Körfez Kapanı ve şiir

Körfez Kapanı ve şiir

Kapana kapan

Sokal Kapanı diye adlandırılan olayı bilen bilir. Çok uzatmadan anımsatarak başlayayım: Bin dokuz yüz doksan sekiz yılında fizik profesörü Alan Sokal ve fizik kuramcısı Jean Bricmont birlikte “Son Moda Saçmalar/Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları”(*) adlı ortak bir kitap yayımladı. Kitapta; Sokal ve Bricmont'un postmodernist bilimcilerin makalelerini yayımlayan dergi Social Text'e gönderdikleri bir makalenin öyküsü ve yayımlandıktan sonra kopan fırtına anlatılır.

Sokal ve Bricmont makalelerine Aydınlanma eleştirisi ile başlar ve fiziksel gerçekliğin tıpkı toplumsal gerçeklik gibi  “dilsel” ve “metinsel” olduğunu, bilimler arasındaki sınırların aşılması gerektiği anlatılır. Ancak bu makalede kullandıkları bütün bilimsel veriler de uydurmadır. Bunun yanında makalelerinde postmodern teorinin ad yapmış teorisyenlerinden de bol bol alıntı yapıp referans verirler. Makale yayımlanır ve ardından Sokal ve Bricmont makalenin tamamen uydurma olduğunu açıklar. Fırtına da bundan sonra kopar ve bu olay tarihe Sokal Kapanı ya da Sokal Vakası olarak geçer. Kitapta da iki bilim insanı postmodernist teorisyenlerin “uydurdukları” tezlerin temelsizliğini açıklar.

Sonuçta postmodernizmin Aydınlanma ve ilericilik düşüncesine kurulmuş büyük bir kapan olduğunu düşünürsek Sokal'ın kapanını da “kapana kapan” diye niteleyebiliriz.

Bu da bizim kapana kapan

Bilindiği gibi Orhan Kemal ödülü; Orhan Kemal'in dünya görüşü, sanat anlayışı, gerçekçiliği, insandan yana kalemiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan Hamdi Koç'un romanı Çıplak ve Yalnız'a “Tarımın ve üretimin değeri çok iyi vurgulanmış. Tarımsal üretimin daha iyi bir insan hatta daha iyi bir toplum yaratabileceğinin anlatılması”ndan ötürü verildiği açıklanmıştı. Benim de editörleri arasında yer aldığım İnsan BU sitesinden Taylan Kara bunun üzerine “Türkiye'de Edebiyat Ödülleri Nasıl Verilir” adlı bir yazı yazdı. Doğan Hızlan'dan Hilmi Yavuz'a, Hilmi Yavuz'dan Çevat Çapan'a, birkaç adın daha kaç ödül jürisinde yer aldığı ve bu jürilerde yer alanların okumak zorunda oldukları sayfa sayısını da hesaplayarak eserleri nasıl değerlendirdiklerini sordu. Tabii bu sadece bir örnekti. O ana gelene kadar edebiyat dünyası içinde bir ödül mafyasının olduğunu, ödülleri paylaştırdığını herkes biliyordu. Taylan Kara, bu ve sonra yazdığı yazılarda “bilineni, edebiyat dünyasının üç maymunu oynadığı” bir çürümüşlüğü gözler önüne serdi ve tartışmaya açtı. Çok da iyi oldu. Tabii ki beklenen yaşandı ve bu konuda adları geçip, itham edilip de söz alması gereken birçok kişi bildik numarayla yazılanları görmezlikten geldi, alttan alta da “itibarsızlaştırma” operasyonuna başladı.

İşte bu tartışmalar böyle devam edip giderken. Körfez'de Edebiyat dergisinden şair “Şâkir Şırıldak Şiir Yarışması” düzenlendiği duyurusu geldi. Şairin adından jüri üyesinin adlarına kadar ortaya bir “kapan” kurulduğu o kadar belliydi ki Sokal'ınki gibi bir “entelektüel” birikime falan da gerek yoktu. Ödülleri ve edebiyat dünyasında dönen ilişkileri bir kapan olarak düşünürsek bu da kendi halinde kapana kapandı işte. Duyuruya İnsan BU sitesinde de yer verdik. İşte bundan sonra yaşananları da editörü Kaan Turhan'ın kaleminden okuyalım:

“Körfez’de Edebiyat dergimizin, Ekim sayısında; “Şâkir Şırıldak Şiir Yarışması” ilânını mutlaka gördünüz! Ve bu ilâna, otuzu aşkın kişi başvuruda bulundu. Elbette, yarışmanın, şiir ödüllerinin, şiir yarışma/yarıştırmalarının, anlamsızlığını eleştirmek olduğunu bilmeden! Yarışma ismi kurmacayken, yarışma jürisindeki isimler (edebiyatın üzerine kara bulut gibi çökmüş leş yiyicileri anımsatarak) kurmacayken; yarışmaya başvuruları anlamak güç! Peki ya, “gerçek” şiir yarışmalarına yapılan başvurular?

Ve kurmaca yarışmamıza başvuranlar arasında; PEN üyesi mi ararsınız, ünlü “şair”leri mi ararsınız: elbette varlar. Yarışmamız, bu kadar açık bir kurmacayı barındırıyorken; ne acıdır ki; ödül almak, şiir yarıştırmak başatlığını koruyor.

Bir sanat eseri biriciktir, dedik. Ortaokul düzeyinde bir Felsefe Ders Kitabında, şunlar yazıyor: “Bir sanat eserinin temel işlevi, izleyicide estetik tepki doğurmasıdır. Sanatçı tarafından bir estetik tavır sonucu oluşan bir eserdir. Her sanat eserinin bu nedenle estetik değeri vardır. Çünkü sanatçının kendine özgü duyguları, heyecanları, hayal gücü ve yetenekleri eserinde birleşmiştir. Sanat eserinin en önemli özelliği tek olmasıdır. Çünkü sanatçı eserini oluştururken oluşan duyguları ve hayal gücünü bir kez daha aynen yaşayamaz. Bir ürünün sanat eseri olarak belirlenmesinde üç temel öğe etkendir. Bunlar, estetik süje (sanatçı) , estetik obje (sanatçının sanat eserine dönüştürmek istediği her şey) ve estetik yargıdır (sanat eseri hakkında ortaya konan beğeni değeri, yani güzel ya da güzel olmamayı belirten yargı.)” (**) (Vurgular yazara ait. N.A.)

 

Şiir ve siyaset

Bu satırlarda iki önemli vurgu dikkatinizi çekmiştir elbet. Bunlardan birincisi elbette bu kapana anlı şanlı şairlerin yakalanmış olması, ikincisi de “sanat eseri”nin biricikliği yüzünden -ki doğru- eserlerin yarıştırılamayacağı vargısı. Evet ödüller bu kadar kirli, giderek aşağılayıcı bir hal alırken ve herkes bunun bilincindeyken böyle bir düzmece yarışmaya bile edebiyat dünyasını bilen, o dünyanın içinden şairler katılabiliyor; neden? İkincisi ise ödüllerin sadece “estetik değer” açısından, sanat eserlerinin yarıştırılamaması nedeniyle sanata hiçbir katkısının olamayacağının vurgulanması. Doğru ama yeterli mi? Yıllarca ödüllere karşı çıkanlar zaten bu temel veriyi kullanarak karşı çıkıyor ama gelin görün ki gelinen durum bu eleştirinin hiç de etkili olmadığını gösteriyor; neden?

 

Bu iki sorunun yanıtı aynı zamanda 80'lerin sonu ve 90'lardan başlayarak ortaya çıkan durumla, Sokal ve Bricmont'un tam da kapanı kurduğu olguyla da yakından ilgili. Siyasetin bir toplumsal “ilerleme ve ilerletme” aracı olarak itibarsızlaştırılması, “dünyayı ve insanı bilme”, anlama çabasında bilimin ve sanatın itibarının sarsılması, giderek “din”in de en az bilim ve sanat kadar insanın dünyayı ve toplumu anlamasında yararlı bir “yöntem” olabileceği sonucuna varılması...  Kısacası siyaset ve siyaset kültürüyle, toplumsal ve bilimsel felsefe ve kültürle ilgili. Geçen hafta “Bugünse edebiyattan siyasete bir akış olmadığı gibi siyasetten edebiyata gidilebildiğini söylemek zor. Yollar Deniz'in dönemindeki gibi açık ve net değil belki artık. Neden?” diye sormuştum. İşte Türkiye'de 12 Eylül darbesi, dünyada sosyalizmin çözülüşü ile başlayan “şey”, sanatı ve kültürü bir maddi alana, bir ödül mekanizmasına çekerken onların itibarını da bunlarla ölçer hale getirdi. Maddi değeri olmayan, pazara girmeyen, giremeyen her sanat eseri maddi olarak para ederken, içerik olarak da gittikçe itibarsızlaştı. İlerici ve ilerletici siyasetle sanatın ilişkisi koparak yollar çatallaşırken sanat ve bilim insandan yana olan özünden çok maddi, hadi daha açık anlamıyla parasal getiri ve ödülle ölçülmeye başlandı. Şairin, sanatçının toplumsal karşılığı erirken parasal karşılığının yüksek tutulması gerekiyordu. Bizimki gibi sanat ve bilime zaten pek önem verilmeyen toplumlarda, bu çizdiğim tablo ortada yokken bile sanatçının işi pek kolay değildi, bu süreçle birlikte de herhangi bir toplumsal karşılık ve tatmin yaşayamayan sanatçı bir “ödül” avcısına dönüştü-dönüştürüldü.

 

Sanatta sermaye birikimi

 

Yavaş yavaş “sanat”ın da para ettiği fark edilmeye başlandı. Ortada dönen postmodern bir sektör ortaya çıkıyordu. Çıkıyordu ama “sektörde” sermaye birikimi henüz yetersizdi. Ne yapılacaktı? Bu kadar “ödül” hangi parayla verilecekti? Bu başlı başına bir işti ve bu iş herkese emanet edilemezdi değil mi? Sonuçta sanatla ilgili olmayan ama ikna edilen sermayedarın paracıkları söz konusuydu. Bu da bu işin “kurt”larına, “çakalları”na yeni bir meslek alanı açtı: Estetik yöneticilik.

 

Hızla doksanların ikinci yarısına doğru ilerleniyordu ve estetik yöneticilerin önüne, tıpkı 2002'de AKP'nin iktidar olmasından sonra dünyada başlayan nakit para bolluğu gibi bir kapı açıldı ve yerel yönetimler “dinci” ve “İslamcı”ların eline geçmeye başladı. Türk şiirinin makus talihi de yerel yönetimlerin İslamcıların eline geçmesiyle değişti. Hem din öyle kötü bir şeyde de değildi estetik yöneticilerine göre, koskoca Batı aydını orada neler söylüyordu.

 

Ülkemizde sanatın sanat olarak var olabilmesi için devletin ve yerel yönetimlerin destek olması şarttır. Bunu da solculardan çok da İslamcıların bildiğini o zaman gördük. Estetik yöneticilere döndüler dediler ki, “Size para veririz ama bizim de şairimiz, yazarımız var... Onlara bir el atın bakalım...” Birden Türk şiiri İslamcı şairi keşfetti. Antolojiler “iki dünyaya da yabancı” olmayan şairlerle doldu. Ne diyordu estetik yönetici: “Dünya görüşünün ne önemi vardı. Önemli olan estetik değerdi. Biz kişiliklerine, dünya görüşlerine değil, şiirin, sanatın estetiğine değer veriyoruz”. Böylece de hem devletin ve o yerel yönetimin maddi desteği; arada İslamcı, dinci, tutucu şair, yazarlara da yer verilerek sağlanıyordu hem de ortaya “şiir gibi demokrasi” çıkıyordu. O şair ve yazarların AKP iktidara geldikten sonra şiir ve sanat nedir, önemli olan İslam ve kutsiyettir, deyip ben AKP'nin militanıyım diyenlerini de gördük, Gezici diye eski arkadaşlarını ispiyonlayanı da.

 

Yollar iyice çatallaşıyordu, demiştim. Bizim tarafta da bu düşüncenin etkisinde kalanlar ve karın tokluğuna “estetik yöneticilik” yapmaya kalkanlar da oldu. Karşılığı ise bir röportaj, bir ödül, bir akşam birasıydı.

 

Dünya siyasetle sanatın ilişkisinin yeniden sağlıklı bir şekilde kurulabileceği zamanlara doğru evriliyor. Gezi süreci bizim evdeki bazı kiracıları kendi evlerine yolladı bile.  Yollar çatallaştı ama şimdi patikayı yeniden açma zamanı. Siyasetle, akılla, bilimle, gerçekçi sanatla, durmadan müdahele ederek, yolcuyu, yoldaşı da yeri geldiğinde uyararak.

                                                                                                                      NİHAT ATEŞ

(ilerihaber.org'da yayınlanmıştır.)

 

 

(*) Kitap, Mehmet Baydur ve Ongun Onaran tarafından Türkçeye çevrilerek 2002 yılında İletişim Yayınları'nca yayımlandı.

(**) http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1589

Facebook
yorumlar ... ( 65 )
20-11-2014
21-11-2014 09:08 (1)
"Edebiyatın mantığı piyasanın mantığı değildir. En çok satanlar, edebi eserler değil, ticari eşyalardır." O. Paz. Durum böyleyken çok satanları değiştirmeye çalışmak, piyasanın mantığına saldırmak boş bir çabadr. Reklam meta-fetişinin mitleşmesidir. Kullanım değeri olmayan ama değişim değerine dönüşen niteliksiz edebi eserlerin yarışmalarda ödül alması piyasa mantığının edebiyat mantığının önüne geçtiğinin göstergesidir. Bu ödülleri ve jürileri eleştirmek, markette satılan bal gerçek bal değil diye bal üreticilerini suçlamaya benziyor. Piyasa mantığı düzelmedikçe, o bal üreticisi gider yerine küçük değişikliklerle aynı mantıkla çalışan başka üretici gelir. Piyasa yazarlarına kapan kurup para ödülü yemiyle oltaya düşürmek eğlenceli olabilir ancak yeterince hayal gücüyle zaten sonucu tahmin edilebilecektir. Edebiyatın piyasalaşması ve metalaşması zaten kötüdür. Neden bunlarla vakit kaybediyorsunuz, nitelikli sanat eseri üretmeye çalışmıyorsunuz? Mete Berk
21-11-2014 09:09 (2)
bu yazının sonunda yer alan düşünce TK'nın son yazısındaki(nazi şair)sanatı öne çıkaran vurguyla çelişmiyor mu sizce?son dönemdekileri islamcılar/yöneticilere yakınlar diye hepten mi karalamak lazım?sanat illaki gerçekçi sanat olmak zorunda mı?etik ile estetik ilişkisini kurmada mı sorun?dbo
21-11-2014 09:09 (3)
Alan Sokal'a, araştırmayı anlamayı sevmeyen, sözlü geleneği ve hazır aktarımı seven ülkemiz entellektüeli çok şey borçludur. G. Deleuze, A. Badiou, J. Derrida, hatta Hegel ve takipçileri entellektüellerimizi üzmüş, zor kitaplar yazmıştır. Oysa S. Et isimli kitap daha uygundur bizimkine. Sokal piyasa yazarlığı üzerine tek söz etmez. Kurduğu kapan, zihninin her gördüğünü verili halde kapmaya hazır, diğerini anlamaya uzak entellektüelciği kapar. Bilgisizliğiyle övünen entellektüelcik yeni kanıtlar bulduğuna sevinir, ciltler dolusu kitabı okumaktan kurtulur. Önceden bildiği, kapitalizmin veya gençliğinde özendiği ortamlarda kabul görmek için okuduğu literatürün tanıdık kalıplarında hapsolmuştur, ama bu köleliğiyle mutludur. Efendileri herşeyi önceden hazır sunmuştur, o tekrarlamaktan başka ne yapabilir ki. Söylenebilecek herşey söylenmiştir. Malumatfuruşluk yeterince zordur, yormayın entelimizi. Deleuze, Zizek, Lacan, Badiou uzak dursun. Alemden bize ne, mutluyuz, gururluyuz biz el ele. MB
21-11-2014 09:10 (4)
Bu namuslu ve ayakları yere basan yazı için tekrar teşekkürler, Nihat Ateş. Kaan Turhan Lâkin, bu konu ciddi bir yarılmayı beraberinde getirdi. Ödüllü "şairimsi"ler; hangi ödülü, nasıl, ne minvalde aldıklarına açıklama getiremiyorlar. Tartışmak istediklerim, Ahmet Günbaş örneğinde olduğu gibi, beni bilgiçlik ve dayatmacılıkla suçluyor ve sırtını dönüyor. Tartışmaktan kaçmalarını anlamadım. Apoletlerini sökeceğimizden mi korkuyorlar? Kaan Turhan
21-11-2014 09:18 (5)
Mete Berk, Mesele, piyasa sanatının kendini gerçek sanatmış gibi yutturmasıdır. Marketteki sahte bal, ben doğal balım diye piyasaya çıkıyor, bunu ortaya koymak önemli. Doğan Hızlan sadece çok satanları, piyasa sanatını belirlemiyor ki. Adam Metin Altıok, Behçet Aysan ödülünü de veriyor. Sözüm ona en sekter sosyalistlerin bile edebiyat seçimini etkiliyor. bir yorumcu yazmıştı:enver aysever, yekta kopan, perihan mağden... bunların sosyalist mecmualarda ne işi olabilir? Doğan görünümlü şahinler bunlar. bunların teşhir edilmesi çok önemli bir görev. aksi halde hamdi koçu orhan kemal çizgisinde bir yazar zannediyor okuyucu. piyasa sanatı kendisini yüksek sanat diye sunuyor.onların piyasa işi olduğunu göstermek lazım.
21-11-2014 12:06 (6)
size katılmıyorum... İsteyen istediği konuda ödüllü yarışma yapar. isteyen katılır. iktidar siz de olsa yanmıştık. bizim adımıza neyin nasıl olacağına karar da verirdiniz. diğerlerini ikinci plana iter hatta yasaklardınız. birokur
21-11-2014 12:18 (7)
6 no ya: ne de olsa demokrasi var değil mi, isteyen katılır isteyen katılmaz. somada da madencileri zorla mı indirdiler madene, isteyen iner isteyen inmez. banka yayınevleri de size kitapları zorla mı satıyor, isteyen alır istemeyen almaz. elif şafakı kim zorla okutuyor, isteyen okur istemeyen okumaz. devlet teşviki de öyle: isteyen alır, istemeyen almaz. ne güzel bir demokrasi illüzyonu değil mi. zaten şartlar eşit. herkesin kitaplarını eşit şartlarda basıyorlar, eşit şartlarda dağıtılıyor, eşit şartlarda tanıtılıyor. okuyucu da adil bir seçim yapsın değil mi! siz kimsiniz, sizin adınıza karar veren de kim. nerden çıkarıyorsunuz bunu? allahtan bunlar iktidarda değil de doğan hızlanlar iktidarda, yoksa haliniz nice olurdu. iktidar olmayan bir sanat dünyası düşünemiyorsunuz tabii. mutlaka birileri iktidarda olmalı di mi... asena
21-11-2014 14:28 (8)
" ...somada da madencileri zorla mı indirdiler madene, isteyen iner isteyen inmez. banka yayınevleri de size kitapları zorla mı satıyor, isteyen alır istemeyen almaz..." demişsiniz doğru demişsiniz. " allahtan bunlar iktidarda değil de doğan hızlanlar iktidarda, yoksa haliniz nice olurdu." yine doğru demişsiniz... " mutlaka birileri iktidarda olmalı di mi" demişsiniz bu fikir de günümüz şartlarında doğru.. Dediğim gibi "bizim adımıza neyin nasıl olacağına karar da verirdiniz. diğerlerini ikinci plana iter hatta yasaklardınız." iyi ki iktidarda değilsiniz..birokur
21-11-2014 14:28 (9)
Asena'ya katılmamak olanaksız, 6 nolu kesin ödüllü bir şairdir kendisi. Egemen piyasa koşulları dışında, düşünmek neden mümkün değil? Neden piyasa koşullarına koşut düşünüyorsunuz? Ödül de ödül diye tutturmuşsunuz. İşin özünü saptırmada üstünüze yok ne yazık ki: temel mesele, sanat eserinin, dolayısıyla şiir ve öykünün de, romanın da biricikliği ve yarıştırılamazlığıdır. Bir bilimsel araştırmaya ödül verebilirsiniz, südük yarıştırabilirsiniz, kim daha çok satıyor bunu da hesaplayıp üzerine yarışabilirsiniz. Lâkin bırakın şu edebiyatı da namusuyla, gerçekliğiyle ve saflığıyla kalsın. Kaan T.
21-11-2014 14:29 (10)
*Ben teşekkür ederim Sevgili Kaan Turhan. Şairlerden bir açıklama beklemek de doğru değil bence. Sorunumuz Taylan Kara'nın kavramlaştırmasıyla söylersek "vasat edebiyatının" maskesini düşürmek, ilişkileri, ilişkilerin ortaya çıkış mekanizmalarını çözümlemek, anlamak. Düzenine çomak sokanı, pişmiş aşına su katanı kim sevmiş? * Gerçekçilik "gerçeği" anlamada, gerçeğe sadakatte önemli bir yöntem. Daha başka, işleyen bir yönteminizi varsa o da olur:)) Üstgerçekçilik de "gerçekçilik"tir örneğin. Ama ben başka muadilini bilmiyorum. * Şu saptama değerli: "Kurduğu kapan, zihninin her gördüğünü verili halde kapmaya hazır, diğerini anlamaya uzak entellektüelciği kapar." Bana iki "kapan" arasında bir bağ, ilişki kurma düşüncesini de hemen hemen aynı saptamayı yapmam uyandırmıştı. Büyük büyük dağ gibi bir sorundur bizde "okumak" sorunu. Bununla ilgili bir umudum şu kaldı: Ağaç, HES, çevre mücadelesiyle tekrar toprağa dönerek "kitapsız bilme" yolunu bulmak. Sanırım bu daha kolay olacak:) Nihat A
21-11-2014 14:37 (11)
ne güzel işte sayın bir okur, durumdan memnunsunuz. Estetik zevkinizi Doğan Hızlanlara Elif Şafaklara emanet etmiş güzel güzel yaşıyorsunuz. Sorun ne işte. Neyden rahatsızsınız. Olur ya Kaan Hoca Taylan Hocagil iktidara gelirse o zaman sorun başlar. Gerçi onların iktidara gelme amacını nasıl uydurdunuz o da ayrı bir hayal gücü gerektiriyor.Siz gözünüzün önündeki atom bombasını değil, atom bombasına karşı taş atanlara karşısınız. Büyük bir başarıdır bu, helal olsun size... Ama ben hala şunu anlamış değilim. Bu adamların sizin adınıza konuştuğunu nerden uydurdunuz. Bunlara vekalet mi verdiniz de: -şimdi benim adıma konuşmayın. diyorsunuz. Kim sizin adınıza konuştuğunu iddia ediyor. bunu nereden uyduruyorsunuz. nedir bu vekalet saplantısı. asena
21-11-2014 21:29 (12)
Farkında mısınız; Sizinle aynı görüşte değilim diye demediğiniz kalmadı.. birokur.
21-11-2014 22:08 (13)
Biz burada üç beş kişi birbirimizi yiyelim, millet malı çuvalla götürüyor. Yazıklar olsun hepimize. Boşuna yazıp çiziyoruz, sinirleniyoruz, yorum yapıyoruz. Bakın, Aydınlık Kitap'ın bugünkü sayısında 14. sayfada tam sayfa Enver Aysever ballandırması yapmışlar yine. "Bu roman o kız okusun diye yazıldı" romanını uzun uzun övdükten sonra şöyle bitiriyor yazısını yazar: "Ve kitaplığımın, kimselere ödünç dahi vermediğim rafı, klasikler bölümüne itina ile yerleştiriyorum. Okumazsanız eksik kalırsınız."
21-11-2014 22:09 (14)
hiç de öyle birşey olmadı sayın okur. adamlara "iktidar olsaydınız başkalarını yasaklamıştınız" kahinliğini, niyet okumasını yapan sizsiniz. sonra sizi eleştirince mağdur rolü oynamak pek uymadı. siz niyet okuyunca, ithamda bulununca oluyor, biz sizi eleştirince hemen mazlum olmak olmaz. asena
22-11-2014 00:13 (15)
Asena adına yaraşır şekilde saldırgan. Mesleğim gereği kurtları iyi tanırım. Banu
22-11-2014 01:32 (16)
asena, ya avukat ya editörlerden biri ya da gölge editör yrd. olmalı.asena bayan adıydı değil mi,ama öyle gibi görünmüyor, ne dersiniz Banu hanım?
22-11-2014 09:57 (17)
Kesinlikle. Öfkesini kontrol edemeyen bir kadın düşünmek istemiyorum. Kadınlar saldırganlaştığında korkunç oluyor. Ben de sitenin hayranıyım. Ama dişlerimi herkese göstermem:) Banu
22-11-2014 09:57 (18)
Okuyuculardan gelen farklı görüşlere neden bu kadar tahammülsüzlük var? Sayın asena; Burada yorum yaptım. Çünkü sizden, bazen yazardan, bazen yöneticilerden farklı düşünüyorum.. Okuduğumu ve farklı düşüncelerde olduğumu bilmeniz için yorum yaptım. Yoksa size saldırmak için değil. Sizi ikna etmek için hiç değil.. Yazdığım iki, üç kelime ile kimsenin görüş değiştirmesini beklemiyorum. Niyetim sizi kızdırmak/ üzmek değildi. Her şeye rağmen sizi kızdırdıysam / üzdüysem kusura bakmayın. Ayrıca düşüncelerimi yanlış anlamışsınız. Ya da ben yanlış ifade etmişim.. birokur
23-11-2014 01:47 (19)
Derida, Leotard ve bilumum havalı isimli postmodern şürekası pozitif ilimler üzerine dil oyunlarıyla olur olmaz ifrazatta bulunurken bir pozitif bilimcinin terminolojiyi suratlarına çarpıp ortalığı çer çöpten temizlemesi sadece enstalasyon kurup dil şaklatarak fiziğe ahkam kesmek hevesindeki posmodern san'at erbabına dokansa gerektir. Nasıl ki caz dinlemek için bunlar ellili yıllarda Paris'te takıldı diye herhangi bir Fransız müziğine kulak vermek gerekmiyorsa, pekala herhangi bir postmodern talaşın kapağı açılmadan da muhakeme edilebilir. Mamafi reseptör bilimcisi Ongun Onaran'ın sadece notadan klarinet çaldığını da not etmekte fayda var. Oysa zurnada peşrev olur, ondan bundan tercemeyle fersefe olmaz. Jekyll.
23-11-2014 11:33 (20)
Pozitif bilimci deneylere ve kanıtlara dayalı ortak dille çalışır. Bu kanıtların en tepesinde a priori kabuller olmasına rağmen işe yarıyorlar. Matematiksel hesaplamalarla uzayı, evreni anlıyoruz, hatta eğiştirebiliyoruz. Matematikle açıklayamadığımız durumlar yok mudur? Korkularımız, kaygılarımız, meta fetişi, sanat yapıtlarını sevmemiz, iktidar ilişkileri, kendimizi tanımamız, başkasından nefret etmemiz veya başkasını sevmemiz gibi. Pozitif bilimin ölçüleriyle sanat eserinin değerini belirleyebilsek çok satan eserleri sanat sayardık. Pozitif bilimle kötülükle ilgili bir yargımız olabilir mi? Nesnel bir edebiyat eseri ya da caz eseri olabilir mi? Öznenin arzusuyla arasında boşluk vardır bu nedenle bölünmüştür dersem matematiksel terimleri kullandığım için utanmalı mıyım? İfadelerinizdeki"sanat erbabına" fiziksel olarak dokunmayan bir dokunmadan nasıl bahsedebilirsiniz?"Suratına çarpmaktan" gerçek bir çarpışma mı algılamalıyız? Olmaz ve olur ifadeleriniz "0" ve "1" kadar kesin midir?MB
23-11-2014 11:55 (21)
Postmodernizme saygı göstermemenin bir tutum olarak benimsenmesinden yana olsam da bunu sizin kişiliğinize taşıyacak değilim elbette. Tabii ki kesin değildir. "Suratına çarpmak" bu satırlarda bana da yapıldığı için huylu olduğum bir terimdir, iritan etkisi nedeniyle seçtim. Burada ben tam ters yönde ilerliyorum yalnız; Chomsky'den alıntı olarak Post-modern düşünürlerin (mimari'den filam ayrı bu bildiğiniz gibi) "pseudoscientific posing" denen, o yıllarda gözde olan fizik, matemetik terimlerini yalan yanlış kendi felsefi metinlerinde kullanarak göstermelik bir bilimsellik algısı yaratmalarından söz ediyoruz. Sokal'ın açığa çıkarttığı bu durumdur. Ülkemizdeki Zizek distribütörü dostumuzun ingiliz edebiyatı kariyerine karşın soyunduğu sinirbilimcilikteki eserlerinde de aynen bunu görürsünüz. O derece ki bir tıp profesörü olarak ben bu içeriğin yanına yaklaşamam, aynı sarmala dolanmam, o oyuna düşmem gerekir. Bunun benzeri daha masum olmakla birlikte rahmetli Mevlut Durmuş'un kolesterol
23-11-2014 11:59 (22)
metinlerinde karşımıza çıkar ki, hala ne demek istediğini idrak edebilmiş değilim. Sanatsal, zihinsel, sosyal, duygusal, moral olanın ölçülebilir, pozitif ilme gelir olup olmadığına gelince; ölçülebilir kuşkusuz. Müziğin ölçülebilirliğiyle ilgili Daniel Levitin'den girilebilir. Ama bu arzulanılası, teşvik edilesi midir? Hayır. Pozitif ilim alanında bile pür ölçüp biçiciliğin hayretmediğini tartışıp duruyoruz. Bu bakımdan bir hekimle bir mühendis aynı görmez dünyayı diyoruz. Daha orta okulda Homofaber'i okumuş insanlarız. Sıcak sevgiler, hayırlı pazarlar. Jekyll.
23-11-2014 11:59 (23)
21 nolu yorumcuya: Söylediğiniz birşey çok ilgimi çekti. Zizek distribütörü dediğiniz kişi Bülent Somay mı yoksa sinirbilim kitabı olarak Saffet Murat Tura'yı mı kast ediyorsunuz. Eğer varsa bu konuda örnekler verebilir misiniz. Uzun ise mail de atabilirsiniz, varsa link de verebilirsiniz. Teşekkürler.
23-11-2014 12:14 (24)
Saffet, tıp doktoru ve psikiyatri uzmanıdır. Jekyll.
23-11-2014 12:17 (25)
S.M.Tura'nın psikiyatr olduğunu biliyorum. Tura'nın kitabını 2 kez okumuştum ama yine de boşluklar vardı. Bu nedenle anlamadığım yerler varsa sizden bilgi almak istedim. Siz kimi kastetmiştiniz? Zizek acentası dendiğinde aklıma bu iki isim geldi. Kastınız B.sOMAY ise bu beni şaşırtmaz. T.Kara
23-11-2014 13:43 (26)
Zizek'e ülkemizde birkaç yıl önce katıldığı toplantıda adam gibi soru sorabilen çıkmadı. Entelcik kapasitemizin dışarıda yapılanları kabul etmek ya da etmemekle sınırlı olduğunu bir kez daha görmüştük. B. Somay, Zizek'in ülkemizden anlayan halidir. Reddetmekten daha değerlidir, o ayrı. Hegel'i türkçesinden anlayamıyoruz. Zizek'in türkçe çevirilerini anlayamayıp ingilizcesinden okuyunca daha iyi anlıyoruz. Hegel'i, Adorno'yu, Lacan'ı, Deleuze'u anlamadan özgürlük felsefesinden bahseden, Spinoza'nın her belirlemenin yadsıma içerdiğini söylerken ne dediğini bile anlamayan entelciklerimiz var. Spinoza olmadan Einstein, Hegel olmadan Marx ve Kierkegaard dolayısıyla Bohr olmuyor. Pozitif bilimimiz de felsefe gibi vasat çevirilerden ibarettir. Okuduğunu anlayabilen hoca oluyor. Hegel'i anlamadan Marx, Adorno, Benjamin okuyan, anladığını sandığı kadarıyla aydın oluyor. Reddetmeyi akıllılık sanan,tek kitaba yapışma geleneğinden vazgeçmeyen entelciklerimiz boyu uzun gelenin kafasını kesiyor.MB
23-11-2014 13:47 (27)
Hakkında ne düşünüp/hissedeceğimi bir türlü kestiremediğim Bülent tabii ki. Saffet bambaşka ama karşılaştırmalı bir değerlendirme icap eder, ben o yetkinlik dahası sabırda değilim. Hepimiz Hakan Gürvit'in nörodejeneratif kitabında buluşacağız kısmetse. Bir iki açıklama: yukarıda özensiz bir paradoks yapmışım; AYA'ya hitaben kastettiğim mecazi değil hakiki bok. Meslek olarak bunu inceleyen insanlar nasıl o videodaki "dosdoğru bir iş yapıyoruz ve bunun huşuu sıfatımıza yansıyor" tavrını takınabilirler? Mecazi olana dönersek bazan boku incelemeli, bazan bok diyebilmeli, bunun için incelemeyi yapana güvenmeye insaniyet kriterlerimiz olmalı. Son olarak eğer bir yazı tekniğim olduğundan söz edilebilirse bu postmodern oksa gerektir, teslim etmeli. Belki (sanatta) posmodernin teknolojisini kullanmalı ama (felsefede) ahlakını almamalı demeli. Jekyll.
23-11-2014 14:00 (28)
B. Somay şu an DSİP üyesi. Hatırlatalım da daha fazla sinir olun. Eski üyelerden hem de. Merkez Komitede diye biliyorum.
23-11-2014 14:15 (29)
Hakan da öyle, ikisi de bir çeşit arkadaşım, Saffetse uzaktan abim olur. Hepsi burada incelemeye çalıştığım keyfiyetin parçası; dedikodu peşinde değilim ki, niye sinir olayım? Jekyll.
23-11-2014 17:43 (30)
Hilmi Yavuz da Zizek'ten bahsediyor, E.Yıldızoğlu da... Bunlar yanlışsa Zizek de yanlıştır. Dolayısıyla Lacan, Hegel, Heidegger, Adorno, Kant, Deleuze, Platon, Aristoteles, Georgias, Demoktritos, hatta Tolstoy, Kafka, Platonov tümden hatalıdır. Kuantumdan bahseden postmodernler yüzünden modern fizik de lekelenmiştir. (Neyse onu anlayacağım gibi, modern fiziği metafizik dogmaya bağlayanlara bakayım bir, o kalsın.) Diyalektik sevmezler olarak bunların hepsini reddedemeyenden adam çıkmaz. Sokal amerikadan bunların fransız olanlarının bazılarının kafasına bloğu koymuş, topu koltuk altlarına tıkıp göndermiştir. Delikanlı olan bunlar olmadan felsefe yapar. Bunlar hiç yazılmadı varsayın. Herşeye baştan başlayalım. Bizim engelimiz çok o yüzden avans da isteriz. Amerika'yı biz keşfetmiş olalım. Spinoza da bizim takımdan olsun, sizin takım öyle çok güçlü oldu. Kaleyi de seçelim. Tamam. Bu sefer kesin bizim maç. Hakem hakkımızı yemezse tabii... MB
23-11-2014 17:43 (31)
Yazıya konan foto ne kadar çok çirkin.Konuyla ilgisi nedir, açıklar mısınız?
23-11-2014 17:44 (32)
Bence Adorno’nun ayni zamanda kompozitörlük yapan bir müzikolog olduğunu Wittgenstein’in da müzik dalındaki olağanüstülüğü Hegel’in düşüncelerinden farklılaşmalarını önemli nedenlerinden olduğunu görmemezlikten gelemeyiz. Her ne kadar Kierkegaard bu konuda bahsedilmemesi gereken tek isimse de bizim aydın kesiminde büyük bir çoğunluğunun çocukluğunu Kierkegaard gibi dini etkilerle altında geçirdiği unutulmamalıdır. Bu anlamda benzeşmeler ve eşleşmeler görülmesi söylenmesi son derece manipülatif olacaktır. birokur
24-11-2014 12:14 (33)
Aslında önemli düşünürler Uderzo ve Goscinny'i de es geçmemek gerek. Bunların terbiyevi eserlerinde Histerikrizis diye bir karaktere rastlanmaktadır. Eksik okumalarla Flintstone'dan R.E. Howard'a bütün izlek kopar, düşüncelerimiz bir b.ka benzemez, düşündüğümüzü zannetmemiz yalnızca bir yanılsama olur, replikler yerlerine kaçışır. Demek Tabanoğlan böyle şeylere kafa patlatırken sıyırıyor. .Yazıya konan foto çirkin dışında her şey ama siteden beklenen ahlak anlayışına ters.Bence Frankfurt okulu ile Postmodernlerin ortak özellği 2 kere 2'nin 4 ettiği aşikarken bunu 5 hesaplayan bir dünyada 4'ü bulmak hakikaten lazım mıdır, bulduğumuzda o 4 4 mü olacaktır, çarpıyorum derken gerçekten çarpma mı yapıyorsun, integral mi almalı,kimleri hatmetmelisin şeklinde iki eliyle bir şeyi doğrultamamak üzerine basbayağı bir sektör oluşturup, düşünmeye yeni başlayanlara vergi salarak insanı düşünmekten tiskindirmeleridir. Aynı istatistikçilerin araştırmacılara yaptığı gibi. Araştırma yapmak için i
24-11-2014 12:15 (34)
statistikçiye, düşünmek için frankfurtere, sanatla hemhal olmak için parizyene sormalı, kadına giderken kendini kamçılamalısın. Dahası her hangi bir şey yapmak için en azından Sobotta ve Guyton'a hakim olunmalı, insan anatomisi ve fizyolojisi anlaşılmadan herhangi bir insani edimde nasıl bulunulabilir ki? Ah şu eldeki çekiç, düşünce tarihinin en büyük belası. Öteki yazının altındaki yorumcu haklıdır. Dün akşam beni ve çevremi yine bilgi içinde bırakırken- o kadar ki tezeoğlu bir dahaki görüşmelerinde kendisine oto yedek parça kataloğunu okumaya karar verdi- kararımı Tabanoğlan'a tebliğ ettim, oralı olur mu bilemem; Bülent bir Derrida'dan aşağı kalmaz, Saffet Lacan'ı susuz getirir, biz ikimiz de bir Çhomsky ederiz herhalde. Olmadı Kararslanoğlu ne güne duruyor. Gerçeği ne kadar bükerseniz bükün; 60'larda %10'un altında olan ALL (lösemi) yaşam beklentisi bu gün % 90'ın üzerine çıkmış. Tavuğun gerisinde de olsa gerçeği arayacaksın. Jekyll.
24-11-2014 12:16 (35)
Gevezelikten unuttum; Frankfurt okulunun yarattığı kafa karışıklığı ve Nasyonal Sosyalizmin gelişi ile Postmodern inletinin husule getirdiği vakum ve günümüzün dangoz gericiliği arasındaki korelasyonu incelemiş midir birileri? Bütün noktaları cem'an plot etsek çoklu regresyon modeli ile bir şeyler yakalayabilir miyiz? Üç beş filozofa bu denli power atfedilemez tabii de sebep/zemin benzerliği ortak payda olabilir. Jeckyll.
24-11-2014 12:41 (36)
Bu dediklerini az çok inceledik. Bakınız: Politik Psikiyatri ve onu takip eden yazılar. Bu sitede de var birkaç adet. K.A.
24-11-2014 18:15 (37)
Doktora sormadan doktorculuk oynamakla felsefe alt yapısı olmadan Zizek'i, Adorno'yu alaşağı etme arzusu arasındaki korelasyon da incelenmeli. Herkesin herşeyi bildiği memlekette-anlamadığına b.k atma tarzında bir bilgiyle- niyeyse bir adım ilerleyemiyoruz. Bilmediğini yok ederek mülkiyetine katmak arzusu da incelenebilir. Öfkeli ergen bir erkekler ülkesiyiz. Neden erişkin olamadığımız da araştırılmalı. On sekiz yaşından sonra değişen dönek sayılıyor. Herşeyi biliyoruz. Anlamadığımızı nefretle karşılayıp, beğenmiyoruz. Sokal gibi biri kitap yazsa da haklı çıksak diye bekliyoruz. Hasetimize bile başkasının diliyle sahip çıkabiliyoruz. -MB
24-11-2014 20:34 (38)
Postmodernle tartışmak tuzaktır da masum izleyici için: Adamlar ve kadın tamamen kendilerinden menkul, tutarsız bir laf kalabalığıyla, bilimsel terimleri yalan yanlış kullanıp sözde bilimsel pozlar keserek bir çok yetkinlikleri olmayan alanda olduğu gibi bilimin de altını oyarken, Sokal onların imgesel laf salatasını -çünkü başka bir zeminleri yoktur- kullanarak foyalarını ortaya çıkartmıştır. Distribütör arkadaş İngiliz edebiyatı ve Bilgi okutmanlığıyla Sinirbilimci olmuştur.Hoş sinirbilim de postmodern bir olgudur,öte yandan adam tıp dilini eihak senden benden iyi konuşur.Aynı Danny Kaye'in senfoni orkestrası yönetmesi gibi.Bu arkadaş da akıl yürütmeyi tepetaklak ediyor, kütüphanede gördüğü bütün filozofları şahit göstererek.Edebiyattaki zalim samansılık her mesnetsizliğin açıklanabilmesindendir.Ne nefreti, ne alaşağısı, ne ergeni?Anlayacağın gibi söyleyeyim: Almıyorum kardeşim, markette daha bir sürü reyon, cicili ambalajda daha bir sürü parlak mal var, parasıylan değil mi? Jekyll
24-11-2014 21:40 (39)
Bugün YÜ'yü gördüm televizyonda. Hiç haber vermiyor çıkacağım izleyin diye. Ereksiyon falan diye bişeyler konuşuyordu, sonra Türkiye'nin sağlık bütçesi derken bahçesi dedi güldüm bi ara. Kilo problemi olduğundan da yakındı. Havadisler bu kadar. Ama esaslı adam. Sağlıklı, güçlü kuvvetli, gürbüz bir görünüşü de var. Yakalarsa dövebilir
25-11-2014 01:13 (40)
32 numaralı yorumun sahibi olan birokur'a tekrar selam ederim. wittgenstein'ın müzikle alakasını gözardı etmeyelim. tamam. da... bunun konuyla ilişkisi nedir? erken dönem ve geç dönem çalışmalarında konsept bağının hiç olmadığı, hatta bunların birbirinin tamamen zıddı olduğu bile iddia edilince adamın aslen 4'te 3 yahudi olmasını ya da homoseksüel olmasını da mı kavrayışımıza bir not olarak düşelim? tabii ki yaşamda edinmiş olduğumuz beceriler, aldığımız eğitimler, mesleki usta-çırak ilişkilerinde geçilen tornalar ve tesviyeler, kişisel deneyimler ve genetik veya aidiyet halleri yaşama bakışımızı, dünyayı kavrayışımızı ve onu yorumlamamızı etkiler. de... anlaşılır olma kaygısında olan bir adam tutup bir felsefi çalışma ortaya koyarsa, bizlerin bu zat-ı muhteremin (hele eserin basıldığı dönemi dikkate alırsak, bilmemiz imkan dahilinde olmayan) özgeçmişine ait tüm detaylarla bunu değerlendirmemizi beklemek ne kadar hakkaniyetli olur? sordum sadece. hürmetler efendim. arif yavuz aksoy
25-11-2014 01:14 (41)
postmodernite üzerine istek parça hazırlıyorum. onu rezervde tutarak birkaç yorum yine de buraya yazmak gerekliliği hissettim. sokal'ın 96'da patlattığı parça tesirli bomba sonrasında size her ne kadar frankofonlara geçirilmiş gibi gelse de, baudrillard haricinde postmodernite anakökünden olup da hayatta kalmış olan ya yoktu veya mental olarak bu yazıya cevap verecek durumda değildi. ve sokal, aslında kendi anadilini konuşan (ve fakat fransız ağbilerden modayı ve bayrağı kapmış) çağdaşı (toplumcusu değil!) hemşolarına sokup almıştı maçı. kaldı ki, o yazı sonrasında postmodern tırıvırı taifesi içsahalarında kendilerine yaşatılan bu hezimetten kısmen de olsa ders çıkartıp kuyruklarını azıcık bacaklarının arasına almayı bildiler. ama durum pozitif olduğu iddia edilen disiplinlerde kanaatimce aynı fütursuzlukta sebat ediyor. 2014 yılında yayınlanan "baba" klinik dergilerinde çıkmış "review"lara bir gözatalım mı misal? yüzde 99'u laf salatası. ne yeni bi herze var, ne de şaşırtıcı! +++
25-11-2014 01:14 (42)
insan denilen acaip mahluk (buradan garip mevcut çıkmadı. o yüzden mehmet siyahkalem'e selam çakamadım. hani adeta bir saygı duruşu şeysi de olamadı maalesef) kendini önemseme gerzekliği yüzünden ve "kilroy was here" diyebilme şansını hiçbir durumda kaçırmak istememesinden ötürü, birşeyler yapıyor gözükmekten geri duramıyor (isa geliyor mu acep? harbi çalışıyor gözüksek mi?). tamam, po-mo dil oyunları bundan azıcık çakabilecek (ve modaya uyup karılara caka satma ezikliğinde olmayacak potense sahip) adam için zirzopluk şeklinde tasnif edilecek düzeyde saçma. e iyi de, istatistik denilen eğip bükme zanaatını performans sanatçısı denilen şebeleklere bile rahmet okutacak düzeyde icra eden ve annelerinin kendilerini doğurmadan evvel para karşılığı cima ettiğine kesin emin olduğum müsbet ilim erbabı hacılar ne olacak? "önler iyi ama arkalar ı ıh" mı? bunu hatırlayanlar hatırlamayanlara anlatsın. demem o ki, insan bu. hokkabazlıkta sınır tanımaz. bir süre sonra hokkabaz olduğunu bile unutur.+
25-11-2014 01:14 (43)
hülasa, çakal her yerde ve her zaman çakal. fıtratı bu. şimdi "pozitif bilimlerdeki gelişme nereden geliyor, peki?" diye evrimcilere "hadi bakalım buna ne diyeceksiniz darwinciler?" edasıyla seslenen adnanhoca tavrı hazırdadır. hatta kapının ardında bile olabilir. el cevab: ampirik veri toplama becerisi hayli yüksek ve pragmatist / utilitaryanist hatta alafartanfonik olan insan zekasının kıvraklığı yaşamsal sorun olarak gördüğü şeylerde gayet "insanca" bir rasyonalite sergiler ve bunun nihayetinde, bir dağ hacmindeki çerçöpün içinden bile doğrusal ilerleme sağlayabilecek, "çıkarına uyan" ya da "akçalı" bilgi elde edebilir. ama edebiyatta ya da diğer tüm insani distorsiyon zanaatlarında "çıkar" (yani akça, ün, ıvır, zıvır) aslında moda yaratabilme ya da o modayı geçerli olduğu sürece en parıltılı şekilde takip edebilme gücündedir. burada önemli meziyet avın kokusunu alabilmek oluyor yani. yine bir çakallık. ama türe değil, bireye özel! arif yavuz aksoy şimdilik iyi geceler diler.
25-11-2014 08:28 (44)
Felsefecileri dil oyuncusu olarak gören ve kuyruklarını sıkıştırıp gitmesi arzusuyla yanıp tutuşanlar niyeyse dil oyunlarının en çeşnilisini yapan yorumcular. Bir rekabet gibi mi algılanıyor. En anlaşılmaz yorumu yazan yorumcu anlayamadığını anlaşılmaz saçmalık görüyor. Bununla ilgili düşünürken, Lacan'ın "histeriğin diskuru"nu incelemenin faydası hiç mi yoktur? Lacan aslında iyi adamdır, adından korkmayın, tanısanız seversiniz. Ne saçmalıyor bir bakın derim. Zihin faaliyeti sonucunda ortaya çıkan önceden bildiğimiz kavramları da içeren yeni kavramlara pozitif bilimin katkısı olmasın mı? "Kullanma, çek elini bilimimizin üzerinden" demenin, Adnan hocanın yeniyi ortadan kaldırıp kendisini bilginin odağında tutma çabası gibi histerik diskurun, başka bir çerçevedeki izdüşümü olarak düşünebilir miyiz? Daha da anlaşılır olmak için "kavram zenginliği zihin açar, sabahları bir kaşık bal ile birlikte alın" diyeyim. Düşünebilmek için ne varsa kuşanmalı, matbaadan korkmamalı hocalarımız. MB
25-11-2014 13:45 (45)
Biz burada laf yarıştırırken Ekinci küsüyor, Arslanoğlu onöre ediyor, damardan bir şiir yazısı geçiyor ve nihayetinde yine Sn. Kara'nın başının ağırlığı altında ezilip şımarık yaygaracılar pozisyonuna düşüyoruz. Hem şiir müdürümüzün yazısı bu kadar yorumu çağırmıyor. O bakımdan hangimiz postmodern yazısı yazacaksa yazsın, onun altında devam edelim laf yarıştırmaya. Gider ayak; MB, ısrarla bir avuç postmoderni tüm felseye yükseltgeyip hasmını adeta "milli iradeye karşı gelmiş" pozisyonuna düşürmeye çalışmak po-mo için bile ucuz değil mi? Histerik diskur benim Histerikrisis ile akraba olmasın? Kamyon; yangından mal kaçırır gibi bunca bilgiyi dampere istifleynce haliyle bi şeyler eksik kalıyor. Sokal/po-mo yüzleşmesini alıntılarken zamansal kaymayı bilerek ihmal ettiğim o denli aşikar ki, surata çarpma'ma takılan MB bile bunu kullanmaya tenezzül etmiyor. Bu yaptığın hacettepe stayla vizitte hocanın hatasını çıkarma doçentsi hevesi değil de nedir? Hem hocanın tek numarası bilgi değildir +
25-11-2014 14:27 (46)
Benim Hyde'ının tanım gereği ancak YÜ olabileceğini, mamafi sana bir Renfield'lik ayarlayabileceğimi ifade, bu minvalde size layık olmasa da Zorbalık adlı yazıya davet etmek isterim. Kusur doludur kuşkusuz, Lacan'a dil uzatamayacağım gibi, Newton'a uçkur çözebilecek biri hiç değilim. İkinize de; kim kutsal bilimimizi elleme diyor for god's sake? Bizim derdimiz bizimki gibi eğlencelik değil tümüyle hedefli dilbozumu ve kavrambükümüyle alan ilhakı, disiplin talanıdır. Yoksa bizim yazdıklarımızın yarısı bilimsel yöntemi -çapımızca- tartışmak. K.Ars. demiş ya, "bu konuda bir iki bişey yazdık". Ona da "ey Kaan, biliyoruz yazdığını, ortaya attığımızı gözümüzden uydurmuyor, bi yerlerden okuyoruz herhalde, orada korelasyon-regresyonla aklımca bilimsel jargon kullanıp postmodern pozculuğa gönderme ettiydim" diyor, Şu Dany Kaye benzetmemi Mbelge bulsa bir Barthes makalesi döktürürdü aşkolsun şeklinde sitem ederek büyüklerin ellerinden sıkıyor, küçüklerin gözlerinden bus ediyorum. Jekyll
25-11-2014 15:42 (47)
saygıdeğer mb, afiyettesiniz inşeallah. şimdi, ben bir mete berk tanırım. termelidir. tavuk çiftlikleri vardı. buralara yazı yazmaz. ismail cem olmasak. ipekçi miyiz, değil miyiz bilinse??? bu biiir. postmoderncinin fışkıyemesi misterhayt olarak benim ya da doktürceykıl'ın dil oyunlarına benzemez. bizimkisi en fazla leblebi, çekirdek, fındık, fıstık kabilinde, hani zorlasanız cunnilingus tabiatında olabilir. ama anulingusa girişmiyoruz neticede. postmodernin kurucu babaları ise başka bir noktada babayarroya basmaktalar. onlar dilin kullanımında (kasti bir tercihle) sürekli neolojiler ya da nominal transferler yaparak milletin, ecdadın ve dahi vatanın ve hatta sakarya'nın beyinleriyle cima etmekteler. bu cem-i cümlemizin dimağında post-iktal ve hatta post-koital paralizi yaratmaya yönelik, bilinçli bir çaba. bir de siz bizim bu zat-ı muhteremlerin okuru olamadığımızı ya da anlamadığımızı imaya yeltenmişsiniz. semboloji konusunda ikimizin de (ben ve ceykıl) gayet hatırı sayılır bir +++
25-11-2014 15:42 (48)
antoloji yalayıp yutmuşluğumuz vardır. biz bunu hobi değil, iş olarak yaptık senelerce. yalama-yutma sonrası kusma aşamasına bile geldik. o derece yani. sizi bilemem ama, ahalinin çoğu bu pomoşları fransızcadan ingilizceye yapılmış çevirilerinin türkiye acentalarınca türkçeleştirilmeleri (çevirinin çevirisi) neticesinde tanır (cücüğün cücüğü kadar). bilhassa metis yayınlarınca, açıkradyocularca, bilgici tayfayla bunlar sarin gazı şeklinde sızdırılırken biz kasıp bunları anadillerinden de okuyabilmek, alıntı yapabilmek hasletlerine sahiptik ve hala öyleyiz. o yüzden, "bazı ilişkiler ayağınızı yerden kesebilir", "her kuşun eti yenmez", "onu öyle demezler, peynir ekmek yemezler" kıvamına isterseniz gelmeyelim. nihayetinde bizde de dil madrabazlığı kasıktan dize kadar. çünkü, porno, gerçekten daha gerçek olduğu için, simulakrın doruk noktasıdır. baudrillard da patlattım ceykıl usta. newage mistisizminize ve orta dünya hayallerinize geri dönebilirsiniz. bulaşmıyoruz. yazı gelecek! kıps! aya
25-11-2014 15:55 (49)
renfield? onöre oldum. gözümden kaçmış. tabuta damlatılacak kan damarlarımdaki asil kandır mastır dr. akula. dr. akula, dr. akula, lütfen aferez ünitesini acilen arayın! hala hayyyt
25-11-2014 17:49 (50)
Sizin büyüklüğünüze kim ne diyebilir. Hem doktor, hem cerrah, hem postmodernleri orjinalinden hatmetmiş, hem sokalın matematik dünyasına hakim, kuantum fiziğini ve bilimum literatüre de tabanla girdiğinize de eminim. Espirileriniz ise büyüklüğünüze fazla vurgu yaptığından biraz antipatik olsa da, hayran olunası. Tebrik eder başarılarınızın devamını dilerim. Ben de öyle başarılı bir özgeçmiş yok. Postmodernler elbette sizin üstünlüğünüzü anlar er geç. Bana ispatladınız da benim pek önemim yok. Filozof-u azam ise beni meşhur anakronik YÜ kapanına düşürdü. Hocalarımın apollonoğullarından oldukları teslim edilmeli ya da en azından korku-gerilim romanlarının ataları ve asterix serisi ile ilgili engin bilgileri ve göndermeleri edebiyat ödülleri ile taçlandırılmalıdır. Benim yapabileceğim yoruma bunları yazmak. Daha fazlasını benden beklemeyin. Doktor olsaydım, belki oradan girer birkaç övgü alırdım. O bile yok. Depresyona soktunuz beni hocalarım, büyüklüğünüz daim olsun. Saygılar. MB
25-11-2014 18:11 (51)
(50) Sn.MB, al benden de o kadar. Bu bilgiç doktor efendilerin kendini beğenmiş tavırları artık pes dedirtiyor. Bir kaç zevzek yüzünden sessiz çoğunluk da nasibini alıyor ama en güzel cevabı her halde hastane koridorlarındaki vatandaş veriyor; her an dalmaya ve kafa atmaya hazır. Hepiniz saat beşten sonra normal insana dönüyorsunuz, yalan mı. Hastane dışında hepiniz bir hiçsiniz, sıkıysa trafik çevirmesinde "ben doktorum" desenize. Kapıcı Ziya.
25-11-2014 20:54 (52)
Demiştim. Bundan sonra "doktorsunuz, kendinizi beğeniyosunuz, bıy bıy" diyenlere tabanla dalıcam. Beware! Mandingo is coming. Hani, duyan da hergün organik kimya, japon edebiyatı, calculus üzerine ahkam kesiyoruz sanır. Ulan bunların alayını pomoşlar dolaylı olarak kendi ögretilerine püsür ve piç ederken gıkınız çıkmıyo. Hatta, "ulan hepiniz ordaydınız"! Biz bunlar mikropenisli impotentler deyince, "tabii siz doktorsunuz ya, bizi hakir görüyosunuz, vik vik". Arkadaş, ad hominem kendi adını saklayarak yapılmaz. Bak, bizde yiğidin malı meydanda. Ayrıca, ben uzmanı olduğum bir işte ahkam keseceksem hacısından düstur alırım anca. Latin dilleri de bir uzmanlık alanım. İspata hazırım. Mezürlen mi geleceksiniz? Hasbinallah! Fazıl Say dinlemeyi ilericilik sayabilirsiniz sayın sözcü okurları. Ben burada üzerine söyleyecek sözüm olmayan hiçbi shit'e bulaşmıyorum. Ama bana müzik bilginizle de gelmeyin bi zahmet. Övünmeye hakkı olan Dr. Jekyll. Mezürü hatırlatırım. Mezüroyu da! Ciao. A. Y. A.
25-11-2014 21:59 (53)
Fallusunuz büyük anladık, aya ulaşıyor hatta. Tebrik ettik daha nedir arzunuz. Bol bol gösteriyorsunuz, tatmine ulaşamadınız. Erkek okuru yoğun bir site diye mi bu rahatlık. Benim size yardımım olmaz doktor bey. Hizmet alabileceğiniz evler var ama sizi kesmeyecek anlaşılan. Bu kadar cinsel ilişkiyle kafayı bozmuşken, oradan kaçmak en iyisi. Meydan sizindir sayın Mandingo. Sallandıra sallandıra geziniz. Mete Berk
26-11-2014 00:06 (54)
53 Mete Berk, doğrusunuz. Daha yenilerde lityum muhabbetinde neoloji/sembolojiyi bırakıp düzyazıyla savunma veren yorumcu, yaratamadığı gündemin, alamadığı yanıtların yangısını Dr. Jekyll rüzgarıyla soğutmaya çalışırken, bir anda kolonyal vize memuru edasıyla "en akıllı biziz, nasıl da bilgiçleriz" demeye başladı (Jekyll'in arkasına sığınma görünüyorsun). Jekyll ise bu tek taraflı ortaklığa takılmadan, ben demeye devam ediyor kendi havasında gidiyor, olması gerektiği gibi. Bir Uzuv Muhabbetidir Gidiyor.
26-11-2014 08:17 (55)
52 no'ya; nedir bu dr a laf edene dalacam sevdası?daha doğrusu dalma için bahane yaratma sevdası?bitek sen misin burda dr da herbişeyi üstüne alınıyosun yahu?bu ne yaradır gardaş herbişeye gocunuyosun? bi dur artık, yetti, sakinleş, hani anadille eğitimden dem vuruyordun, ne biçim ana ne biçimn dil bu ya? sayın editörler, romanların neyin dilini eleştirip duruyorsunuz, yok mu yorumcunun böylesi diline bir yorumunuz?YÜ de gaz filan vermedi aslında ama neyin gazı bu??? bi dost tvsiyesi, bir site/hele ki bu site yetmez bu basıncı almaya, sana da yazık ahaliye de.Dost Acı Söyler.
26-11-2014 08:18 (56)
Anonimlere öpücük yolluyorum. Kahrol düşman, al sana bomba! Size ve ortaklıklarınıza ihtiyacım yok. Adam olan adını saklamaz nihayetinde. Hala aynı küçüklükte sebat etmektesiniz. Küçükçekmece... Sefaköy... Merak etmeyin. Tek başıma da yeterim. Beyaz Türk değilim. Kolonyal vize memuru buyurmuşsun. Bak, bu benzetme tanıdık geldi. Ama unuttuğun bir gerçek var iki gözüm. Benim cinsimin yarısı moğol ya, diğer yarısı da urus. Ha guzuma. Sen bili bili yaparken, lityum fitilleriyle kendi çapında oynarken, bizimkiler vladivostok peter arası at koşturuyordu. Ondan kelli, nefesini tasarruflu harca. Kolonyal vize memuru dediğin senin kifayetsiz cinsin olur ancak. Hadi canım. İkile. Bu arada, neoloji sensin. Semboloji de... Anladın sen onu! Mucuks
26-11-2014 09:27 (57)
anlayacağınız dilde konuşuyorum. ama postmodern okumalar beyninizi öyle iğfal etmiş ki... siz de haklısınız. fatmagül'ün suçu ne? kıtsınız neticede! rewind o zaman. bak samsun plakalı canım ciğerim kardeşim (şair burada 55'e dokandırıyor), dostunu, acını ve söylemini (bu da pekekecilerin sıkça kullandığı bir kelime ya! söylem! o ne la?!) kendine sakla. bi doktor ben değilim. ben bi doktorum. bak ne güzel dil ve mantık şeysi çıktı. adınızı söylemediğiniz müddetçe şiddetim artacak. emin olun. iman dolucasına sizinki... hala mucuksss
26-11-2014 09:52 (58)
Hakikaten anlamayışlar insana konuyu kapattırmıyor. Savunmama ihtiyacı yok ama anti-postmodern çalışma için; okurun da öğütlemesi ile ortaklığı öneren benim yiğide. Ekstrapiramidal durumu olmasa Bilgi'nin bir-iki bölümünü tek başına büzecek donanımda zira kendisi. Ortaya bir mal koyacaksanız bir ucundan Ben'e bağlı oluyor haliyle; rumuz arkasından cümle filozofu po-mo'ların ardına dizip, sıkışınca doktorlar bana edep yerlerini gösteriyor diye mahalleliyi galeyana getirmeye çalışmakla olmuyor bu işler. Meraklısına; Ahmet Yıldız'ın İhsan Anar'a giydirdiği yazının altında da bir po-mo tartışması yapmışız, ben Anar'ı tutuyorum. Orada üç adet sosyalizmin tunç sesiyle bana ayar veren arkadaş var, aynı böyle "doğrusun, yanlışsın" diye kahyalık yapıyorlar, artık onları duyamıyoruz. Adanın yerlilerini kolejli yaygaramızla kaçırdıysak kendimi affetmem. Onun gibi bence doğrudan birinin dedikodusunu yaptığından feci tık alan -halk en çok bunu seviyor- Kemal Okuyan serisinin müellifi posmodern+
26-11-2014 09:52 (59)
sanatçı -kendi ifadesi- Mehmet Yıldız da posmodern okumalarımızın başucu yazarı olmalı, buradaki hemen tüm yazıları bu mevzu üzerine. M.B.'yi uzun süre o zannettiğimden kendisinden özür dilerim. Şimdilik yetti bana bu mevzu, Kaan Yunuk'un yazısına veriyorum dikkatimi. Jekyll.
26-11-2014 11:00 (60)
Bu kafalar hangi Trieb (triebal neolojizm keyfiyeti kimini daha büyüğe evrilmese eğlenceli aslında) ile kaldırılıp şişirilip ortalığa salınıyor. Bu ateşli pomofobiklikle latent pomoşluğun ilişkisi üzerine çok merkezli retrospektif randomize çalışmalar yapıp farklı değişkenlerle ilişkilerini korelasyon-regresyon analizleri ile inceleyebilirsiniz. Alın size bedava hipotez. Adımı yazmasanız da olur. Kariyer, hoca, general, genç kızların gözdesi olmak gibi heveslerim yok. Ciddiyetle sizin.(vasat çeviri denemesi-3) MB
26-11-2014 14:06 (61)
Saldırırlarken biz biz eden Nergis Biraderler Kumpanyası, iki atışta dağıldı, ayrı telden çalmaya başladılar, biri steplere attı kendini, öbürü yiğit güzellemesi yapıp malalojiye devam. Şu doktorlar ne kadar mükemmel şeyler ya, beşer değil adeta tanrının imalat fazlaları sanki yeryüzüne biz diğer canlılar için saçtığı. Düz İnsan.
26-11-2014 14:58 (62)
düz insan... gavurun bi lafı vardır hani. pathetic! tam karşılamaktasın. nergis biraderler demişsin. ben sudaki yansımasına bakıp aşık olacak andaval değilim. inan bana, aynada da pek çirkin dururum. beni uzaktan sevmek aşkların en güzelidir. o derece yani! benim anam urus ya, yanında durunca " o rus, bu çocuğu" diyorlar. o yüzden, daha fazla bulaşmamanı öneririm. gadanı alırım. 60 numaradan seslenen (ve muhtemelen metu cingözü olan) soyadsız zata da duyurulur: o laflar bizde boy boy... (parantez içi anlamlı yazı dersi için 101'iniz de vardır ya sizin; ama belli ki almamışsın). vasat çeviri denemesi dedin. beni benden aldın. şibumi yaşadım, inanmazsın. önemli not: bağdat'tan bu kadar sık gelip gitmek benim için yorucu oluyor. artık otağı buraya kurayım diyorum. ne dersiniz? pruritus ani için bilinen en etkili yöntem maalesef bağımlılık da yapıyor. o yüzden şimdilik tedavi dozlarını alanların bir süre ortada gözükmemesini tavsiye ederim. kahramanmaraşlı abdullah
27-11-2014 10:30 (63)
Septik çukurdaki anti-postmodern mongol yiğido kıpraştıkça necaset sıçratıyor etrafa haliyle. Neyzen Tevfik bunların nasıl doğduğunu çok güzel anlatmıştır Ben Sana şiirinde. Kunteper Canavarı.
27-11-2014 13:37 (64)
küfür içeren- konuyla ilgisiz yorum yayınlanmamıştır.
27-11-2014 14:37 (65)
durmak yok, editöre selam. o zaman şöyle söyleyeyim: hüviyet cüzdanımı kaybettim. hükümsüzdür. canavar kunteper. not: benim adımla sizlerin karşısına çıkan "general"lerin varlığı sizleri kandırmasın. kandırmazın. zın. zın. zın. çakma canavarlara da kolaylı'dan sahne-i ömrümden nefs-i emmareye hitabım gelsin. böyle yazınca oldu mu? benim yazdığım konunun "izlek"inden sapmışsa, çakma canavarınki çok mu sapmamış ve dosdoğru? hani adeta sırat köprüsü gibi?.. alasıratülmustakiğm... küfür değil. re-tweet de yok!
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210754
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.