Utanç eksikliği ve rezil olamamak

                               Utanç eksikliği ve rezil olamamak

                                                                  Utanç! Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir.

                                                                                                                      I. Bergman

Halkımız kitap okumaz. Bu durum, herkesin bildiği, üzerine saatlerce “geyik yapılan” bir olgudur. Halkın kitap okumadığından yola çıkılarak bir sürü yorumlar yapılır, bu durum birçok teze dayanak oluşturur. Bu önermeyi destekleyen sayısız kanıt vardır. En son Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) raporu da bunu desteklemektedir. TÜİK raporuna göre Türkiye kitap okumada dünya ülkeleri arasında 86. sırada yer almaktadır. Buna göre Türkiye’de günde 6 saat TV izleyip 3 saat internet kullanılırken kitap okumaya günde 1 dakika zaman ayrılıyor. Yılda 6 saat (günde 1 dakika) kitap okuduklarını söyleyen katılımcılar, kitaba ihtiyaç listesinde 235. sırada yer veriyor (1).

 

Halk okumuyor da aydın okuyor mu?

Bütün sorun sadece sokaktaki insanın kitap okumuyor olması mıdır? Sokaktaki insanın bilincinin kültür için bir ölçü olamayacağını var sayalım. Sıradan halk kitap okumaz da “sıradan olmayan” insanlar, eleştirmenler, yazarlar, akademisyenler kitap okur mu?

Roman okumuyorum, fazla zaman alıyor. Oturup koca kitabı okuyacağıma özetini okuyorum, böylece o kitabı okumaktan kurtuluyorum”.

Yönetmen-yazar Woody Allen’a atfedilen bir fıkra vardır. W.Allen,Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını hızlı okuma tekniğiyle okuduğunu söyler. Ne anladığı sorulur. “Sanırım olay Rusya’da geçiyor” diye yanıtlar. Her kitabı az çok böyle özetleyebilirsiniz. Bu bakışa göre bunu öğrendikten sonra kitabı okumaya ne gerek var? Savaş ve Barış’ın özeti Rusya’da geçmesidir! Suç ve Ceza’da bir adam bir yaşlı kadını baltayla öldürüp pişman olmaktadır! 400 sayfa okumaya gerek yok; Suç ve Ceza’yı size özetledim işte!

Yukarıdaki sözleri söyleyen ya da söyleyebilecek onbinlerce-yüzbinlerce insan vardır ve bu söz yukarıdaki istatistiklerle örtüşmektedir. Ancak bu sözlerın üniversitede bir profesörün ağzından çıkıyor olmasının üzerinde durmak gerekir. Bilen bilir ki bu sözler hiç de "marjinal” bir tutumu yansıtmaz.

Türkiye’de okuduğu en derin roman Da Vinci Şifresi olan yüzlerce akademisyen vardır. Buradan “aydın nedir, kime denir”, “üniversite nasıl sokaklaştı” tartışmalarını açmayacağım. “Halkı aydınlatmak” klişesi, yıllarca kullanılırken gelinen noktada “halkın aydınlanmayıp” “aydının halklaşması” ise yine başka bir tartışma konusu.

 

Okumasalar daha iyi!        

Sadece üniversite mi? Hemen şimdi geçen hafta en çok satan kitapların listesine bakın. Bu listelere baktığınızda bazen “bunları okuyacaklarına okumamaları daha iyi” dediğiniz hiç olmadı mı? Son bir haftada gazetelerin kültür sayfalarına ve kitap eklerine bakın.

Türkiye’de hakkında eleştiri yazdığı kitabı okumayan eleştirmen vardır. Bu bir abartı değil. Türkiye’de kendi yazdığı kitabı okumayan yazar bile vardır! Bunlar, asgari bir kültürel atmosferde insan içine çıkılamayacak kadar utanç verici olaylar kabul edilir. Ancak ülkemizde hiçbir şey olmaz.

 

Nasıl rezil olunabilir?

Ülkemizde rezil olmanın hiçbir yolu yoktur.  Edebiyat iklimimiz öyle bir iklimdir ki intihal de yapsanız, başkasının kitabını da çalsanız, böylesi utanç verici hareketler de yapsanız hiçbir entelektüel yaptırımı yoktur. Edebiyat dünyamız “her şeyin olabileceği” ancak “sanki hiçbir şey olmamış gibi davrananların" hakim olduğu bir dünyadır.

Ülkemizde, bu insan “tür”ünü toplu olarak üreten vahşi bir kültürel iklim var. Toplumun siyasal-kültürel örgütlenmesi bu insan türünün verimli bir üreticisidir.

“Halk okumuyor” diyerek “geyik yapmak” kolay. Biraz da bu “iklim”i tartışmaya ne dersiniz? Ne dersiniz bu iklime “bir tutam utanç” eklense çok mu kötü olurdu?

 

1.http://yasam.bugun.com.tr/avrupada-son-siradayiz-haberi/1071994

 

Taylan Kara

taylankara111@gmail.com

 

 

Facebook
yorumlar ... ( 46 )
10-11-2014
10-11-2014 22:30 (1)
Utanç hiç kötü olmazdı Sevgili Kara ama olmuyor. Her gün işe TÜYAP metrobüs durağından gidiyorum. Kitap fuarının açıldığı gün de durağa geldim. İnsanlar; genç, yaşlı, öğrenci ellerinde kitap dolu torbalarla fuar alanı yönünden durağa doğru geliyordu. Sevindim. Durak fuardan çıkanlarla doluydu. İtiş kakış bindik. (Metrobüse nasıl binilir bilen bilir.) Bütün metrobüsü görebileceğim tek yer olan en arka yüksek köşeye kendimi attım. Herkes hemen -istinasız- çantasını açtı ve akıllı telefonlarını çıkardı. Yerde bacaklarının arasında ise kitap torbaları öylece duruyordu. Kimse bir kitap çıkarıp da "neymiş" diye karıştırmadı bile. O akıllı telefonlarda ne yapıyorlar bilmiyorum ama en çok yarım saat önce aldığı bir kitabın içinde bir kitap ayracı olup olmadığını bile merak etmez mi insan! Nihat Ateş
10-11-2014 23:07 (2)
Murathan Mungan'ın "Türkiye'de her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız" başlıklı atasözü de aynı anlamdadır. Vezir.
10-11-2014 23:32 (3)
Rivayete göre, çok okumada başı çeken, her yerde okurken görülen Japonların da çoğu, pembe dizi formunda kitaplar okuyormuş.dbo
11-11-2014 10:42 (4)
1. sizce ideal olan bir düzeni istemektesiniz. 2. idea = ülkü, idealist = ülkücü 3. toplum = çok heterojen ve amorf bir kitle 4. insan = en zekisi dahi belirli konularda düpedüz moron sayılabilecek bir varlık 5. insan toplumu = kahir ekseriyeti normalde de moron olan bir varlıklar sürüsü 6. anne yaşının çok küçük olması (hafize'yi (parantez içi parantez: kardelenciyseniz berfin'i ya da zozan'ı koyun hafize yerine) 11'inde gelin ettiler) ya da çok ileri olması (kariyer planlı yaşam gurusu ferhunde aylin büyüksinangil 42 yaşında tüp ikizlerini doğurdu: hoşgeldiniz tosuncan ve besisu bebekler) insan yavrusunda nöral gelişimi etkilemekte. (doğum travmasını saymıyorum bile) 7. fenilketonüri de öyle 8. doğumsal hipotiroidi de 9. yaşanan ortam havalandırmalarının yetersizliğine bağlı genel hipoksi de 10. anti-canankaratay tim kızar belki, ama senede 1 kez, o da kurban bayramından kurban bayramına, 200 gram hayvansal protein tüketmek de nöral gelişim üzerinde çok olumlu gözükmüyor. devamı var
11-11-2014 10:43 (5)
11. bulunduğumuz coğrafyada bu sayılan özelliklerin mebzul miktarda bulunması sadece bir tesadüftür. 12. sizler yaşamda yüce anlamlar buluyor olabilirsiniz. 13. ben olduğunu düşünmüyorum ve artık aramıyorum. 14. ama insanların yine kahir ekseriyeti yaşamaya devam etmek için a: kendilerini önemseniyor görmek zorunluluğunda ya da türdeşlerinin kendilerini takdir ediyor olduğunu hissetmek arayışında (zengin bebeleri ve gavur dizisi hayranları bu noktada true detective dizisindeki adamın konuşmalarına falan bakabilir - carcosa falan), b: kurgusal bir motiv ya da anlam yükleme durumunda 15. oysa bunu zaten doğa halletmişti, bkz: üreme 16. kendini önemli sanmak zorunda olan (özsaygı, özdeğer falan diyor ya kızılderililer buna. saffet tura ne derdi ki?) ve aynı zamanda çok da aptal olduğu kesin bir yaşam formunun sizin ideal düzeninize uymasını beklemek gerçekçi olmuyor. 17. bunları söylerken, ben de kendimi çok önemsiyorum. sanki benim lafımı dinlemek istersiniz gibi. ama insan bu. a.y.a.
11-11-2014 10:52 (6)
"Türkiye’de hakkında eleştiri yazdığı kitabı okumayan eleştirmen vardır". Bunu bilmem fakat KENDİ "YAZDIĞI" KİTABI OKUMAMIŞ HOCA tanıyorum. Çünkü kitabı asistanlarına yazdırmış...
11-11-2014 16:51 (7)
okul kitaplarını ucuza getiren kitledir Nihat Ateş. Biz de tüketim çok sevilir 10 çift ayakkabı alır ama giymeyen insanlar vardır bunların kitap versiyonu. bir de o torbalarındaki kitaplar hiç yararı olmayan popüler kitaplar ise hi okumasınlar daha iyi
11-11-2014 17:44 (8)
Bunu yazan DELİKANLI kim? KENAN ERÇETİNGÖZ mü?
11-11-2014 17:44 (9)
numaralandırınca daha kolay oluyor. 1. dünyanın her köşesinde kağıt üretimi bir iştir. 2. dünyanın her bucağında matbaacılık da ayrı bir iştir. 3. kitabevlerinde ücret almadan duran insan ben bu zamana kadar görmedim. 4. dağıtım için kullanılan insangücü duayla, taşıt gücü de suyla dönmüyor. 5. yaratıcı süreç her ne kadar yazma eyleminin veya bu eylemin öncül tasarımının kendisiyse de, yukarıda anılan üretim örgütlenmesinin "mütemmim cüz"leri olmadan size, bana, kütüphaneye veya fiziken durdukları her neresi ise, oralara, o kitaplar metafizik bir ışımayla kondurulamıyor. 6. metafizik ışıma, transsendental seyahat sözkonusu değilse, bizim bildiğimiz fizik dünyasında bu işler parayla oluyor. 7. "efendim, internet var da, bıy bıy bıy" demeyin. onun için de elin amarikan gavuruna mahkumsunuz. velev ki olmayaydınız, o internet (ortakağ falan derdiniz herhalde buna) bağlantısı için de "enerji" lazım. 8. para olmadan enerji de olamıyor maalesef. 9. gelelim bunun konuyla bağlantısına...
11-11-2014 17:44 (10)
10. siz bu gerçeği beğenseniz de beğenmeseniz de kitap da bir tüketim nesnesidir. 11. eğer kutsal bilgiye ulaşma izni doğuştan gelen ya da özel bir inisiasyon süreci ile elde edilen acaip bir toplum düzeninde değilsek (bunlardan ayrı, henüz gomonizmi hakkıyla gösteren olmadı. bize hep "aha, bak, gomonizm" dediler uzaktan) o beğenmediğiniz "popüler" kitaplara ihtiyacımız var. 12. çünkü, sizin, benim veya site ahalisinin merak ettiği "kutsal bilgi kaynakları"na erişmemizi onlar sağlıyorlar. 13. o beğenmediğiniz shafak ve shürekası olmayınca sistem dönmüyor. 14. biz de sadece bizim merak ettiğimiz, ilk baskısı 1000 tane olup, 126 tane satamayan, ama gerçekten kıymetli eserlere bu vesileyle ulaşıyoruz. 15. "o da terso" derseniz, TÜYAP'a değil, dayanacaksınız yine internete. 16. ama kimseye de kızma hakkınız olmayacak. 17. çünkü, örneğin ben, erasmus'a kızdığımda ona ağız dolusu sövemezsem, ne yapiym onun kitabını. 18. şaka şaka 19. durmak yok, bulgura devam! iyi ki onlar var. a.y.a.
11-11-2014 21:49 (11)
Gorki "edebiyat yaşamım" adlı kitabında hayat öyküsünü anlatır. Orada, okuma yazma öğrettiği bir işçinin heyecanını ve "sıradan" bir adamın da kendine "okuyan birini güzel bir kadına tercih ettiğini" söylediğini yazar. 1980 12 Eylül'e kadar okumak, okuduklarını konuşmak "in" di! Okumak, roman, gazete veya ansiklopedi bile.. övgüye değerdi... Okumayan, okuyanı önemserdi. "Entel" diye aşağılamaz, saygı duyardı... İhtiyarlar gibi "yakınmak" ve "geçmişe güzellemeler" yapacağım sanılmasın. Ama bir "insanlık" denilen olgu var edilecek; "insanca bir hayat" bin yıl sonra olacaksa da bu ancak okuyan, düşünen insanların artması ile olacak... * "Alaturka Kapitalist Sistem", kendine 19. yy değer ve inançları içinde bir toplum istedi. Uluslararası emperyal sistem de SSCB'nin varlık koşullarında bu "standart" içinde bir Türkiye'yi kendine uygun buldu....
11-11-2014 22:54 (12)
Sevgili yazarımız "ben ne yapayım böyle aydını" dediği zamanlarda o henüz 5-6 yaşındaydı. 1981 de Tarsus'taki evimiz "rutin" arama içinde öylesine aranmışken, ben 4 aylık tutukluluk sonrası yuvama dönmüşken, aramaya katılmış bir er'in komutanına suç unsuru olarak A. Nesin'in "Rıfat Bey Neden Kaşınıyor" kitabını takdim ederken...o sırada 1-2 yaşındaki yeğenimle birlikte yatağının altında yakılmaya kıyılamamış sevgili kitaplarım da uyurken... Kitapların birer canavar, okuyanların da "toplum düşmanı" ilan edildiği zamanlardı.---O zamanlar "neden okuyorsunuz ulan!" deniliyordu... Şimdi de "neden okumuyorsunuz ulan!"--- İçinde yaşadığımız zamanlar bu "MS" zamanlarıdır. RTE bu MS'nin ilk adamlarındandır. Yorumlardaki a.y.a da aynı yalnızca yaşadığı tarihin içinde hapsolduğu bir yorumcudur. Bu cümle geçmişsiz ve geleceksiz bir zihnin cümlesidir. Ya da MS'nın ilk zamanlarına ait kavrayışı yetkinliğinde.. "siz bu gerçeği beğenseniz de beğenmeseniz de kitap da bir tüketim nesnesidir. "
11-11-2014 22:54 (13)
Bu bir yanı ile "sahici" bir analiz... Çok yorumcu için okudukları, öğrendikleri de yiyerek, sindirilerek tüketilmiş besinler gibi; çıkardıklarına baktığımızda ister istemez bu "derin ilişkiye-sindirim sürecine" hak veriyorum... OG
11-11-2014 23:36 (14)
"Okuyan beyinlere zararlı fikirler üşüşür, büyüklerimiz her şeyi bizden iyi düşünür" topraklarında, okumuş-eğitim görmüşlerin iyiden iyiye taciz edildiği zamanlardayız. Aklı kullanmak, dinsel dogmalara ve kendisi de bir dogma olan mevcut dine yönelik en büyük tehdit olarak kabul edilir. Akıl-nakil çekişmesi, Gazali (vahiyci-nakilci) ve İbn Rüşd (akılcı) arasında son maçını yapmış ve Gazali'nin "içtihat kapısı kapanmıştır" hükmünün galip çıkmasıyla bizi bu günlere getirmiştir. Yani, mevcut dini kurallardan, yeni durumları açıklamak için yeni hükümler, görüşler elde edilemez. Bu bağlamda aleviler, akıl kullanmayı terk etmedikleri için, şu an sokaktaki güruhun aklında yaşayan islamik kabule göre hristiyan, yahudi, ateistten daha öncelikli düşman olarak kabul edilmektedir. Bu durum düzelebilir mi? hayır, geri döner mi? asla! Çürümenin hızı ancak eğitimle azaltılabilirdi. Bu, cumhuriyet ile ancak yapılabildi ve fakat artık sadece bireysel kurtuluşlar mümkün. Toplum için geçmiş olsun. Panda
11-11-2014 23:37 (15)
Daha önceden değinmiştim. Tümevarım diyorlar buna. Ama OG benim evvelden yaptığım benzetmeyi daha güzel modifiye etmeme yardımcı oldu. Sağolsun. Gastrointestinal traktusun nihayete vardığı alan işitme, görme ve analitik süreçlerle muhakemede bulunma yetilerine maalesef haiz değil. Tümdengelmiyor yani. Stream of consciousness da yapmadıydım bu sefer ya, nasip. Yine de, tekrardan zarar gelmez. Sitenin adını içimizden bol bol anmakta sayısız fayda var. Ve aksine iman etseniz de, ideolojik durumunuz kendi tutarlılık skalasında size "öyle değil" dedirtse de, durum sabit. Kitaplar maalesef bir tüketim nesnesidir. Bu arada, kaçırmış olabilirsiniz: dünya da güneşin etrafında dönüyor. Tüketicinin ve üreticinin o nesneyi kendilerince nasıl konumlandırıyor oldukları da kendilerini bağlar. Pamukorhan için ürettiği şey nobelkrikosu iken, plaza okuru bengü için bir statü simgesi olabilir. Shafak için bol para, cemo için kızayartma asistansı eşanlamlı belki. Enseyi karartmayın. a.y.a.
11-11-2014 23:37 (16)
12 no ya: MS zamanları ne demek?
12-11-2014 00:03 (17)
Çok hürmetli ve haşmetli panda. Nasılsın? Uzak Çin diyarında yaprak kemirmektesin ve afiyettesin inşaallah. Alevilik dediğin heyulanın özgür düşüncenin yılmaz kal'ası olduğu yönünde bazı fikirlerin var anlaşılan. Sana Ertuğrul Danık nam bir yazarın (ki kendisi bence Tuncelilidir, sence dersimli olabilir) imge'den çıkmış Öteki Tanrılar adlı kitabını tavsiye ederim. Emin ol, gö-z-ümle okudum. Bu arada, artık şu esaret altında işlevsizlik sorunu için profesyonel yardımı düşünsen diyorum. Yoksa seninkisi yapısal olarak Asya tipi üretim'e mi dahil oluyor? 16 daki soruyu da ben sormadım bu arada. O güzelim gara gözlerinden hasretle öperim benim pandayoldaşım. Not:meraklısına duyurulur, aynı yazarın koç ve at şeklindeki tunceli mezartaşları diye bir çalışması daha var. Okumak güzel şey azizim yoldaş. Hepinize bol okumalı, tam toplumcu geceler dilerim. a.y.a.
12-11-2014 10:44 (18)
Akıl ancak şüphe, sorgulama ve itiraz ile özgür düşünceyi üretebilir. Dinsel, kültürel unsurlar bunun frenidir. Oto Cavit
16-11-2014 00:07 (19)
Yazara teşekkür ederim. Cehalet gerçeğini saptamış olmak kişinin cahil olmadığını göstermez. Kanımca yazıda asıl eleştirilenler bu saftakilerdir: kişisel serbest seçimli öğrenmenin durmadan okumak/araştırmaktan geçtiği, nesnel irdelemenin kural olduğu, bitmeyecek süreç içinde asla “artık tamam bu kadar okumak/araştırmak” denmemesi gerektiği ve bu şımarık ülkede bilgiçlikten kaynaklanan övünme ego tatminine asla kapılmamak ödevi vurgulanmakta. Ö.Ekinci (not: bence yorumcu adını gizlemek çok doğru değil – çok özel bir nedeni yoksa elbette; yazanın şapkası önündedir, korkmaz [belki de üyelik sistemi getirilebilir]).
16-11-2014 10:19 (20)
Kitapların ebook'tan okunduğu, tatsız yeni okuma deneyimleri muştulayan zamanımızda, karbonhidratsız yemek, kafeinsiz kahve, politikasız parti, aşksız seks gibi diğer içerikten yoksun tatminlerin yaygınlaşması şaşırtıcı değil. Derinlikli ve anlaması zaman gerektiren bir kitabı okumak, bir fikri anlamak yerine hemen anlayabildiğimiz, kendimize en kolay ulaşan ve aslında bildiğimizden farklı birşey söylemeyen kitapları, bilgileri, sanatı kabul ediyoruz, zorlayan, değiştiren ve perdeyi kaldıran, bizi sırtına alıp devlerin üzerine saldıran kitaplara pek itibar etmiyoruz. Okuyacağımız kitapları çoksatar listelerinden seçmekle, kitap okumamak arasında fark pek fazla değil. Kitap okuma alışkanlığı başkasını anlama çabasıyla ilgili. Okuma yaygınlığı da toplumda başkasını, dışarısını anlama isteğinin yaygınlığıyla doğru orantılı. Şiir okumanın giderek azalması, kişisel gelişme kitaplarının ise vitrinlerde ve okunurlukta öne çıkması kendi içimize kapandığımız bir çağın özellikleri. -SE
16-11-2014 10:22 (21)
Karbonhidrat olmadan yemekten tat almayanlar damak tadı gelişmemiş zamane insanlarıdır, onlara fast food yaraşır. Tam da bunun içindir ki onlar günümüzün popüler kültürünü üretip, onunla tatmin oluyorlar. Yarı şaka kabul edin sayın SE, ama en az yarısı da ciddidir. :)) Kaan Arslanoğlu
16-11-2014 11:33 (22)
Kolesterolsüz, yağsız yemek diye düzelteyim o halde sayın Arslanoğlu. Bence de daha doğru oldu.SE
16-11-2014 17:22 (23)
Beslenme-yeme konusunda tarafsız olmadığınız gibi indirgemeci bir tutum aldığınız görülüyor... Yeme alışkanlıklarında kültürel-ekonomik-psikolojik unsurlar göz ardı edilemez... Geleneksel, gözleme, bazlama, baklava, börek, yufka, mantı, içli köfte vb yiyeceklerimiz de karbonhidrattır, ancak fast food değildir... herbirinin, herbirimiz üzerinde farklı duygusal, sosyal, ekonomik etkileri, anlam ve izleri mevcuttur, şaka da su da götürmez gerçekler olarak... Saygılar...HM
16-11-2014 19:25 (24)
İyi ki Türkiye aydını "indirgemeci" lafını öğrendi, çaya çorbaya indirgemeci. Niye tarafsız olacakmışım, hem indirgemeci, hem çıkargamacı olabilirim sayın HM. Siz geleneksel baklava, börek, mantı, bazlamanızı yiyiniz sayın HM, bir şey dediğim yok. İster fast food deyin buna ister hızlı, abur cubur gıda. Geleneksel karbonhidratını yesin Türk toplumu, geleneksel olarak gerici, lapacı, geleneksel olarak ağır algılayan, saygısız, sağlıksız ve dünyanın en çok ilaç tüketen toplumlarından biri olmaya devam etsin. Geleneğinizde başarılar, saygılar. Kaan A.
16-11-2014 22:56 (25)
Lütfettiniz Türkiye aydını sınıfına sokarak, eksik olmayın, KA... "saygılar" yazmakla da saygılı davranılmış olmuyor, ayrıca... nesnelliğini bu kadar kolay kaybedenlerle neyin tartışması yapılır ki? çok yazık...HM
16-11-2014 23:02 (26)
Tartışmayalım, okuyalım sayın HM. Okumadan, bilmeden tartışırsak ne saygı kalır, ne nesnellik. Okumazsak indirgemeci bile olamayız. Bilmeden, okumadan tartışmanın ne tartışana faydası olur, ne tartışmayı okuyana. Kaan A.
16-11-2014 23:48 (27)
üslubunuz örtük yıkıcı ve toptancı KA; şimdi de okumadığımızı iddia ediyorsunuz... karşı fikirde olunduğunda böylesi hiddet, iletişim kanallarını tıkıyor, fark edin... nezaket ve sakinlik lütfen.HM
17-11-2014 00:00 (28)
Önce durup dururken "indirgemeci" oldum. Hemen ardından "nesnelliği kaybettim". Çok geçmeden "örtük yıkıcı" ve hiddet gösteren, toptancı. :)) "Nesnelliği kaybetme" ne sayın HM, tarafsızlık ne? 12-13 yıldır "Taş Devri" beslenmesini savunuyorum, bu konuda pek çok şey okudum, yazdım, siz benden "tarafsızlık" bekliyorsunuz. Konuyu yeni duyan herkesle nasıl tartışabilirim, bu nesnel ve fiziksel olarak mümkün mü? Mantıklı mı? Onu anlatmaya çalışıyorum. Anlatamamışım demek ki. Siz haklısınız. Lakin cidden bu karbonhidrat-şeker mevzusunu bu şekilde tartışamam. Hakikaten sayın HM, sadece siz değilsiniz ki, daha önce defalarca yazılmış, kitapları çıkmış mevzuda, her ters laf edenle yeniden tartışmaya girmenin sonu gelmez, yaşamla bağdaşmaz. Kaan A.
17-11-2014 01:19 (29)
KA çok kabasın, böyle olmaz. Yazılanları okuyan ve tartışan yorumculara böyle cevap verilmez. Sevgiler, Derya
17-11-2014 01:20 (30)
Haklısınız, tartışma yapılamayacak kadar ön ve son yargılarla dolusunuz...Size de yolunuzda başarılar...HM
17-11-2014 01:23 (31)
Selam Derya, haklısın, kabaya daha kabayım, naziğe daha nazik. Değişeceğimi sanmıyorum. Benden de sevgiler. Kaan A.
17-11-2014 08:39 (32)
"Karbonhidrat olmadan yemekten tat almayanlar damak tadı gelişmemiş zamane insanlarıdır, onlara fast food yaraşır." demişsiniz, buna indirgemecilik demek neden kabalık oluyor??? bu yorumunuzda nesnellik nerede? size karbonhidratla beslenmenin zamanımıza ait bir şey olmadığını, fast food da olmadığını, dolayısıyla tarafsız olmadığınızı hatırlattığımda, neden kaba oluyormuşum??? elitist ve ötekileştirici bakışınızı değiştirmezseniz, niye sizi kimsenin anlamadığından ve etrafınızın neden kalabalık olmadığından şikayet etmeye de devam edeceksiniz...düşmanınız değilim; aksine, aslında sizi takdir eden bir dost eleştirisi olarak kabul edin lütfen...HM
17-11-2014 12:44 (33)
23 numaralı yoruma dair birkaç kontryorumum olacak. 1. geleneksel olduğunu ifade ettiğiniz yiyecekler (baklava, börek) nüfusun ezici çoğunluğu için 100 yıl öncesine kadar amerika kıtası kadar uzaktı. burada ezici çoğunluktan kasıt, anadolu kırsalının insanlarıdır. bayramda, düğünde dernekte keşkek ve pilav görmekle (o da zengin hanelerindeki ağırlamalarda, pek nadiren) masif karbonhidrat tüketicisi olunmaz. 2. rafine şekerin ve beyaz unun tüketim nesnesi olarak kırsal dietine girişi 1950'lerden evvel olmamıştır. 3. bu söylediğimden anadolu kırsalında 100 yıl öncesine kadar çok sağlıklı beslenildiği ya da sözkonusu coğrafyada taş devri dieti uygulandığı çıkartılmasın. yine nüfusun hatırı sayılır bir porsiyonu protein-enerji malnutrisyonunun tillahını yaşamışlardır. 4. süt ürünlerinin hangi taş devri dietinde olacağını bir vakit SE sormuştu (yani soru değil de kinaye diyelim ona). el cevab: fermente süt ürünleri ve basit fermentasyonla elde edilen içkiler en az 10000 yıldır tüketimde. +
17-11-2014 13:54 (34)
taş devri sayılmaz. ama pek modernite ürünü oldukları da söylenemez yani. 5. coğrafyaya ve onun getirdiği iklim özelliklerine, habitat üyelerine, kultivasyon olanaklarına bağlı olarak tabii ki insan topluluklarının dietleri değişiklik arzetmiştir. 19. yüzyıla kadar orta avrupa'da çocukların bile bira istihkakının olduğu, biradan çorba yapıldığı unutulmamalı (imparatoriçe bile bira çorbası içermiş!). okyanusun ortasındaki japonyada balığın neden bu kadar çok tüketildiğini sorgulamak saçma olurdu nihayetinde. 6. ama "panem et circenses" Roma'nın insanoğlunu uyutma stili olarak yönetim teknolojisinde çığır açmış bir buluşudur. mısır nişastası, bulgur, patates ve acun-entertainment pazarlayan günümüz muadilleri de bunun farkındadırlar. 7. bu yüzden, taş devri benimsenemiyorsa bile, tüketim profilimizi kasten değiştirmeye yönelik çabaların sonucu olarak doğmuş (komplo teorisi değil bu) bugünün garip beslenmesi yerine daha makul bir diet önerisine kulak verilmeli. saygılar. arif yavuz aksoy
17-11-2014 21:58 (35)
sağlıklı beslenmek başka şey damak tadı başka şey.karbonhidrat yiyene damak tadı gelişmemiş demek çok saçma.yarar-zarar mevzu başka, tad-zevk mevzu başka.ayrıca yani karbonhidrat zamanımız yiyeceği filan değil.fast food demek aynı zamanda kızarmış patatesi de vıcık vıcık yağdan mamul mayonezi de lezzet versin diye binbir katkıyla yapılmış sosları da vs içerir.e yani ninemizin mantısıyla aynı kefede mi şimdi?dbo
17-11-2014 21:58 (36)
Bu tartışmaya geri dönelim peki. Ne sağlıklı, ne değil? Modern tıp bunu araştırıyorken, taş devri diyeti kendisine uygun olanları seçiyor. İlk ortaya çıktığında süt, o devirde besicilik yoktu diye tamamen yasaktı. Kalsiyum eksikliği sorunu ayyuka çıkınca modifiye ederek eklediler. Baklagilleri mağarada tarım gelişmemişti diyerek yasaklamışlardı. Faydaları ortaya çıkınca diyete az miktarda eklediler. Eti az pişirmek modern dünyanın buluşu olabilir. Çiğ et yemeyi savunmuyor taş devri diyeti. Mağara devrinin daha ileri dönemlerinde muhtemelen eti dumanlı ve yüksek odun ateşinde pişirme yöntemiyle yakarlardı ve mide kanseri riski fazlaydı, modern sous vide pişirme yöntemi ise eti düşük ısıda pişirdiğinden daha sağlıklı olabilir. Son yıllarda doğal olan iyidir yaklaşımı, kapitalizmin yeni tüketim yolları arayışının sonucudur. Doğal diye ayrı birşey yoktur. İnsanın yaptıkları da doğadır. Keşke hastane olmasaydı diyemeyiz. Zeytin ağaçlarını, ormanı kesmek doğaya değil insana karşıdır. SE
18-11-2014 08:43 (37)
anlaşılan o ki, diyetler ikiye ayırılır;ya "taşdevridiyeti"dir ya da taşdevri olmayanlar "festfud"dur.taşdevri diyeti herkes için iyi,doğru ve uygun olandır.festfud tukakadır,dolayısıyla festfudçular da makbul kişiler olmayabilir,hatta zeka itibarıyla da sorunlu olmaları muhtemeldir.festfudun atası ülkeler (bugüne kadar buluş vb nasıl yaptılarsa artık) ve yeni festfudçu Japonlar (onlardan da artık teknolojik yenilik filan beklememeli),yaş ortalamaları yüze dayanmakla birlikte,zekalarını kaybetme vb ciddi tehdit altındadır.hayırlısı, ömrümüz yeter de belki görür ve idrak ederiz gelişmeleri.dbo
18-11-2014 13:31 (38)
Sayın dbo, fast-food'un insan için değil kar için üretildiğini söylemek daha uygun olur. Beslenmenin modern, endüstriyel, hızlı, amerikan tarzı olması değildir asıl sorun. Fast-foodun genellkile kar etmeyi hedeflemesidir. Doğal etiketli ve belki de bazıları sağlıksız ürünlerin yüksek fiyatlara satılması da aynı şekilde kar odaklıdır. Marketten aldığımız doğal etiketli ürünleri sağlıklı kabul ederiz ve daha çok öderiz. Endüstriyel ve sağlıksız ürünlerse sağlığı önemsenmeyen fakirler içindir. Fastfood da, gelişmiş ülkelerde bu düşük gelir düzeyli insanlara yöneliktir. Menü yanında sınırsız kola alma hakkı(!), en ucuza menü vs. verilir. Parası olana daha doğal, haliyle çok sağlıklı seçenek sunulur. Oysa amaç ucuza yeterli ve sağlıklı besin üretme ve açlıkla mücadele yollarının bulunması olmalıdır. Besin endüstrisi bu yönde geliştirilmelidir. Diyetçiler bilerek ya da bilmeden sorunların içini boşaltıp kapitalizmin ekmeğini yemekte ya da farkında olmadan kapitalizmi desteklemektedirler. SE
18-11-2014 23:00 (39)
Edebiyat daima ünlüler, ödüllüler, büyükler üstünden yürür. Orada da ölçütlerden önce piyasa beğenileri, piyasa ilişkileri belirleyicidir. Diğer alanlar da farklı değildir. birokur
18-11-2014 23:15 (40)
Bu sitede en çok okunan 10 yazının yorum sayılarına baktım.İçlerinde 2 yorum alan var. Dört tanesine 10 dan az yorum yapılmış. en az okunanaı 2300 kere okunmuş... diğer taraftan 300 civarı okunma sayısı olup 79 yorum yapılan yazı var. birokur
22-11-2014 15:02 (41)
saygıdeğer birokur, yorumunuza yorumda bulunacağım ve siz sanırım bundan hoşlanmayacaksınız. yorum mekaniğine bozuk atmaktasınız zannımca. öncelikle, bu sitede en çok tıklanan yazı nihat genç'in cenaze adlı öyküsüdür (17 eylül 2013!). şu an itibarı ile 10.000'in üstünde tıklanmıştır ki, en yakın takipçisi ahmet yıldız'ın kürt paketi 1 adlı makalesidir (tıklanma sayısı 4700 civarı - 30 mart 2013'ta, yani site hayata gözlerini yeni açmışken yayınlanmış). nihat genç'in öyküsü edebiyat paylaşımı olduğundan, zaten altına yorum yapılamamaktadır. siz onu muhtemelen kategori dışı tutmuşsunuzdur. çok okunanlara tıkladığınızda gözükenlerin listesinden yola çıktığınızı varsayıyorum. orada da 3. yazı yine nihat genç'in cenaze adlı öyküsü için yapılan bir kritik (3750 tık - 18 eylül 2013). bu sıralama sonrasında 2900'den (şu an için) daha fazla tıklanmış bir yazı yok. 2000'den fazla tıklanmış yazı sayısı da (şu an) tastamam 20 (yirmi). gelelim "yatağa bağımlı hastanın evde bakımı" adlı yazıya. +++
22-11-2014 15:03 (42)
"2 yorum alan" dediğiniz yazı o. çok okunanlarda şu an itibarı ile 8. sırada (benim sıralamama göre 9). 15 mayıs 2014'te yayınlanmış. yani çok okunanlar arasında görece genç sayılır. ama o yazı (bu arada, kesinlikle derli toplu ve güzel bir yazı!!!) çok özel bir subgruba hitabediyor ve muhtemelen bu nedenle de o subgrup içinde duyulup çok çabuk bir plato noktasına erişmiş. ve o yorum azlığı çok şaşırtıcı değil (doğrudan bilgilendirme var ve meslek erbabı dışında kimseler için pek tartışılacak bir husus yok orada). ilk 20 yazı içinde andığım 8 numara, "tıp budur" kitap tanıtımı (11 numara) ve kanıtlara da bilimsel bakar tıp (20 numara) dışındaki yazılar sol, sosyalizm, ideoloji, edebiyat ve eleştirmenlik gibi içeriklerle / başlıklarla sitenin (benim kanaatimce) asıl külliyatını oluşturan koldalar. ideoloji, etnisite gibi kavramların zaten çok seyircisi olması anlaşılır ve bu halde yorumlama oranlarının da çok olması pek şaşırtıcı olmamalıdır. fakat burada başka bir husus var. +++
22-11-2014 17:35 (43)
yine bir grup isimli ya da isimsiz yorumcunun son 1 ayda (ve bazı başlıklardaki yorum savaşlarına binaen) tıp doktorları olan bir grup yazar ve yorumcuya yönelik aldığı (bence sevimsiz) bir tavır mevcut. bizim kendi içimizdeki tartışma üslubumuz, konu seçimlerimiz, ısrarcı tavırlarımız, kelime tercihlerimiz, onlara göre tanımlanan "bizim sınıfsal duruşlarımız", rumuz geyiklerimiz ve benzerleri... bunlar onların hoşuna gitmeyebilir. ama gitmek zorunda da değil. biz ne kendi aramızda birbirimize ne de onlara sövmüyoruz. yorumlar kabarsın diye bir çaba içerisinde de değiliz. tıp bu değil başlığında toplamda 84 yazı var (bunların da yarısından fazlası zaten tanıtım ya da yine sol içi eleştiri-karşıeleştiri). toplamda 550 civarında yazı (50 kadar da öykü ve şiir) dikkate alındığında 10'da 1 bile etmez yani. o yüzden, bu tıklanma (kasten bunu diyorum. okuma eyleminin gerçekleştiğini göstermez çünkü) meselesi ve yorum korrelasyonuna bakmak sağlıklı olmayabilir. hürmetler. a.y.a.
22-11-2014 17:36 (44)
bir de edebiyatın daima ünlüler üzerinden yürüdüğünü ifade etmişsiniz. ben bu yazıya 4,5,9,10,15 ve 17 nolu yorumları yaparken sanki sizin 1 cümlede söylediğinizi 6-7 bin vuruda anlatmaya çalışmışım gibi gözüküyordur bazı gözlere. oysa kazın ayağı öyle değil. edebiyatı kitapların üretim aşamasından ve ticari ilişkilerden ayrı incelemeniz gerekli. sizin yazdığınız ve benim anladığımı düşündüğüm kavram bir pazarlama taktiğidir ve ülkemizde uygulama yaşı 50 yılı bile bulmaz. batıda bile aydınlanma / modernite çocuğudur kendisi. ve tersi de doğrudur aynı kavramın (en azından yaşarken ünlü olmayan ama sonra klasikleşmişler için): çok ünlü, satıyor / çok satıyor, ünlüdür. fakat bu yazıyı yazan kişinin genel tavrı dikkate alındığında onun eleştirisinin "ün"e yönelik olmadığı aşikar. postmodernite denilen zımbırtı öyle fena ki, hani ciğeri beş para etmez dangozları (tamamen tüketim kodlarının doğrultusunda) 1 gecede kral yapıp kanaat önderi haline getirebiliyor. yoz ve yozlaştırıcı. +++
22-11-2014 17:38 (45)
bunun örneği sebil. amaç da (komplo teorisi değil, hakikatın kökü) hazırda bulunan kitap tüketicisine ve kollateral reklam / propaganda izleyenlerine bombokluk ve bomboşluk üzerine kurulmuş bir dünya düzenini norm diye yutturmak. ama ben yine de kitabın tüketim nesnesi olması gerçekliğini unutmadan buna yaklaşmak gerektiğini savundum. kaldı ki, olaya bir de şöyle bir açıdan baksak: nazım hikmet'in şiirlerini basan bir banka yayınevi var. çok devrimci-toplumcu seslendirmeci-tiyatoracı ağbilere de cd falan doldurtuyorlar. şiirler hazır - okunmuş (pirinç gibi). şimdi burada amaç ilericilik mi? devrim mi? sözkonusu olan nazım hikmetse bunu ayrı mı ele alacağız. bu şiir külliyatlarını dünya paralara alanların tek derdi edebiyat aşkları mı? misal, neden karl marx'ın yazılarını adam gibi (bazıları almancanın felsefe dili olarak kullanılmasından kaynaklanan teknik zorluklar olsa da) çeviren (babalarının ruhuna hayır dua okunsun deyu, yani beleş) ve bunları basan, bedavaya veren fonlar yok? +++
22-11-2014 17:39 (46)
şimdi ayrı bir tartışma da "karl marx edebiyat mı" falan diye döner ya. yanarım, ona yanarım. kendinizi ilerici-devrimci-öztoplumcu falan diye kategorize ediyorsanız hiç değilse kuram altyapınızı oluşturduğu varsayılan adamın yazdıklarının hepsine anadilinizde ulaşamamak sizin için bir utanç değil mi? buna yönelik ciddi çaba da yok. çeviriler berbat. hele şu özgür-mason (hür ve kabul edilmiş değil) dayının icat ettiği skimsonik öztürkçe uydurukçaları yok mu?!! vallahi, onları gördükçe sevan nişanyan'ı sevip anıyorum. ey ağalar, ey beyler (ne ağası ne beyi demeyin. ben müslüman mahallesine salyangoz getirmiyorum. sol sitede feodal seslenişler yapmamın sebebi başka. neticede insan bu. ve insan bu hiyerarşiye solda bile tutulur), "vatandaş okumuyo" diyorsunuz. önce bir zahmet anlaşılır ve tutarlı olun. sonra da yine bir zahmet "fantastik" olmayan bir projeyle "nitelikli" sanat ürününü ya da ideolojik "basis"inizi halkınızla (ve eşek yükü paraya değil, lütfen) buluşturun. saygılar! a.y.a.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211471
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.