Fil Dergisi’nden yanıt: son gerçek bükücü

“Belleksiz köyde eşkalsiz gezenler: eski yandaşlar sola nasıl pazarlanır?” http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1882 başlıklı yazıma, facebook sayfasında Fil Dergisi yazarı ve yöneticisi Onurkan Avcı yanıt yazmış. Benim yazımı okuyan okurların, daha doğru değerlendirme yapabilmeleri için bu yanıtı da okumaları gerektiğini düşünüyorum.  Yazıyı, yazarın izniyle yayımlıyoruz.

Taylan Kara

 

Son gerçek bükücü

“Yav bu solcular daha kendi aralarında birleşemiyorlar, nasıl olacak…” diye başlayan ‘eleştiriler’, ancak kahve köşelerindeki apolitik abilerin ağzından çıkınca kulağa hoş geliyor. Çünkü orada bir saflık, bilgi eksikliği, yumuşak bir önyargı seziyorsun ve bu, verimli bir sohbetin anahtarı olabilir. Hatta bu kalıplaşmış sözün üstüne, söz sahibinin gece yatmadan düşünebileceği bir sohbetin tohumunu bile atabilirsiniz. Ama benzer kelamı, daha süslü ifadelerle ve sadece cehalete dayanmayarak edenler, tüm Türkiye solunu aynı kefeye koyarak yaptığı sanrılı tahlillerle bizleri sıkıştırdığını sanan ve bundan da garip bir ‘bilirkişi’ hazzı duyanlar var ki, laf anlatmaya mecal bırakmıyorlar. Bu toptancı anlayış, geldi, bizi dergicilkte de buluverdi. Bu aralar çokça paylaşılan ve yeni dergi akımının, tüm dergiler aynı kefeye koyularak eleştirildiği bir yazı var. Görmeyenler için aşağıda paylaşıyorum. (Zaten paylaşmayan da bir ben kalmışımdır.) Aslında şuan bunları yazmamın sebebi yazının ucunun bize, Fil Dergisi’ne dokunması değil, bilakis dokun(a)maması. Nasıl mı?

Taylan Kara adlı arkadaşın yazısının başlığı: “Belleksiz köyde eşkalsiz gezenler… Eski yandaşlar sola nasıl pazarlanır?” Başlığın hemen altında OT ve Kafa dergilerinin yanında Fil’in de ilk sayısının kapağı var. Hal böyle olunca yazıda isim vermeden yapılan o eleştirin Fil’i de kapsadığını düşünüyorsunuz. Ama düşünmeyin, çünkü Taylan Kara da düşünmemiş.

Yazıyı birkaç maddede toparlayıp cevaplamak istiyorum:

 

-         Yazı der ki: Bu dergiler Mevlana dergahı gibi. Her kesimden insan var. Birkaç kıymetli ismin yanında eski yandaş gazetecileri, liberalleri bile bize bir ‘sol çorba’ olarak yutturuyorlar. Tek kıstasları bugün o şahısların popüler olması.

Şimdi bu yazının sahibine ya da bu yazıya katılan arkadaşlara sormak lazım: Fil’de hangi liberalin yazı yazdığını görmüşler? Aksine, bir hassasiyetle yaptık her sayımızı. Örneğin; Onat Kutlar’ın ölüm yıldönümünde Sezen Aksu’ya ulaşmak iş bile değildi. Ama Tayyip Erdoğan’a mektup yazan birine sayfa açmayı düşünmedik bile. Varsın sosyal medyada daha az paylaşılalım. Ahmet Kaya’nın ölüm yıldönümünde “Ahmet yaşasaydı açılım toplantılarına giderdi” diyen ve bugün hala popülerliğini koruyan zevzek isimlerden hiçbirine sayfa açmadık mesela. Dergide konuk edeceğimiz popüler isimleri de buna göre seçtik. Saray kahvaltısında sırıtmaktan önündeki peyniri yiyemeyen, Gezi Direnişi’nde kıvıran hiçbir isimle kirletmedik dergimizi. Bu seçiciliğin bedeli Fil’in, yarıştığı dergiler kadar çok satmaması olacaktı, biz bunu en başından biliyorduk ama mahallenin temiz çocuğu olmanın şanı yetti bize. Şimdi onu elimizden almak isteyenler varsa, cidden dayanakları olmalı.

‘Liberaller’ kısmı da ayrı bir hadsizlik. Yahu “Yetmez ama evet”in sloganını bulmakla övünen adamın yazdığı dergiyle benim dergimi niye aynı yere koyuyorsun. “Yetmez ama evet” afişlerinin AKP tarafından astırıldığını kanıtlayan gazeteci benim zaten, referandum döneminin BirGün manşetlerinde görünür.

Bak arkadaş; biz diğerleri gibi bir liberal alıp, dengelemek için yanına sevimli bir solcu koymadık. Madımak’ta katledilen bir aydınımızı kitap ayracı verip, ayracın arka yüzüne de katillerle organik bağı olan Ülker’in ilanı basmadık.

Başka bir dergi gibi, “İslamcı yazarlardan makul birkaç isim de bulalım da çeperimiz genişlesin” demedik. Bir ünlü, bize kürtaj yasağını eleştiren bir yazı gönderseydi ve o yazı talihsiz bir biçimde “Uludere’nin çorak bir arazi” olduğunu söyleseydi, o yazıyı değil derginin girişine, bilgisayarımızın masaüstüne bile koymazdık.

 

-         Yazı der ki: Bunlar solcu olmazlar, solculuk yaparlar. Politik olarak kıvırırlar.

Valla bir devrimci olarak arkadaşa sormak isterdim nasıl solcu olunduğunu ama kendisi devrime yürürken bölmek istemiyorum. O yüzden kendi kendime konuşayım:

Fil’in yarıştığı hangi dergide Erdoğan’la, Gülen’le dalga geçilebilmiş. Sıkar o biraz. Hangi toplumsal olay/trajedi, aylaklıktan öteye geçmeyen bir dille ele alınmış. Soma dosyası yaptığımızda Erdoğan’ın bizzat tehdit ettiği Rengin Arslan yazdı, Sami Amca Berkin’i ve katillerini kaleme aldı. Sivas Katliamı’nda daha önce hiç konuşmayan bir tanık, yangın sönmesin diye yobazların itfaiye aracının önüne yattığını yazdı ki bu bilgi yeniydi. Cizre’de ufacık bir çocuk katledildiğinde o eve biz girdik, sadece o çocuğun yaşamını değil, onun yaşamı üzerinden oradaki tüm çocukların yaşamının devlet tarafından nasıl sürdürüldüğüne ve nasıl herhangi bir anda son verilebilecek olduğuna biz değindik. Yahu son sayımızda Dilek Doğan’ın katilinin işkencesine maruz kalan bir arkadaşımız, o anları yazdı ve bunu kapak yaptık. Aynı kulvardaki dergilerde bu konuların nasıl işlendiği ise ufak bir araştırmayla görülebilir.

Arkadaşlarından başka kimsenin adını bilmediği trans bir seks işçisi ölüme sürüklendiğinde, onun bir kader arkadaşına açtık sayfalarımızı. Bize ve okurlara anlatsın diye, görür görmez kafamızı silkeleyerek hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam ettiğimiz o karanlık köşeleri… Bunu yaparken de aman muhafazakar okuru, homofobik okuru ürkütürüz, tiraj olarak güdük kalırız demedik. Bizzat güdük olmayalım da bize yeter dedik.

 

-         Yazı der ki: Bu dergilerin matematiği belli. Solun genel olarak sevdiği isimlere sıkça değinmeler ve Gezi’ye ilişkin güzellemeler…

Diğerlerini bilmem ama Fil adına konuşayım: Pardon ama ne olacaktı? Bu neden rahatsız etti? Yani biz bu kadar azken ve ülke böyle cehenneme dönmüşken biz sana sadece “kent insanının yalnızlığı”nı mı anlatacaktık. “Olsun senin gezdiğin sergilerde henüz bir dert yok ya, fularına zeval gelmesin” mi diyecektik.

Ahir ömrümüzde bir Gezi görmüşüz ve tadı damağımızda kalmış. Özlediğimiz her şeye sıcak bir somuna dokunur gibi dokunabileceğimiz günlerdi, her yolun oraya çıkmasından doğal ne olabilir. Üstelik Fil’de hiçbir zaman körü körüne güzelleme yapılmadı. Gezi’nin yıldönümünde “çok ön planda” arkadaşlara tahliller yaptırmakta vardı ama biz Gezi Parkı’nda yatan sokak çocuklarıyla konuştuk o günleri mesela. Cem Karaca’nın ölüm yıldönümünde tamirci çıraklarıyla aşklarını konuşmamız gibi.

Bu konular işlenmeseydi sanırım o zaman da “Suya sabuna dokunmayan, ülke ve muhalefet gündeminden kopuk” diye damgalanacaktık. 

Kastedilen şey, Fil’de genel geçer bir solculuk hali görünmesiyse, elbette ortak müşterekler, solun ortak değerlerine değerek ilerleyecek FİL. Başına kim geçtiyse ideolojik duruşunu empoze etsin diye var etmedik biz onu…

 

 

Ezcümle:

Durum, klişeleşmiş bir metaforu hatırlatıyor: Gözü bağlı birkaç insan, bir file dokunur ve onun ne olduğunu anlamaya çalışır. Kuyruğundan tutan başka, hortumundan tutan başka, yani herkes hayvancağızı filden başka bir şeye benzetir. Bizim Fil Dergisi’nin başına gelen de o.

Bu gönüllü körebeliğe mola verip göz bandını çıkarırsanız, filin aslında ne olduğunu görürsünüz. Çıkarmayacaksanız da bırakın artık hortumunu.

 

NOT: Yazıdaki bazı tahlillere ise katılıyorum. Vicdan kuaförlüğünün -ki liberallerin biricik uğraşıdır- kabak tadı verdiği başta olmak üzere…

 

Onurkan Avcı

 

Facebook
yorumlar ... ( 1 )
06-03-2016
06-03-2016 08:37 (1)
Ercan Kesal'ın hikayeleri Bavul'da yayınlanıyor. Sitesinde de Freud'u sık sık anıyor. Hikayeleri toplumcu. Gezi'ye sahip çıkıyor, Dersim'den bahsediyor. Sevdiğim bir yazardır. Bavul'un böyle bir dergi olduğunu bilmiyordum. Ezel Parsa
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210146
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.