua Yeni Gine'nin yerli dili (deprem) vs. 4. Savaş ve soykırım: Tazmanya dili (sömürgeciler tarafından yapılan soykırım), El Salvador'daki yerli diller (iç savaş) vs.
Dilleri Ortak Kültürün Yaratıcıları ve Taşıyıcıları Olarak Korumak
Günümüzde internet başta olmak üzere teknolojinin sağladığı zengin olanaklarla Dünya’da konuşulan-yazılan dillerin yaratıcılık özelliklerinden, anlatım zenginliklerinden bütün insanların yararlanmasını gerçekleştirecek “Dünya Dilleri Havuzu” kurulmalıdır. Hem bu havuzun eşit-özgür biçimde hizmete sunulması hem de mevcut dillerin gelişim olanaklarının yaratılması, her şeyden önce dünyada her türlü sömürgeciliğe son verilmesiyle mümkündür. Sovyetler Birliği deneyimi, bunun ip uçlarını vermektedir. 6 alfabeyle 70’in üzerinde dilde eğitim, bilim ve yayın çalışmalarının bize kazandırdığı deneyimi, yeni teknolojik olanaklarla Dünya çapında yaygınlaştırmakta kullanabiliriz.
Müslüm Kabadayı
[1] Steven Roger Fischer (Çev. Muhtesim Güvenç), Dillerin Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, I. Basım, İstanbul 2013
[2] Friedrich, J. (2000). Kayıp yazılar ve diller. (çev. R. Tekoğlu), İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
[3] Özkan Öztaş, Kürt Edebiyat Tarihi
[4] Issledovaniya po tyurkskim i mongolskim yazıkam, Alma-ata,1966
[5] Doğu Karadeniz Lehçeleri Karşılaştırmalı Sözlüğü, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2001
[6] Huğ: Kamışın toprakla sıvandığı barınak için Amik’te kullanılır.
[7] 8 Peter K. Austın and Julıa Sallabank Soas, ... audiences (e.g. Austin and Sallabank 2011, Austin and McGill 2011