Hoş bir ödül tartışması çıktı buralarda. Ne diyelim; akıllara sağlık olsun… Akıllara ziyan bir işleyişin iç yüzünü gösteren fotoğraflar çekildi. Başka yamuklukların yanı sıra, her karede Doğan Hızlan’a denk gelinmesinin çarpıklığı çıktı ortaya. Eş dost hısım akraba jüri üyeleri tanıtıldı. Kişiler bir yana, mekanizma ifşa edildi asıl.
Tanıdık bir mekanizma bu. Sadece buralarda değil, her yerde geçerli. Evrensel bir işleyiş. Kayırmacılık, ayırmacılık, okumadan seçmecilik, kısaca saçmalık, her yerde. Avusturyalı yazar Thomas Bernhard da, o ironik ve sisteme lanetler yağdıran üslubuyla, “Ödüllerim” diye incecik bir kitap kaleme almış, “mekanizma”yı kendi penceresinden anlatmış. Aldığı ödüllere dair küçük öykücükler var içinde. Aldığı ödüller vesilesiyle yaptığı konuşmalar ve onların öyküleri de. Jüri üyeliğine dair bir deneyim de. İncecik bir reddediş destanı belki de. Küçük bir bölüm ilgimi çekti özellikle. Mekanizmayı çok güzel örnekliyor diye. Aktarmakla yetiniyorum sadece:
“Bremen Edebiyat Ödülü olarak anılan ödülle ilişkili olarak bir kez daha Bremen’e gittim, bu ikinci Bremen yolculuğundaki deneyimim hakkında susmak niyetinde değilim. Bir sonraki ödül alacak kişinin jüri üyesiydim ve oyumu Canetti’ye verme konusunda kesin kararlı olarak Bremen’e gittim, o kanımca o güne kadar hiçbir edebiyat ödülü almamıştı. Hangi nedenle olursa olsun benim için Canetti dışında birisi söz konusu olamazdı, diğer her adayı gülünç buluyordum. Jüri toplantısının yapıldığı yer bir Bremen lokantasındaki uzun bir masaydı sanırım, çevresinde oy verme hakkına sahip adamlar oturmuştu, aralarında ünlü senatör Harmsen de vardı, kendisiyle çok iyi anlaşırdım. Sanırım herkes adayını söyledi, hiçbiri de Canetti değildi, sıra bana geldiğinde ben Canetti dedim. Canetti’ye, dâhiyane bir gençlik yapıtı olan ve bu jüri toplantısından bir yıl önce yeniden basılan Körleşme için ödülün verilmesinden yanaydım. Birkaç kez Canetti adını andım ve her seferinde uzun masanın çevresindeki suratlar asıldı. Masadakilerin çoğu Canetti’nin kim olduğunu bilmiyordu, ama Canetti’yi bilen birkaç kişiden biri, ben gene Canetti dediğim sırada birden: ama o da Yahudi, dedi. Ardından bir homurdanma oldu ve Canetti suya düştü. Bugün bile sıklıkla bu cümleyi duymaktayım, bu cümle ürkütücü bir köşeden çıkıp geldi, şimdi bunu kimin söylediğini bilmesem de. Bu cümle benim önerim üzerine sürdürülecek her türlü tartışmayı, yani Canetti’ye ödül verilmesini temelinden boğdu. O zaman daha sonraki tartışmada asla yer almak istemedim ve susarak masada oturup kaldım. Zaman ilerlemişti ve bu arada bitmek tükenmek bilmeyen ürkütücü, yalnızca saçma sözlerle ve cehaletle bir araya getirebileceğim isimler anılmıştı ki, hâlâ bir ödül alacak kişi belirlenememişti. Beyler artık saate bakıyorlardı ve kanatlı kapıdan içeriye kızartma kokuları gelmekteydi. Bu yüzden masa öylece bir karar vermek zorunda idi. Şimdi gene anımsamadığım bir bey masanın üzerinde yığılı kitaplardan, bana öyle görünmüştü, öylesine Hildesheimer’in bir kitabını çekip çıkarttı ve altüst edici bir sesle ve neredeyse öğle yemeği için kalktığı sırada: Hildesheimer’e versek ya, Hildesheimer’e versek ya, dedi, oysa Hildesheimer adı, saatlerce süren bütün tartışma içinde hiç geçmemiş bir addı. İşte şimdi Hildesheimer adı anılmıştı ve herkes sandalyelerinde kımıldadı ve rahatladılar ve birkaç dakika içinde Hildesheimer adına oy verdiler ve Hildesheimer Bremen Edebiyat Ödülü’nün yeni sahibi olarak belirlendi. Hildesheimer’in gerçekten kim olduğunu olasılıkla hiç kimse bilmiyordu. O anda basına da Hildesheimer’in iki saat süren toplantıdan sonra yeni ödül sahibi olduğu açıklaması yapıldı. Beyler kalktılar ve yemek salonuna geçtiler. Yahudi Hildesheimer ödülü almıştı. Benim için ödülün doruk noktası buydu. Bu konuda susmayı beceremedim.”
Thomas Bernhard, Ödüllerim, s. 31-2, çev. Sezer Duru, YKY, 2010
Ali Mert