Kanserde -meme kanseri- yaşadıklarım
i. Kanser Hastanesindeki Çalışmalarım Hakkında
Ankara Onkoloji Hastanesinde 32 yıl çalışmış bulunuyorum. Bu yılları hatırlatırsam önümüzdeki günleri daha açık görebiliriz diye düşünmekteyim.
Nasıl ki her doktor, mesleki etkinliği ile eğitim sırasında öğretilenler arasında her zaman yenilikler ile karşılaşmışsa ve eskiler büyük bir hızla terk edilmişse bunların derli toplu ifadesi bugüne ışık olabilecektir. Öyle de olmalıdır.
Tıp eğitimimizde kanser, genel hastalıklar içerisinde bir bölümdü. Mesleki yaşamımızda ise multi-disipliner bir yapı içinde çalışılması gereken hastalıktı. Her organın kanserine yetişmek ve tedavisinde, bir cerrahi uzmanı olarak var olmanın olanaksızlığını görmek gerekliydi. Organlara ait kanser tedavilerindeki gelişmeler de aynı hızla oluşmaktaydı. Bunu, Japonya'da katıldığım "onkoloji kursu" ile iyice anlamıştım. Meme, gastro-intestinal sistem içinde mide, kolon ve rektum, özofagus, karaciğer, yumuşak doku, baş- boyun, kemik, üriner sistem gibi. Mesleki pratiğimde hiç olmazsa bazı organ kanserlerini seçme kararı aldım. Meme, kolon ve rektum ile tiroid hastalıkları konusunda derinleşmeyi kararlaştırdım. Dosyalar açtım ve Türkiye'de ilgili organlarla çalışmalar yapan değerleri belirlemeye başladım.
ii. Daha Önceleri Türkiye-Ankara'da Kanser Tedavileri Hakkında
Bir tarih var bizden öncesinde. Bilinmesi gerekiyor. Ayrıca, dünya çapında, toplantılarda Türkiye'yi temsil eden/edebilen, önemli isimler var. Onların değerlerini hissederek Ankara'da Kanser Hastanesi kuran sağlık bakanı ve yetkilileri var. Kanser hastanesi kurulmasına öncülük eden gönüllü kişiler var (Ahmet Andiçen). Türkiye'de kanser tedavisine inanan ve bu amaçla yurtdışında eğitim gören değerli doktorlarımız var (Dr. Hüsnü Göksel ve Dr. Korkut Akoğuz).
iii. Ankara Onkoloji Hastanesinde Bu Doktorlar Kanser Tedavisi Adına Nasıl Çalışmıştı
Her ikisi de yıllarca Amerika ve Almanya'da çok önemli kanser cerrahları ile birlikte çalışarak, şimdilerde daha netleşen tedavi stratejilerinin ilk uygulamalarını başarmaya çalışmıştır. Önceleri A.Ü. Tıp Fakültesi ile yapılan protokol çerçevesinde hasta tedavilerinde, oluşturulan bir "konsey" kararı ile çalışmışlar. Eğitimleri gereği uygulamaları ve başarıları ile kıskançlıklar oluşunca, fakülte ortaklığı bozularak ayrı çalışma şekline dönülmüştür. Devlet hastanesine dönüşünce, Dr. Hüsnü Göksel Hacettepe Tıp Fakültesine geçmiş, Dr. Korkut Akoğuz da Onkoloji Hastanesinde kadrolar kurarak çalışmalarını sürdürmüştür.
Önemine vurgu yapılabilecek özellikler vardır: Bistüri ile disseksiyon, radikal disseksiyonlar (1983’de Japonya'da Dr. Kajitani'nin ucu kıvrık elektrokoter ile yaptığı disseksiyonları unutamam)… Adjuant tedavilerin aynı merkezde yapılması, hastaların tedavisi için cerrahi, radyoterapi ve yeni kurulmakta olan medikal onkoloji uzmanının birlikte karar verme disiplini, "konsey kararları"… Bunlar, bir klinik eğitimi ile cerrahi uzmanı olan bizler için çağdaştı, ancak ticari bakan doktorlar için engel olarak değerlendirilmekteydi. Türkiye'de örneği yoktu. Bugünlerde üniversitelerde Batıya açılabilme şartı olarak değerlendirilen temel öğelerden olduğu için konsey toplantıları vardır, ancak nasıl işlediği bilinmemektedir.
Uygulamalar açısından da önemli özellikler vardı. İleri kanser denilen dev kitleler (özellikle sarkomlar) Türkiye'nin her yerinden Onkoloji Hastanesine gönderilmekteydi. Sanki son durak hastane gibi düşünülen bu merkezde, o dönemin koşullarına uygun intra-kaviter tedavi (radyumun tümör içinden geçirilen çubuklar içine yerleştirilmesi ile), intra-arteryel tedavi (infüzyon pompası ve medikal onkoloji uzmanı olmadığı için, kemoterapinin sürekli verilebilmesini oksijen tüpleri ile sağlayarak) döneminin çağdaşı tedavi uğraşıları bu merkezde uygulanmıştır. İleri olgularda cerrahi olanakların aranması çalışmaları o dönemlerde vardı. Ayrıca bu uygulamalar uluslararası kongrelerde yayınlanmıştır.
iv. Neden Radikal Cerrahi Seçenek Önemli
Bu düşüncemizin temeli var. Kısıtlı yayın takiplerimize ek olarak uluslararası dünya kanser toplantılarına Türkiye adına Dr. Korkut Akoğuz katılırdı. Biz de dört gözle dönüşünü beklerdik, dünyada neler yapılıyor öğrenmek için. Notlarını bize nasıl heyecanla aktardığını hatırlıyorum. Meme kanserinde özellikle dünya, meme koruyucu yaklaşıma hızlıca evriliyordu.
Korkut Hocanın anlatımları sonrası, cerrahi grubumuz radikal cerrahiye devam kararı veriyordu. Biz de radikal cerrahiye devam ediyorduk. Çelişkili gibi görünen bilimsel tartışma ortamında çeşitli seçeneklerin değerlendirilmesi şartını özelimizde değerlendirdiğimizi öğrenmiştik. Suskunlarımız ve biz de yapabiliriz (atla deve değil ) mantığında olanlarımız vardı.
İşte burada neden radikal cerrahi o dönemde doğruydunun cevabı var: Birincisi meme bir organ. Kanserde o organın tam tedavisi gerekli. Eğer yarısı veya dörtte birini alırsak geri kalanının radyoterapisi, yani radikal radyoterapisi gerekliydi. Ayrıca koltuk altının durumu önemliydi. Orada belirlenen üç bölgenin disseksiyonu üzerinde de yıllarca tartışma olmuştur. Bizce bu disseksiyon da önemliydi.
Bu tartışmalarda çıkartılan lenf nodu sayısı da yıllarca önemli olarak belirtilmiştir. Üstüne üstlük medikal onkoloji uzmanları adjuant kemoterapi uygulama sınırlarını genişletmişler ve ek olarak hormonoterapi uygulamaları yapmaktaydılar. Bu da beş yıl veya değişik formüller ile yedi sekiz yıla çıkmaktaydı. Radikal tedavi, bu tedavi süreçlerinde memede kanserin durumunu net olarak ortaya çıkarmakta ve cerrahi tedavi sonrası ek tedavi stratejisini sağlıklı olarak çizmemizi sağlayan bilgiyi ortaya koymaktaydı.
Bizim, halen radikal cerrahi dememizin bir diğer nedeni de o dönemde ülkemizde radyoterapi merkezlerinin çok sınırlı olmasıydı. Medikal onkoloji uzmanlarının üniversitelerde bile yeterli sayıya henüz ulaşmamasıydı.
Hepimizin inanç dışı gördüğü gerçek ise, radikal meme cerrahisi sonuçlarının beş yıl, on yıl süre ile hastanemiz ortamında tatmin edici olmasıydı. Yani Batı istatistikleri ile uyumlu olmasıydı.
Dr. Hüsnü Göksel, bir tıbbi toplantıda şunu söylemişti: Annem, eşim, kız kardeşim meme kanseri olsa radikal cerrahi uygulaması yaparım.
v. Halen Aynı Düşüncede miyim?
Hem evet hem hayır.
Evetin nedeni; hastaya bağlı. Hasta Türkiye'de meme hastalığı nedeni ile memesini düşman olarak değerlendirmektedir. Bu düşünce oldukça çoktur.
Meme bir organ olarak düşünüldüğünde radikal tedavinin eşdeğerini meme koruyarak yapma olanağınız yoksa radikal cerrahi gerekir. Tanı ve kontrol olanağınız sınırlı ise radikal meme cerrahisi gerekir.
Hayırın nedeni; artık meme koruyucu cerrahi isteyen kadın sayısı artmaktadır. Hastane sayısı ve hastane olanakları gelişmektedir. Radyoterapi olanakları gelişmiştir. Medikal onkoloji uzmanlarımız sayı ve nitelik olarak çoğalmıştır. Genetik çalışmalar ve kemoterapi ilaçları gelişmektedir. Yine de radikal cerrahiye eşdeğerlik hep gözümüzün önünde duran doğru yani mihenk taşımız olmalıdır.
Halen kabul edemediğimiz konular vardır. Estetik olarak korunmuş memelerdeki kabalaşmayı hasta bilmelidir. Radyoterapi yanıkları problemi bilinmelidir. Koltuk altı değerlendirilmesi (sentinel lenf nod uygulaması) net olmalı, boyama ve radyoaktif işaretleme birlikte yapılmalıdır. Kısa yoldan karar verilmemelidir. Koltuk altı cerrahisi hudutları netleşmeli, gerektiğinde radikal cerrahi uygulanabilmelidir.
Koruyucu meme cerrahisi yapacak olanlar radikal meme cerrahisi uygulamış, bilen kişilerden oluşmalıdır. Her cerrahi işlem iki uzman kişi ile uygulanmalıdır.
v. Hastayı Kim Takip Etmelidir?
Hastayı tanıyı koyan doktor takip etmelidir. Ya da takip edecek kişiyi belirlemek ona düşer.
Kanserli hastada iş süreklilik arz eder. Yani, hastaya önce tanı konur, sonra tedavisi yapılır. Tedavi; cerrahi, radyoterapi ve kemo-hormonoterapi birlikteliği ile tamamlanır, sonra takip işi vardır. Takip, yıllara göre artan süreçler içinde devamlı olacaktır. Takipte lokal nüks ve uzak metastaz aranır. Bunlar varsa yeniden tedavi gerekir. Bu şekilde takip süresiz olarak devam eder. Cerrahi uzmanları genellikle tanıyı koyan, hastayı ilk gören kişi olduklarından takip işleri de onlara aittir. Eğer, meme koruyucu cerrahi uygulanmışsa takip, radyoterapistlerce yapılmalıdır. Çünkü tedavide ağırlık radyoterapidedir.
Her hasta nüks ve metastazda medikal onkoloji uzmanlarınca görülmelidir.
vi. Son Söz
Bunca yıllık kanser tedavisinin çeşitli dönemlerinde içinde bulunmama rağmen tedavide netleşmiş çözüm olmadığını gördüm ve yaşadım. Yukarıda belirttiklerim bence önemlidir. Bunun dışında, hastanede çalışmaya başladığımda önemli olan "kanserde erken tanı hayat kurtarır" deyişi halen önemini korumaktadır. Teknolojik ve endüstriyel gelişmeler bu görüşü hâlen değiştirememiştir.
Yeni öğrendiğim bir şey daha var. Hastanede gerek ilk tedavi döneminde, gerekse metastaz ve tedavisi döneminde bu söze gerek yoktur. Hasta hayatta kalma savaşı verirken boş laf anlamındadır. Moral de bozuyor olması ilginçtir.
Dr. Mehmet Altınok