Şiir yarıştırma üzerine / Edebiyat piyasasının ödüllüleri

            Ödül ve ceza mekanizmaları nasıl işler? Ödülü kim verebilir? Hangi yetkiyle, hangi yetkeyle? Edebiyatta yarışma olabilir mi? Her sanat ürününün ve dolayısıyla edebiyat ürününün biricikliği söz konusuyken, başka hangi ölçüt bir şiiri diğerinden iyi kılar? Buna karşın, edebi eserler yarıştırılabilir mi? Edebi eserleri yarıştırma gereksinimi, zorunluluğu ya da tatmini nereden kaynaklanır? Hangi düşünce ve duygu; yarıştırmayı, ödülü, cezayı gündeme taşır?

            Körfez’de Edebiyat dergimizin, Ekim sayısında; “Şâkir Şırıldak Şiir Yarışması” ilânını mutlaka gördünüz! Ve bu ilâna, otuzu aşkın kişi başvuruda bulundu. Elbette, yarışmanın, şiir ödüllerinin, şiir yarışma/yarıştırmalarının, anlamsızlığını eleştirmek olduğunu bilmeden! Yarışma ismi kurmacayken, yarışma jürisindeki isimler (edebiyatın üzerine kara bulut gibi çökmüş leş yiyicileri anımsatarak) kurmacayken; yarışmaya başvuruları anlamak güç! Peki ya, “gerçek” şiir yarışmalarına yapılan başvurular?

            Ve kurmaca yarışmamıza başvuranlar arasında; PEN üyesi mi ararsınız, ünlü “şair”leri mi ararsınız: elbette varlar. Yarışmamız, bu kadar açık bir kurmacayı barındırıyorken; ne acıdır ki; ödül almak, şiir yarıştırmak başatlığını koruyor.

            İlkin, şunu vurgulamakta yarar var: bir şair adına neden şiir yarışması düzenlenir? O şaire beslenen duygular mıdır etken? Maddi ödüllü yarışmalarda amaç, gereksinimi olan şaire, yazara “para” ödülü vermenin mi kılıfıdır? Peki, şair ödülsüzse; bu durum onun için bir aşağılık kompleksini mi doğurur?

            Bir sanat eseri biriciktir, dedik. Ortaokul düzeyinde bir Felsefe Ders Kitabında, şunlar yazıyor: “Bir sanat eserinin temel işlevi, izleyicide estetik tepki doğurmasıdır. Sanatçı tarafından bir estetik tavır sonucu oluşan bir eserdir. Her sanat eserinin bu nedenle estetik değeri vardır. Çünkü sanatçının kendine özgü duyguları, heyecanları, hayal gücü ve yetenekleri eserinde birleşmiştir. Sanat eserinin en önemli özelliği tek olmasıdır. Çünkü sanatçı eserini oluştururken oluşan duyguları ve hayal gücünü bir kez daha aynen yaşayamaz. Bir ürünün sanat eseri olarak belirlenmesinde üç temel öğe etkendir. Bunlar, estetik  süje (sanatçı) , estetik obje (sanatçının sanat eserine dönüştürmek istediği her şey) ve estetik yargıdır (sanat eseri hakkında ortaya konan beğeni değeri, yani güzel ya da güzel olmamayı belirten yargı.)”

Felsefe Ders Kitabında, sanat eserinin belli başlı nitelikleriyse şöyle açıklanmaktadır: “Özgün olması, estetik değer taşıması, biriciklik, yaratıcılık, duyusallık, kişisellik, ölçülülük, kalıcılık, hayal gücüne dayanma, yerellik ve evrensellik...”

 

            Kısaca edebiyat, sanat içinde bir yaratım olarak, sanat eserinin biricikliğiyle değerlenir ve anılır. Tek tip üretim değildir. Sanatçının özgün kişiliğinden doğar. Benzersiz ve tektir. Başka bir eserin taklidi değildir. Bazı güzel eserler kopyalanıp birçok insana ulaştırılır. Kopyalama yani reprodüksiyon ise sanatsal değil teknik üretimdir. Zamanın yok ediciliğine direnir, geçmişten günümüze, günümüzden geleceğe kalır. Sanatçı kendi hissettiklerini, algıladıklarını ve önemsediklerini sanat eserine yansıtır.

 

            Ortaokul düzeyindeki bilginin ana izleği nedir? Teklik, biriciklik, özgünlük… bu doğrultuda nasıl bir yarışma, özgünlüğü, biricikliği yargılayıp, tuzla buz edip, teklik özgünlükten birinci, ikinci, üçüncü çıkarabilir? İtiraz bu noktadadır!

 

            Bu kurmaca yarışmamızın, tartışmaya neden olacağını, gereksiz olduğunu, yarışmaya iyi niyetle başvuruda bulunanların duygularıyla oynayıp, onlara hakaret içerdiğini söyleyenler oldu. Bir an düşündüğümüzde, yani ilk izlenim öyle görünse de; yapıtın özgünlüğünü yargılayıp yarıştıran; “Yunus Nadi Ödülleri”, “Altın Portakal Şiir Ödülü”, “Dünya Kitap Ödülü” ne olacaktır? Kurmacayla, gerçek arasındaki fark; bu zeminde sadece isimlerdir. Amaç özgün eserlerin, biricik ve tek olan eserlerin yarıştırılması kaygısıdır. Ki yarışma, edebi türleri açığa çıkarmaz, seçici kurulların keyfiyetinde, yerin dibine sokar. Öyle ki biriciklik de yitip giden bir özgünlük olarak kalır.

 

             “Türkiye’deki ‘edebiyat piyasası’ üç beş kişinin hâkimiyeti altındadır”1 diyor, Taylan Kara. 2013 yılına ait bir istatistik çıkarmış, Taylan Kara; 23 edebiyat ödülünde, jüri üyeliği yapanlar şöyle: “Doğan Hızlan (12 kez), Hilmi Yavuz (5 kez), Cevap Çaban (4 kez), Egemen Berköz (4 Kez), Metin Celâl (4 kez), Refik Durbaş (4 kez), 3’er kez ödül jürisinde yer alanlarsa: “Cemil Kavukçu, Enver Ercan, Eray Canberk, Faruk Şüyün, Nursel Duruel, Selim İleri, Semih Gümüş, Turgay Fişekçi, Turhan Günay, Ülkü Tamer”. Daha birçok isim jürilerde yer alıyor.

 

            Jüri üyeliğinde bulunanlar, nasıl değerlendirmelerde bulunabilir? Hangi yetkiye dayanarak? Estetik değerlerin eserdeki yeri, eserde Türkçeyi etkili kullanım, özgün dil yaratmada eserin önemi vs. hangi ölçütlerle değerlendirme yapılmaktadır? Eş dost ilişkileri, akraba ilişkileri jürilerin kararlarını ne kadar etkiliyor? Örnekleri epeyce geçmişte var. Onlarca, yüzlerce eseri; jüri, o yaşlılıklarıyla nasıl değerlendirebilir? Ne sonuç çıkarabilir? İşte, bir kaç örnek:

 

             Ahmet Oktay, Haldun Taner Öykü Ödülü jüriliğinden ayrılınca: “Kendi adıma gelen dosyaları, doğru dürüst okuyamıyordum. Yapıtlara gerekli ilgiyi gösteremiyordum” demişti.

           

            Tuğrul Eryılmaz da Haldun Taner Öykü ödülü jüriliğinden ayrılınca: “Dosyaları tam anlamıyla” okuyamadığından dem vurmuş ve “jürinin akıntısına kapılarak” oy kullandığını söylemişti.

 

            2009 yılında Reha Mağden Öykü Ödülü’nde jüri üyeleri, ödül verildiği açıklanan eseri okumadıklarını açıklamışlardı ve jüri başkanı Doğan Hızlan’dı.

 

            Kıdemli jüri üyelerinden olan, Hilmi Yavuz, Behçet Necatigil Şiir Armağanı Seçiciler Kurulu’ndan, 2007 yılında ayrılmış ve “Bir Jüri Üyesinin Anıları”2 başlığıyla, Zaman Gazetesi’nde bir yazı yazmıştı. O yazıda dikkati çeken bir nokta vardı. Yavuz şöyle diyor: “Seçici kurullar, ‘adam kayırma’ iddialarıyla suçlanır çoğu defa. Bu, doğru değildir. Elbette yarışmaya katılan adaylar arasında sizin beğendiğiniz, değer verdiğiniz şairler, yazarlar vardır: onları desteklemenizden daha doğal bir şey olamaz. Tersini düşünün: ‘aman, bana ‘Hilmi Yavuz, şiirini beğendiği adayı savundu, ona oy verdi!’ demesinler diye, değer verdiğim bir adayı savunmaktan, ona oy vermekten vaz mı geçmeliydim?” Hilmi Yavuz’un bu değerlendirmesi, yazının başında da vurguladığım gibi; eser değil, eseri yazandır. Ve jüri üyesinin, beğendiği (:siz, arkadaş ya da eş-dost ilişkisi anlayın) kişiye destek olması kadar doğal bir şey olabilir mi?

           

Bu edebiyat dünyası içinde, işportacı zihniyetiyle hareket eden egemen “edebiyat piyasası” leş yiyicileri; eseri değil kişiyi önceler. Yarıştırmalarda, eş dost ilişkisidir, başat olan.

 

Yazdığına şiir diyemeyeceğimiz egemen zihniyet içindeki zavallılıklara örnek olarak, Bünyamin Durali’nin 'Sevgiye durmak' neyimize yetmez3, başlıklı yazısını salık verebilirim. O yazıdan, küçük bir alıntı: “Enver Ercan’ın yenilerde yayımlanan, yayımlanır-yayımlanmaz da “Türk Edebiyat-Şiir Oligarşisi’nin beyaz egemenleri”nce Türkçe şiirin kaç yüzyıllık birikimlerine hürmetsizliğin doruklarını tutmuş abartılı methiyelerle köpürtüle-yüceltile gökler katına çıkarılmaya çalışılan; bu arada, hem de “hikmet burcu” şairlerimizden Behçet Necatigil onuruna geleneksel olarak düzenlenen bir ödülle taçlandırılan (!) “Türkçenin Dudaklarısın Sen” adlı kitabında yer alan şiirimsiler (şiirimsiler bile değil, düz-anlatımlar) tıklım-tepiş bu türden örneklerle dolu. Şu dizelere, diyemiyorum; şu cümle parçacıklarına göz gezdirmez misiniz, bir çalım:

“giriyormuşum odasına

soğuktan iyice büzülmüş

sırtında asker kaputu

öylece duruyor yatağında

‘iyi ki geldin’ diyor ‘kombi bozuk’

kombinin ayarını yapıyorum

yüzü aydınlanıyor

‘sen şiiri bırak, kombici ol’

diyor” (s.11)


Ya şunlara ne demeli:

“hassiktir dedim

ömrümde bir kedi sevdim

o da farkında değil” (s.33).

 

            Enver Ercan, Varlık Dergisi’ni teslim ettiğimiz, bir dolu ödüllü yarışmaların kocaman jüri üyesi ve ödüllü “şair”; söyler misiniz, hangi etik ve estetik anlayışla, edebi eserleri değerlendirebilecektir? Hangi ehliyetle, hangi duruşla, hangi onurlu kalemle?

 

            Körfez’de Edebiyat dergimizde yayınlanan ilân işte tam da bu nedenle kurgulandı. Bir sanallığı, bir sahtekârlığı, bir düzeni ortaya çıkarmak için… ve bu kurguya öylesine insanlar başvuruda bulundu ve öylesine insanlar, öyle “saçma” sorular sordu ki, inanılır gibi değildi! İçlerinde çok iyi şiirleri olan, şair arkadaşlarımız yok değildi! Ki onları, kurgusal bir şiir yarışması aracılığıyla değil de dergimizde yayımlanması üzere gönderecekleri şiirleriyle tanımak isterdim.

 

            Edebiyatı da piyasaya, ödül cenderesine, eş dost ilişkilerine kurban edenleri üzülerek izliyoruz. Ödüllü şairler, ödüllü şairlere yol veriyor. Ödüller, şairlerin özgeçmişlerine/cv’lerine ekleyecekleri birer nişan olarak algılanıyor ve uygulanıyor. Bilimsel makale indeksi gibi, ödül indeksi oluşturanlar var maalesef. Bir çukurun içinde debeleniyoruz ve debelendikçe de batıyoruz. Ve farkında mıyız? Neyin, gerçekte ne olduğunun farkında mıyız? Kurmacayla, gerçeği bile ayıramazken mi farkındalık?

Kaan Turhan

           

 

1.      Taylan Kara, Türkiye’de Edebiyat Ödülleri Nasıl Verilir?, www.mihribelli.com, Erişim: 02.10.2014

2.      Hilmi Yavuz, Bir Jüri Üyesinin Anıları, Zaman, 09.05.2007

3.      Bünyamin Durali, 'Sevgiye durmak' neyimize yetmez, Eliz Edebiyat, Eylül 2014, Sayı 69

 

Facebook
yorumlar ... ( 47 )
17-11-2014
17-11-2014 13:54 (1)
Size inananlar yanlis yapmis oldu. kombici
18-11-2014 22:08 (2)
bu çok ciddi bir durum, resmen skandal. Yazar bu isimleri açıkça yazmalı. PEN üyesi şairleri ilan etmeli. Şakir Şırıldak ismini 30 saniye bile araştırmadan şiir gönderenleri tanımalıyız. Buradan soruyorum, kim bu isimler? cemal d.
19-11-2014 08:25 (3)
Yarışmaya katılanlara kızmayın artık. 5 şiire karşılık 2000 lira ödül ayartıcı. Keşke yarışmayı düzenleyenler şu ödülü 50 bin lira yapsalardı. Daha fazla sansasyon olurdu. Bu arada Nihat hoca dün ilerihaber'de bu konuyu yazdı. Fakat postmodernizmin devrimle alt edilebileceğini sanması beni düşündürüyor. Kritik eşik aşıldı artık. Bu saatten sonra hasta kurtarılamaz. Nitekim Taylan Kara Aydınlık'ta o kadar piyasa eleştirisi yapıyor, fakat o yazıyı yazdığı yayının kapağında Tuna Kiremitçi'nin yağuşuklu fotoğrafını görüyoruz. Tıpkı Nihat hocanın ilerihaber'deki yazısının bir tık yakınında Yekta Kopan, E. Aysever ballandırması görmemiz gibi. Hal böyleyken ne diye uğraşıyorsunuz ki? Piyasa bizzat içimize kadar sokulmuş. Sen o kadar D. Hızlan yazısı yaz, televizyona çık isyan et, sonra senin en yakınındaki adamlar D. Hızlan'ın olduğu jüride yer alsınlar. Dünyayı değiştirmek için uğraşmak boşuna diyen postmodernizm haklı galiba. Dünyayı değiştirmek isteyenler değişmeden dünya nasıl değişecek?
19-11-2014 09:46 (4)
3 nolu yorumcuya, Örnekleriniz doğru, saptamalarınız yerinde. Verdiğiniz örnekleri biz de aramızda konuşmaktayız. Ancak samimiyetle öğrenmek isterim: ne yapalım? Ciddi ciddi soruyorum. "Bunları değiştiremeyeceğiz" diye bu işleri bırakalım mı? Evet, yaptıklarımızın bir etkisi yokmuş gibi görünüyor. Nasıl daha etkili olabiliriz? Ne yapmalıyız? Bize, ya da bana bir öneride bulunun, akıl verin. Tekrar edeyim, tartışmak için sormuyorum, büyük bir merakla öğrenmek istiyorum. Yanıtınız yorum sığmayacaksa bana mail de atabilirsiniz. Saygılarımla Taylan Kara
19-11-2014 15:30 (5)
ÖDP'lilerin ayılıp bayıldığı Ahmet Ümit'in son romanından kazandığı telif geliri tam 1,34 milyon lira. Şaka gibi ama Tunaları, Enverleri, Yektaları, Eceleri bizzat biz solcular zengin ediyoruz. İmkanınız varken sol yayınların yöneticilerini ve yazarlarını bizzat o yayınlarda uyarınız, eleştiriniz. Aydınlık yazarı Tuna Kiremitçi'nin kitaplarının vasatlığını lafı hiç dolandırmadan, genelleme yapmadan, isim vererek bizzat Aydınlık gazetesinde bir yazı ile ifşa edin Taylan hocam. Nihat Ateş, ilerihaber'in övdüğü "Bu roman o kız okusun diye yazıldı" kitabını bizzat ilerihaber'deki köşesinde eleştirmeli, Yektaları, Enverleri övenleri sert bir dille kınamalı. Kanyon AVM'de imza günü düzenleyen Enver Aysever nasıl soL'da köşe yazabiliyor? Ayşe Arman'la poz veren biri Orhan Kemal'in, Nazım Hikmet'in adlarını destursuz nasıl ağzına alabiliyor? Niye bunlara kimse ses çıkarmıyor? Bu soruları bizzat soL dergisinde bir yazıyla okurlara duyurabilseniz keşke. İşte o zaman daha etkili olursunuz.
19-11-2014 15:44 (6)
Çözümünüz bu mu? Ne olacağını söyleyeyim. Öyle isim vere vere açık açık yazdığında Nihat Ateşe Taylan Karaya bir daha yazdırmayacaklar oralarda. Tuna Kiremitçi, Enver Aysever yazacak onların yerine. Biz sayın seyirciler izleyelim diye şov istiyorsunuz sanırım. Sirk maymunluğu mu lazım. O yayınlarda o kişiler eleştirildiğinde, kınandığında çark kırılacak mı, okuyucu aydınlanıp artık bunları okumayacak mıyız. Ahmet Ümit 1.34 milyonunu mu kaybedecek. Bu adamlar zaten oralarda onlarca yazı yazıyorlar bunu eleştiren , bir tek isimlerle polemiğe girmediler. Taylan Hoca onu bile yaptı, iyice yüzgöz oldu. Gazetelerin önünde kendilerini mi yaksınlar bu adamlar. Öneri diye getirdiğiniz şey çok süpermiş. Solcumuz, kahramanlığı çok sever, ama kahramanlığı başkası yaparsa! Kılını bile kıpırdatmadığı konularda başkalarından kahramanlık bekler. ya bişey yapamazsınız diyorsunuz, ya da kahramanlık istiyorsunuz. süper öneriymiş :)) asena
19-11-2014 15:48 (7)
Söz'den Evrensel'e, Bilim Ütopya'dan, Sol'a 7-8 sol yayında belli dönemler yazdım, atılma veya ayrılma nedenim, tam da bu yukardaki arkadaşın dediği gibi yapmamdı :) K.A.
19-11-2014 16:57 (8)
Kendisiyle facebook üzerinden yaptığımız yazışmada, Ahmet Günbaş; şiir yarıştırmalarına karşı tutumunu belli etmiştir. Gerçeklere karşı susan, dilsiz şeytandır! Edebiyat dünyası konu üzerine tartışırken, kendisinin bu hafif tutumu, aldığı ödüllerden olsa gerektir. Bu şiir yarıştırmaya, ödüllü “şairimsi”ler karşı çıkıyor dememe, kendisi alınıyor ve hakaret ettin diyor! Yazışmamız aşağıda, değerli okuyucular karar versin. Bu arada unutmadan, kendisinin ödülleri şöyle: Hasan Tahsin Şiir Yarışması (1979), Şinasi Özdenoğlu Şiir Yarışması -üçüncülük-, İbrahim Yıldız Şiir Ödülü (1998) – mansiyon, Behçet Aysan Şiir Ödülü (2002) Kaan Turhan Ahmet Günbaş değerli kardeşim, ne düşüncen varsa sayfanda yayımla. etekitlemek zorunda mısın? 15:26 Kaan Abi Kırtasiye Bir şair olarak, önemli bir tartışmayla ilgilenmeye ne dersiniz? Yoksa siz de mi şiir yarıştırmalarından yanasınız! Edebiyatı piyasalaştıran, ucubeler gibi!
19-11-2014 16:58 (9)
Kaan Turhan - Konuşmanın devamı: Ahmet Günbaş bilgiçlik yapma lütfen. dayatma yazını. sayfanda yayımla. dileyen okusun tartıssın. 15:47 Kaan Abi Kırtasiye Bilgiçlik? Dayatacak bir şey yok. Gerçek Edebiyat, İnsanbu çalkalanıyor konu çok ciddi; lâkin nedense, ödüllü 'şairimsi'ler önemsemiyor! Yazık, edebiyata yapılana, vicdanınızı, bir gerçeğe karşı dayatma olarak mı, yargılıyorsunuz? 15:51 Ahmet Günbaş sana illa bir cevap vermek zoundayım? sayfamda etiketleme istemiyorum o kadar! 15:52 Kaan Abi Kırtasiye Bildik ve tahmin ettiğim bir tutum, sorun değil! 15:53 Ahmet Günbaş sana kardeşim diyorum, lütfen diyorum, sense şairimsi diyerek hakaret ediyorsun. benim her seyim ortadadır. önce hakkımda bilgilen sonra ahkam kesmeye çalış.
19-11-2014 20:09 (10)
Ciddi ciddi durumu anlamaya, çözümlemeye çalışıyoruz ama Kaan'ın "zeka yetmezliği sorunumuz var" saptamasına da şairleri de mi eklesek acaba. Şairlere karbonhidrat yasaklansın:))) Nihat Ateş
19-11-2014 21:50 (11)
Doksanlı yılların ortasında da bu tür sorunlar gündeme gelmişti ve muhalif yazarlar kendi aralarında bir kooperatif kurma yoluna gittiler. Yanılmıyorsam adı "karya" idi ve bu adla bir de edebiyat dergisi çıkarılıyordu. Yaşım tutmadığı için tam hatırlamıyorum, belki adı başka bir şeydir, karya değildir, ama böyle bir oluşum vardı. Belki yine böyle bir organizasyona gidilebilir. Taylan Kara'nın, Gün Zileli'nin, Kaan Arslanoğlu'nun, Orhan Gürsel'in yürütme kurulunda yer aldıkları bir edebiyat vakfı kurulur, üyelerden toplanan aidatlarla nitelikli bir edebiyat dergisi çıkarılır ve ilkeleri olan, dağıtımı iyi yapılan, toplama-sipariş yazılardan oluşmayan, uzun uzun çalışılmış dosyalarla yeni yazarların yetiştiği, okul niteliğinde, profesyonel bir dergi ile kültür sanat dünyasına soldan müdahale edilir. Sonuçta bu sorunlar yirmi sene önce de vardı, elli sene önce de. Geçmiş deneyimleri ve üretilen çözümleri düşünelim.
19-11-2014 22:55 (12)
Ogün Bursalı'yı mı diyorsunuz?
20-11-2014 18:18 (13)
Her türlü totaliterleşme başarısızlığa uğramaya mahkum olduğundan, olur da muhalif dergi başarılı olursa önce en tepedekiler aralarında anlaşmazlığa düşer. Birbirlerini vasat olmakla suçlarlar. Kim daha gerçek edebiyatın yanında tartışmaları kavgalar ve küskünlüklerle sonuçlanır. Geçmiş deneyimlerden çıkarılacak tek ders bu işte. Trajediler fars olarak tekrar eder durur.- Mete Berk
21-11-2014 00:10 (14)
3 ve 7'ye:Devrimleri saymazsak eğer, sistemlerde köklü değişiklikler yapanlar, kitlelere hitap etmeyi hedefleyen ve bunu başaranlardır. Marjinaller, bazen kitle hitapçılarını kendi düşünceleri yönünde ikna ederler; ardından, bunlar kitleleri etkileyebilir ya da bazen doğrudan, marjinal grubun kendisi, kitlelere açılmaya soyunabilir. aksi takdirde, marjinal kişi veya gruplar, söylemlerini sürdürmeye devam edecek içsel ve dışsal güçleri varsa hayatiyetlerini sürdürür, yoksa silinip kaybolabilir.kalıcı olmak isteyen marjinal birey veya gruplar, içsel ve dışsal güçlerini iyice değerlendirerek, eylem ve söylemleriyle yerini, duruşunu ve politikalarını belirlemeli ve olabildiğince de tutarlı ve kararlı biçimde bunu sürdürmeliler. Ancak, marjinal birey de gruplar da bilmelidir ki; kendi dışındakileri -aslında, insanın tüm insanlık hallerini- dışlayarak, yok sayarak, aşağılayarak, yargılayarak ve suçlayarak (yasal anlamda değil), doğruluğundan son derece emin oldukları düşüncelerini dahi bu +
21-11-2014 00:10 (15)
kitlelere kabul ettirmekte zorlanacaklardır. Buna karşı oluşacak öfke ve artan reddedişleri ise, bu kabulü daha da zorlaştıracak, belki arayı daha da açacaktıR. Fikir aktarımı, çok defa “nakşetmek” kelimesini hak edercesine, özenli, sabırlı ve sevecen çabalar gerektirecektir... Saygılar...HM
21-11-2014 12:06 (16)
13 noya: yahu bu totaliterizm lafından da gına geldi. Bu kadar ezber konuşmamak lazım. ne totalitarizmi.. totalitarizm arıyorsan başka yere bakacaksın. şu liberal kavramlar türkiyede insan düşüncesini o kadar sakatladı ki. bu yazıları yazmasın o zaman Kaan hoca, hiç birşey yapmasınlar o zaman, ne de olsa sonunda totaliter olacaklar. asena
21-11-2014 16:27 (17)
Emredersiniz asena, hatalıyım, totaliterleşme dedim tek tipleştirme diyeyim, size gına gelmesin. Liberal kavrammış totaliterizm bilemedim. Başka yere de bakmayayım, başımı öne eğip gideyim. Büyüksünüz. Özgürlük fazla bize. Sizinkilere benzemeyen düşünceleri yok edebilseydik dünya daha kabul edilebilir bir yer olurdu. "Başka bir insana tahammül ettiğimiz tek rol, hayran paspas rolüdür" demiş Celine. Size, hayranı olduklarınız tahammül ediyorlardır elbette. Sakat düşüncelerden uzak durun, steril kalın. Diyalektik filan bize ters. Kimin haddine karşı olmak. Değişmek bize gelmez. Aynı nehirde sonsuza dek yıkanırız biz. Sakatları istemiyoruz. Temiz, düz düşüncelerimizi niye herkes anlamıyor. Her yer ezberci olmuş, temizle temizle bitmez. Bir yerden başlamalı bu sakatları temizlemeye. (En çok ilgimi çeken bu kör yandaşlar. Bunlardan herkese lazım. Ne yalan söyleyeyim kıskanıyorum bazen "yahu".) MB
21-11-2014 16:40 (18)
Vallahi gözünüze, algınıza hayranım sayın MB. Ota boka totalitarizm diyen muhteşem algınıza. Bu kenefe dönmüş edebiyat dünyasında totalitarizm diye bula bula 200 tane okuyucusu olan minnacık internet sitesini buldunuz ya, bu duyarlılığa hayran olmamak mümkün değil. 3 tane adam bütün yazarları seçiyor, yarım trilyon para dağıtıyor, yandaşlarına ödül veriyor. 3 tane adam ve yandaşları hangi kitapların piyasaya çıkacağına karar veriyor, bütün kültür aygıtlarını yönetiyor, bunlara çıtınız çıkmıyor. bunları totaliter bulmuyorsunuz. türk edebiyatı dediğiniz şey tamamen bir kartel, tek sesli bir müzik olmuş. sizde çıt yok. totaliter diye 40 yerden kovulmuş kaan arslanoğlunu, canını dişine takmış taylan karayı, bu minicik siteyi görüyorsunuz.aman dikkat edin bu adamlar çok totaliterler. siz en iyisi doğan hızlan demokrasisine, elif şafak özgürlüğüne sarılın. bilinciniz paspaslaşmış zaten haberiniz yok. bilincinizi paspaslaştıranlar Kaan hoca TK değil Doğan Hızlangiller. onlara kızın.asena
21-11-2014 21:30 (19)
Haydi yarın yeni bir edebiyat dergisi çıkardık diyelim. 2500 tane basılıyor, bütün bayilere dağıtılıyor. Maliyeti ne kadara patlar? Semih Gümüş tek başına Notos'u nasıl çıkarıyor iki ayda bir? Bir Semih Gümüş kadar olamıyorsak yazıklar olsun bize. Ama orada da şöyle pis bir durum var. Yarın biz dergi çıkarsak, herhalde zülfü livaneli'nin, paulo coelho'nun, ayşe kulin'in falan reklamını basmayız. Reklam olmadığında ise bu işi yapmak çok zor. İkinci sayıda batarız. Başka bir kriz de dergiye gönderilen ürünlerin seçiminde doğacaktır. Senin kötü şiirin basıldı, benimki niye basılmadı gibisinden. Müdüriyet bu konulara kafa yoruyor mu? Çözüm ne olabilir? Gelin biraz fikir jimnastiği yapalım. Edebiyat dergiciliğinin duayeni Memet Fuat örneğini vereceğim. Aramızdan kimsenin itiraz edemeyeceği birinin öne çıkması ve bu işlere ön ayak olması lazım. Ama öyle biri yok. Kendi dergisini çıkaran Cengiz Gündoğdu'nun neden başarısız olduğunu, savurduğu yumruğun boşluğa gittiğini irdelemek lazım.
22-11-2014 12:51 (20)
bu faruk duman ne ayaktır bilen var mı, her yerde çıkıyor. sol, aydınlık taraf hepesinde var. site editörleri ne düşünüyor bu konuda.
22-11-2014 20:43 (21)
Site editörleri okurları sallamıyor anlaşılan. Bari biz kendi aramızda muhabbet edelim. Lütfederlerse editörler de katılırlar. Kaan Arslanoğlu önceki yazılarında Faruk Duman'ın soL gazetesinin kitap ekinde yazarlık yapmasını şiddetle eleştiriyordu. Ahmet Cemal, Faruk Duman, Leyla Erbil gibileri kendisiyle karşılaştırıyor ve yeterince solcu, sistem karşıtı olmadıkları için onları mahkum ediyordu. İşin ideolojik ve siyasi tarafı böyle. Yazın ve estetik açısından da bir değerlendirme şart. Faruk Duman'ın romanlarını inceleme şansınız oldu mu? Edebi açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kadar övgüyü, ödülü, reklamı, tanıtımı hak ediyor mu? Yoksa Can Yayınları, kitap eklerinin en büyük reklam vereni konumunda olduğu için ve Faruk Duman da Can yayınlarında Türkçe kitap editörü olduğu için mi bunca övülüyor? Her kitabı baş yapıt diye lanse ediliyor gazete eklerinde? Editörler lütfedip iki satır cevap yazarlarsa ne ala.
22-11-2014 20:58 (22)
Değerli 20-21 nolu yorumculara cevaben: "okurları sallamıyor olmamız" diye bir şey olamaz. Şaka değilse haksız bir itham. Faruk Duman'ın hiçbir kitabını okumadığım için size olumlu ya da olumsuz bir yanıt veremiyorum. Diğer editörleri bilmiyorum. Saygılarımla Taylan Kara
22-11-2014 21:46 (23)
Taylan hocam, Faruk Duman'ı okumamış olmanız bu konuda yorum yapmanızı engellemez. Gazetelerin kitap eklerini takip ediyorsanız fark etmişsinizdir. Hakikaten bir önceki yorumcunun da sorduğu gibi Faruk Duman'ın kitapları sürekli bir ödül, övgü, tanıtım, reklam cenderesinde. soL, aydınlık, taraf, radikal, her yerde reklamı yapılıyor. Acaba bunda Can yayınları faktörü ne kadar önemlidir? Piyasa tarafından belirlenen ticari edebiyat konusuna kafa yoran biri olarak görüşünüz nedir? Faruk Duman'ın Can Yayınlarında önemli bir konumda çalışması ve Can yayınlarının da önemli bir reklam veren kuruluş olması, yazarın ödüllendirilmesinde ve ballandırılmasında ne derece etkilidir?
22-11-2014 22:43 (24)
23 nolu değerli yorumcuya, bir yazı yazarken içini dolduramayacağım bir tek cümle bile kullanmak istemem. her cümlemin sorumluluğunu fazlasıyla duyuyorum. söylediğiniz ilişkileri ben de biliyorum. bunların fazlası da var. en son yunus nadi ödülünde ödül jürisinin çoğu can yayınları'ndandı (sanırım 5 jürinin 4ü) ve ödül de can yayını yazarına verilmişti. benim yorum yapmadığım konu, o yazarın edebi niteliği idi. hiçbir kitabını okumadım. bir öncül yargım var, ama bunu temellendirecek bilgim olmadığı için yazmam doğru değil. okuyucuya temellendiremediğim bir cümle yazmak, büyük bir sorumluluktur. benim öznel hissiyatımı okura bulaştırmak, doğru olmaz. 3-4 kitabını 1-2 kez okuduktan sonra bu konuda yorum yapabilecek hale gelebilirim ancak. şimdiye kadar yazdığım bütün yazılarda hep bu özeni göstermeye çalıştım. yazı sorumluluktur. bundan daha asgarisi, okura karşı özensizlik, sorumsuzluk olacaktır. bu özeni anlamanızı rica ediyorum. saygılarımla taylan kara
23-11-2014 02:12 (25)
"Faruk Duman sadece dünün ve bugünün değil yarının da romanını yazmış" ifadesini okuyunca kan beynime sıçradıydı. Geçmişimizi, bugünümüzü düzlediniz bari geleceğimizi kurtaralım diye okudum son romanını. O kadar roman eleştirisi yazdım ilk kez bir roman karşısında ne yazacağımı, nereden tutacağımı bilemedim. Yoktu, hiçbir şey yoktu çünkü. Şu ana kadar eleştirdiğimiz bütün kalıplar bir bir uygulanmış. "Yaratıcı yazarlık" atölyesinin iyi öğrencisinin elinden çıkmış bir kompozisyondu o kadar. Biraz da atmosfer olarak Robert Musil'in Portekizli Kadın öyküsünü andırıyordu. Ne diyecektim şimdi bunun için. Ben de yazmaktan vazgeçtim. Nihat Ateş
23-11-2014 02:12 (26)
Taylan hocam biz de sizden çok detaylı akademik yazı beklemiyoruz zaten. Genel olarak görüşünüzü soruyoruz. Kitabevlerini dolaştığınızda Faruk Duman, Onur Caymaz, Irmak Zileli, Ece Temelkuran, Emrah Serbes gibi bizim sol cenahta da çok pohpohlanan yazarların romanlarına illa ki şöyle bir göz atıyorsunuzdur. Bu isimlere dair ve genel olarak Türk edebiyatının bugünkü durumuna dair genel görüşünüz nedir?
23-11-2014 03:18 (27)
Detaylı yazmadığım, okuyucuya ikna edecek kanıtlar göstermediğim kitaplar hakkında konuşursam, bu dedikodu yapmak olur. Kanıtsız yazılar yazmak okuyucuya saygısızlıktır. İzlenimler, kanılar bir kahve toplantısında, sıradan konuşmalarda elbette belirtilir, ancak yazı yazmanın ciddi bir iş olduğuna inanıyorum. Ece Temelkuran okuma planımda var, 1 yıl içinde okuyup yazmaya çalışacağım yazarlar arasında. Emrah Serbes'in Behzat Ç serisini okumuştum, kaydadeğer bulmadım. Erken kaybedenler kitabındaki bazı öyküler nitelikli öykülerdi, dikkate alınması gereken. onur caymaz, ırmak zileliyi ise hiç okumadım. Dolayısıyla edebi nitelikleriyle değerlendirme yapacak yetkinlikte değilim. Bu bir kapris değil bilakis sizi önemsediğim, ciddiye aldığım içindir. Saygılarımla Taylan Kara
23-11-2014 11:37 (28)
Taylan bey "advanced" düzey eleştirileri berkitedursun, Nihat Ateş'in Faruk Duman fast-food'u haset dolu kapasitesiz entelektüelcik yüreğime su serpti. Aynen Sokal'dan bir özet, Chomsky'den bir alıntı ile bir sürü po-mo gebeşliğe kafa yormanın zahmetinden kurtulabildiğim gibi. Bazı şeylerin hakkı da burun kıvırıp kaldırıp atmaktır, çöpe de "çöp" demeyi bilmek gerekir, recycle değerini ölçmeye koyulmadan. Yeri gelmişken bu haftaki çıkma tekliflerine yokuş yaptığım AYA'dan iki ricam olacak; 1. Açık Radyo-Bilgi ekseni nedir? Kimdir bu tınısız sesli,anlaşılmaz isimli; kainatın kimsenin dinlemediği müziklerini wikipedya okumalarıyla güzelleyen insanlar, nerede yetişir, ne yer, ne içerler? 2. Riya tabirleri sitesinde masadan kaçırttığımız Ümit'in "soğuk bir bahar sabahı" adlı müzik-video var, anlaşılan Dersim'i anan. Boku görünce "öğğ" demek yerine gaita analizine girişmekle lanetlenmiş biz hekimlerin o ezoterik vidyodaki beşuş yüz ifadelerini takınma şansı ne kertedir? Jekyll
23-11-2014 11:52 (29)
Jekyll'a: Bu bir tarz meselesidir. Elbette özet, önyargı tamamen kötü değildir, zaman tasarrufu sağlar. ama özetin ve detaylı incelemenin işlevleri ve yerleri ayrıdır. Özet, bizi bir sürü zaman yitiminden korur. Ama bunları gerekçelendirebilecek yazılar da gerekmez mi? Evet sizin tabirinizle "boku görünce öğğ demek" gerekir. Ama birilerinin de "gaita analizleri" yapması lazım değil mi, bu "öğğ" demenin gerekçesi olur, "öğğ"ün tamamlayıcısıdır. Kaldı ki Nihat Ateş "öğğ" demeden önce epey bir "gaita analizi" yapmış birisidir. Uzun "gaita analizi"nden sonra "öğğ" demiştir. Sonuç olarak bu bir üslup meselesidir. Eğer yazılarımı okuyan ve yazdıklarımı değerli bulan birileri var ise sanırım bu güvenin nedeni bu "kabız, ketum" yazı tarzım olmalıdır. %90 emin bile olsam yüzeysel yazılarımı okuyucuya yüklemek istemem. Buradaki ketumluk okuyucuya saygıdan kaynaklıdır. Bu gerçekten ağır işçilik gerektiren bir iş. Bu özeni anlamanızı rica ediyorum. Saygılarımla Taylan Kara
23-11-2014 12:14 (30)
ikisi de lazım, biz de yerine göre bir birine bir diğerine başvuruyoruz, hiç bir yerde zikretmediğim "kabızlığınız" bende derin saygı uyandırıyor gibi bir ucuz uzlaşmacılığa bağlasam asi imajıma halel gelir mi acaba? Jekyll.
23-11-2014 17:43 (31)
jekyll'la tabans'ın üslupsal kesişimselliği dikkate şayan.burdan iyi ortaklık çıkar görünüyor.dbo
23-11-2014 17:43 (32)
Sn Taylan Kara, sizi siz yapan bu saygı duyulası titizliğiniz, nesnelliğiniz... iyi ki varsınız...emeklerinize sağlık...HM
23-11-2014 17:58 (33)
teşekkür ederim değerli HM, yazı yazan kişi, titiz olmalı emek harcamalıdır. bu pozitif bir özellik değil, olmazsa olmaz bir özellik aslında. saygılarımla taylan kara
23-11-2014 19:21 (34)
Doğan Hızlan ve Semih Gümüş'ten hoşlanmadığınızı biliyoruz. Peki günümüz edebiyatının diğer popüler eleştirmenleri hakkında düşünceleriniz nedir? Asuman Kafaoğlu Büke, Feridun Andaç, Ömer Türkeş gibi eleştirmenler hakkında görüşünüz nedir Taylan hocam?
23-11-2014 19:34 (35)
34 nolu yorumcuya. burada sorun kişiler değil. bu kişiler bir sistemin şebekenin sembolleri olduğu için üzerinde duruyoruz. Yoksa Doğan Bey'i çıkarıp yerine Ahmet Bey'i getirmek meseleyi çözmez. Bakunin'in meşhur bir sözü vardır: "dünyanın en büyük anarşistini çarın yerine geçirin, 3 ay sonra çar gibi davranır" der. Sorun D.Hızlan ve çevresinin kötülüğü değil, piyasa edebiyatı, sanatın metalaşması sorunudur. Piyasa sanatının kaçınılmaz sonucudur uyuşturucu sanat. koca bir toplumun estetik bilincinin 3-5 kişinin sanat anlayışına göre -tabii ki kapitalizmle uyumlu- şekillendirilmesidir. Bütün gördüklerimiz bunun mantıksal sonuçlarıdır. saygılarımla taylan kara
23-11-2014 19:55 (36)
bakunin'in sözüne benzer şekilde,dünyanın en saf-has-öz sosyalist edebiyatçısına/sanatçısına,para kazanma-kitlelere ulaşma olanağını verin/gösterin,üç ayda (kalmaz bile) eleştirdiği kapitalistler gibi davranır.erk de para da benzer dinamikler üzerinden insanı dönüştürür.dbo
23-11-2014 23:01 (37)
Eskiden solcu edebiyatçılar dünya görüşleri yüzünden o kadar sene hapis yatarlardı, sansür yerlerdi, sürünürlerdi. Şimdi solcu edebiyatçıların en dingil olanı bile yılda 1,34 milyon lira telif alıyor, kitapları en büyük yayınevlerinden en şaşalı reklamlarla çıkıyor ve en tuhafı da bütün devrimci yayınlarda kapak oluyorlar, sosyalist partiler tarafından övülüyorlar, el üstünde tutuluyorlar. Vaziyet böyleyken, yani ülkede edebiyat, sanat namına iyi giden tek bir örnek bile yokken Taylan Kara'nın okurla arasına mesafe koyan soğuk akademik tavrı, K.A.'nın çözüm yolu göstermeyen suskunluğu sinir bozucu.
23-11-2014 23:15 (38)
37 nolu yorumcuya: K.Arslanoğlu bu konuda onlarca yazı yazdı, sayfalarca polemiğe girdi. Daha geçen hafta toplantılara katıldı, saatlerce konuştu, tartıştı. Bu nasıl bir suskunluktur? Okumadığım yazarlar hakkında yargıda bulunmamak "soğuk akademik tavır" mı oluyor? bilmediğim, okumadığım yazarlar hakkında atıp tutsam, sözün namusu nerede kalır, o eleştirdiğimiz piyasa yazarlarından ne farkımız kalır? Siz bunu mu istiyorsunuz? bir cümle bile okumadığım bir yazar hakkında "iyidir" ya da "kötüdür" diye yargıda bulunmak yalancılıktır, okura saygısızlıktır. Bu, bütün savunduğumuz değerleri inkar etmektir. Yalancı ve okuyucuya saygısız bir yazar olmaktansa "soğuk akademik tavır"da olmayı tercih ederim. "Sinir bozucu" olabilir gerçekten de ama en azından ahlaksız değil. saygılarımla taylan kara
23-11-2014 23:23 (39)
37 no ya, kendi göbeğinizi kendiniz keseceksiniz, başka çare yok, amacınız provokasyon değilse tabii. sinir bozacak onca şey varken buna mı takıldınız siz?
23-11-2014 23:28 (40)
Sayın Taylan Kara, tarzınızı genel olarak çok beğeni ve ilgiyle okumaktayım. Ancak sorun kişiler değil demenize bir itirazım olcak, sitenin editör yardımcılarından sn. K. Arslanoğlu'nun ısrarla her zaman belirtiği bir şey var. Hayata tavrımız da kişiliklerin önemli olduğu ve belirleyici olduğuna dair. Kendimi de bu görüşe yakın hissediyorum. Kişiliklerle uğraşmayıpta işi sisteme yıkmak bence biraz kavgadan ve hedef olmaktan kaçınmak gibi geliyor. Ancak yine de sizin uğraşınızda az uz şeyler değil, takdiri, övgüyü hak ediyor. Saygılar sunuyorum. Recai Kulaksız
23-11-2014 23:44 (41)
Değerli Recai Kulaksız, "Kişisel değil" derken ne kast ettiğimi belirteyim. Kastım şu: meselenin kaynağı sadece "Doğan Hızlan'ın kötülüğü" değil. bir ilişkiler yumağı, bir piramit, takır takır işleyen bir düzenek var. oradan D. Hızlanı çıkardığınızda hiçbir şey değişmez. Bu ilişkiler korunduğu sürece, ödül jürilerine kimi koyarsanız koyun, aynı şeyler olur. Elbette bu düzenek kişiler üzerinden akıyor ama o kişilerin kişiliğini, niyetlerini aşan bir durum var ortada. kişilikler önemsiz derken soyut bir "sistem" sözcüğüne topu atmıyoruz. Ama şimdiye kadar ki yazılarımızdan kolaylıkla çıkarabileceğiniz gibi kişiliklerle, tekil örneklerle zaten yeterince uğraştığımızı düşünüyorum. şimdiye kadarki pratiğimiz ağırlıklı olarak kişiler, yazarlar, eserler üzerinden yürümekteydi. daha fazlası okurda "şu kötü adamlar yerine iyi adamlar gelse herşey düzelecek" gibi bir yanılgıya yol açabilir. Bu kişilerle uğraşırken ilişkiler ve düzenek de teşhir edilmeli. saygılarımla taylan kara
24-11-2014 12:37 (42)
37 numaralı yorumcuya cevap: Bu edebiyat piyasacılığı konusunda biz dahi suskunmuşuz. Hiç mi insaf yok! Bu site ne o zaman? 25 yıldır kırk tane yayın organında yazdıklarımız ne, kavgacı, bozguncu, cüzamlı muamelesi niye görüyoruz? Bundan ötesi şiddete girer. Bu arkadaş dalga geçmiyorsa, hiçbir tartışmayı izlemiyor demektir, bu yorumu da okumayacaktır, işimiz var demektir, zaten işimiz çok :)) Bize suskun veya akademik diyen kardeşler, lütfen kendi adlarını da yazsalar yorumlarına, arkamızda edebiyatla ilgili şu şu şu insanlar var diye bilelim, belki daha çok bağırırız, kim bilir. İnsanlar yorum yazarken bizlere gaz verirken isim bile belirtmiyorlar, niyetleri nedir anlamak mümkün değil. Cephe oluşturmak için kalabalık olmamız gerekir, herkesin ismiyle cismiyle ortaya çıkması gerekir, hayaletlerle cephe kuramayız. Saygılar. Kaan Arslanoğlu
24-11-2014 16:52 (43)
Kendi halinde bir okur olarak diken.com.tr den haberdar olduğum (http://www.idefix.com/kitap/sf2014_best100_list.asp) sabitfikir 2014 en iyi 50 romanı ve seçici kurulu hakkında var mıdır bir sözü olan? İçlerinde fena kitaplar yok gibi ama en iyi 50, 100 vs. olur mu? Ellibirinci, yüzbirinci bu durumda ne yapsın? Kitap Biti.
25-11-2014 08:26 (44)
31'e yanıt. jekyll'ı tanırım. iyi çocuktur ("tanırım, iyi çocuktur" diyen kişi dolmabahçe'de hangi dolmaları yemişse artık, mide fesadından olsa gerek, sus ve dahi pus. hani "kasaptaki ete soğan doğramam" bile diyemedi). pardon. iyi bir büyüğümüzdür. ama ben, yani tabancı kardeşiniz, onu ancak mr. hyde olarak tamamlayabilirim. kötülük benim doğamda mevcut. hatta bizatihi kötülüğün cisim bulmuş haliyim bile diyebilirim. call of the wild!!! yardırinyo, tabanzinyo, tabans, tabancı, tabanista, tabanway, tabanoğlan olarak karşınıza arada çıkıyorum. ama daha önceden kim olduğumu çokça beyan etmiştim. ve... imzasız asla karşınıza çıkmadım. çıkmam. prensip meselesi! chomsky project'e de buradan "kat kat tat, çokonat, why not?!" diyorum. voltron'ın fallusu olmaya daha bir yaraşırız gibi gelse de... hepinize hayırlı akşamlar, hayırlı tıraşlar! tapon değil taban! p.s.: buradan ç'ye ayrıca selam ederim. içimdeki insan sevgisi jonathan swift'inkiyle yarışır. hani, o derece yani. anladın sen onu!
25-11-2014 12:16 (45)
Yalnız Türkiye'de, yılda, yeni 750-780 kadar roman yayınlanıyormuş, bunun 400 kadarı ilk romanmış, duyduğuma göre;yeni baskılar ve yabancı romanlar da hariç, sanırsam...Şimdi bu toz-duman içinde, eskilerin sanatsallığı da tartışıladururken, yeni çıkanların hepsinin benzersiz, eşsiz, sanat eseri niteliğinde olduğunu/olacağını ileri sürmek mümkün mü? Böyle bir ortamda "yeni" yazarın da işine geliyor, bir yarışma ile adından söz ettirmek, okuyucunun da (hatta iyi sayılabilecek okuyucunun da) senede az sayıda okuma şansı olabilecek kitapların hangileri olacağını seçerken, ödüllü veya olumlu eleştiri olanları tercih etmek... kazan kazan kazan durumu... Ha, herkes kendi anlayışına göre bir yarışmayı, yayınevini veya eleştirmeni takip edebilir belki... Örneğin, ben, izleyebildiğim kadarıyla, Sn Taylan Kara'nın önereceği kitabı/kitapları okuma listemde üste almak isterim veyahut "insanbu" bir yarışma düzenlese, ödül alanları merak edip okuma şansı veririm, gibi gibi...HM
13-12-2014 13:17 (46)
Taylan Karaya küfür olayından sonra bu yarışmaya katılan isimleri açıklamak bir gerekliliktir artık. Sandığınızdan çok daha fazla ciddiye alınıyorsunuz. Bunu kanıtlamış oldu.
16-12-2014 18:09 (47)
YRIŞMALARA karşı olduğunuz anlaşılıyor. Böyle bir yaklaşım en azından katılanlara saygısızlık bence. Dalga geçmek gibi...Bence ödüller teşvik edicidir,her şeye rağmen. Bazı şu bu oluyorsa bunun yadırganması olabilir. Ancak suç varsa düzenlemede değil, insanlarındır. Karşı isen düzenleme!.. İstemiyorsan katılma! Zorlama yok ki.. Bu tür yanlı ve ve kısır çekişmeler edebiyat dünyasına bir şey kazandırmaz. görüşündeyim. Unutmamalı ki zaman süzgecinde gerçek şiirler ortaya çıkacaktır. Necdet Tezcan Edirne
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211271
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.