Eleştirmeyen “eleştirmen”ler ve “yazıcı”sını seçen yazılar

Piyasa edebiyatı- edebiyat piyasasında “başyapıt makinaları“ vardır; bu yazarlardan çıkan her metin “başyapıt” ilan edilir. Yıllarca bu toplumun estetik beğenisi, bu başyapıt kuluçkacılarıyla iğdiş edilmiştir. Beşinci sınıf romanlar, roman denemeyecek kadar gülünç metinler “başyapıt” diye pazarlanmaktadır. Sanattaki “star sistemi”, edebiyatta popstar yaratan bir düzenek oluşturmuştur.

 

Put yazarlar

Bazı yazarlar dokunulmaz birer puttur. Dünyada büyüklüğü artık tartışılmayan yazarlar hakkında birçok olumsuz eleştiri bulabilirsiniz. M. Proust sıkıcı olmakla eleştirilir, kahramanın uykuya dalışını 30 sayfa anlatır.  F. Kafka bazılarınca bunaltıcı bulunur. J. Joyce’da bir yığın tuhaf bilmece vardır. V. Hugo Sefiller’i uzattıkça uzatmıştır; 80 sayfa Waterloo savaşını anlatmasa da romanda fazla bir şey eksilmezdi. Dünya edebiyatının köşe taşları hakkında birçok eleştiri metni vardır, hepsi halen tartışmaya açıktır.

Ancak Türkiye’de piyasa edebiyatının yazarları hakkında ana akım kültür-sanat organlarında bir tek satır olumsuz eleştiri bulamazsınız. Roman sanatının en temel ölçütlerini bile bulamayacağınız bir yığın kitap hakkında piyasa edebiyatı/edebiyat piyasasının aygıtlarında bir tek cümle bile olumsuz eleştiri yoktur.

 

 

Eleştirmeyen “eleştirmen”ler

 Kör kör gözüm parmağına çarpıklıklar vardır; ama işi bu olan “eleştirmen”lerin, bir tek eleştirisini göremezsiniz. Roman diye çıkarılmış kitaplarda ne karakter, ne olay örgüsü, ne de kurgu vardır; kahraman yazarın kuklasıdır. Hangi ölçütle incelerseniz inceleyin beşinci sınıf romanlardır ama piyasanın kültür-sanat organlarında sayfalarca başyapıt diye övülür.

Piyasaya egemen “saygıdeğer eleştirmen”lerin artık ne saygıdeğerliği kalmıştır ne de artık birer “eleştirmen”lerdir; onlar sadece birer onay makamıdır.

 Piyasa “eleştirmen”leri, tamamen piyasa ilişkilerinin, reklamların, edebiyat dışı bin bir türlü ilişkinin belirlediği bir düzen içerisinde, bu star sistemine uyum sağladıkları sürece ve uyum sağladıkları ölçüde var olabilmektedirler.

Piyasa edebiyatının yayın organlarında Ahmet Altan’ın kitaplarıyla ilgili ciddi bir inceleme ya da eleştirel bir yazı çıkmış mıdır? Çıkabilir mi? Piyasa edebiyatının yayın organlarında hiç Perihan Mağden’in Ali ile Ramazan kitabındaki sayısız dil, imla ya da kurgu hataları yazılabilir mi?

Prof. Dr. Onur Bilge Kula’nın Ahmet Altan’ın Son Oyun adlı kitabını “övmeme” hakkı var mıdır? Prof. Kula bu kitaptaki vasatlığı, roman sanatına aykırı gülünç yanlışları anlamayacak kadar bilgisiz midir? Olmadığını biliyoruz. Peki o halde Prof. Kula’ya içeriğine hiç inanmadığını düşündüğüm o övgü dolu yazıyı yazdıran nedir?  Yanıtı çok açıktır: Prof. Kula’nın bu kitabı “övmeme” hakkı yoktur. O ölçüsüz, içi doldurulmamış, iğreti övgüleri yazdığı için oradadır; O yazmasaydı, o ölçüsüz, insafsız, gerçekdışı ve en az kitap kadar gülünç övgüleri yazacak başka bir isim kesinlikle bulunurdu. Esasen bu tip yazıları “eleştirmenler yazmaktadır” demek tam doğru değildir.

 

Hazır yazıya yazıcı bulmak...

Bu tür yazılar zaten çıkacaktır; altına buna hevesli “saygıdeğer eleştirmen“in adı yazılmaktadır sadece... Çünkü piyasa edebiyatının kültür sayfalarında, kitap eklerinde çok satan Ahmet Altan romanıyla ilgili olumsuz bir eleştiri ÇI-KA-MAZ. Eleştirmen yazı yazmamaktadır, adeta zaten yazılmış olan övücü yazı, “yazıcısını seçmektedir”.  Piyasa eleştirmeni”nin o kitap ekinde var olması, Ahmet Altan romanına o gülünç övgüleri düzmesine bağlıdır. O kitap ekinde yazan “eleştirmen”ler, kitap eleştirdiği için değil böyle yazılar yazdıkları için “istihdam edilirler”.  Bu nedenle piyasa edebiyatının star yazarlarının çok satar kitaplarını gerçekten eleştiren bir yazıyı mumla arasanız dahi o yayın organlarında bulamazsınız. 

 

Yazarını seçen yazı

Piyasanın yayın organlarında artık yazıları kitap eleştirmenleri yazmamaktadır. Edebiyat piyasasının beyinleri felç edici kitapları için hali hazırdaki övgü dolu yazılar, “kendilerine eleştirmen beğenmektedir”! O yazı orada zaten çıkacaktır; kabul ederse altında o “saygın eleştirmen”in imzası olur, bu sansasyondan o da bir tutam “ün payı” alır. Kitabı okuması bile gerekmez, adının ünlü olması yeterlidir.

“Ünlü eleştirmen X, ünlü kitap Y hakkında yazdı.” 

Edebiyat piyasasını belirleyici yayın organlarının hemen hepsinde bu kalıp geçerlidir. Büyük bir yayınevinden kitabı çıkan “star yazar”, kitabında sadece öksürük ve hıçkırık seslerini yazsa bile, bu kitap eklerinde, bu kitabın ne kadar büyük bir başyapıt olduğu yazılar çıkacaktır. Şunu artık apaçık ortaya koymak gerekir: piyasa “eleştirmeni”, eleştirmen değil, çok satan kitaplar için bir “talep yaratma memuru”dur. İşi budur ve işini yapmaktadır!

 

 

                                                                                                          Taylan Kara

                                                                                              taylankara111@gmail.com

 

 

Facebook
yorumlar ... ( 30 )
24-08-2015
24-08-2015 07:48 (1)
Bizim Türkiye "aydını" bir şey en uç şekliyle ifade edilmeyince anlamıyor. Çünkü çoğu öküz-insan-aydındır. Piyasacı demişsin, kapitalizm hayranı demişsin, parayla, çıkarla yazı yazar yazdırır demişsin anlamaz. Diyeceksin ki bunlar faşisttir. Cumhuriyet faşist bir gazete olmuştur. Ancak o zaman belki irkilir. Ancak şunda ciddi ve ısrsrcıyım artık. Geçmişteki devlet terörünü destekleyen, AKP'yi dün ve bugün destekleyen, PKK-HDP'yi destekleyen solcular faşisttir. Bunlar faşist olduklarını yukardaki örnek gibi binlerce kez başka alanlarda da kanıtlıyorlar. Hadi bakiyim. Kaan Arslanoğlu
24-08-2015 11:24 (2)
Bende de Ahmet Altan fobisi var. Uzak dursun benden. Kafka' dan sıkılmayanlara rahmetli biyolog Mevlüt Durmuş' un "Kayıp Felsefe Genleri" kitabını öneririm. D.Turgay
24-08-2015 11:24 (3)
Geçen gün bir dostla sohbet ederken bana bazı ülkelerde İSTEYENLERİN çocuklarını kendilerinin EĞİTME HAKKI (üniversite hariç) olduğunu söyledi (yani devlete ben senin okuluna göndermiyorum, evde kendim eğiteceğim diyor). Bu çocuklar daha sonra devlet sınavlarına giriyor ve eğer başarılı olurlarsa diploma alıyorlar. Acaba bizde de böyle bir uygulama olsa kaç aydın (öğretmenler ve üniversite hocaları dahil) kendi çocuğunu kendi alanı dışında eğitebilir diye düşündük. AA.
24-08-2015 11:29 (4)
Brecht, Lukacs, Bloch, Marx, Benjamin, Adorno hakkında kitaplar yazan, Hacettepe Üniversitesi Alman dili ve edebiyatında bölüm başkanı olan biri, Tuna Kiremitçi, Ahmet Altan gibileri dilsel malzemeyi sanatsallaştırmada olağanüstü başarılılar diye nasıl övebilir?
24-08-2015 11:47 (5)
4 nolu yorumcuya 2 yanıtın ilki: C.Caudwell ve Marxist estetik konusunda kitap yazan biri(M.Belge) yıllardır iktidarı destekledi. Yazılarına Marx, Engels, Lenin, Althusser, Adorno, Gramsci alıntılarıyla başlayıp yazının sonunda iktidarı destekleyen onlarca yazar var. Birikim Dergisi bu konuda başlı başına bir örnektir. DSİP'in toplantılarına bakarsanız neredeyse "Lenin'i fazla solcu bulmayacak kadar" iddialı başlıklar görürsünüz, durdukları yer ortada... Türkiye'de birşey ürettiğini zannettiğimiz üniversiteler, ancak ve ancak "statüko" üretmektedir. Muhalifi de öyle, özellikle muhalif görünenleri daha çok öyle. T.Kara
24-08-2015 15:44 (6)
4. nolu yorumcuya 2. yanıt: Türk üniversiteleri düşünsel olarak sözcüğün tam anlamıyla gericilik üretecidir (istisnaları tenzih ederim). Edebiyat konusunda da sadece var olanı onaylarlar. Bir tek özgün ya da aykırı fikir görmedim şimdiye kadar. Son yıllardaki tezlere göz atın. Piyasa edebiyatından farklı zerrece bir görüş bulamazsınız. Tektiptir. "E.Şafak'taki kadın sorunsalı", "A.Altan romanlarındaki cinsel ontoloji"... "X'te Y ...olojisi" kalıp budur. Onlarca yüzlerce bu tip tez vardır. O.B.Kula'ya gelince. 700 sayfalık o kitabını üşenmedim okudum. Çoğu alıntı, bir sürü birbiriyle ilgisiz yazı doldurulmuş. Geniş bir katalog. Bu yazarların metinlerinin kontrolsüzce alt alta sıralanması ile yazılmış. Son bölümünde ise A.Altan, E.Temelkuran kitaplarının övgüleri var. Kitabın başıyla sonunun hiçbir alakası yok, hatta birbiriyle zıt. Okursanız siz de görürsünüz. Türk edebiyatı gelişecekse "üniversitelerle değil, onlara rağmen" gelişecektir. Bu çok net. Saygılarımla Taylan Kara
24-08-2015 12:32 (7)
Ergin Yıldızoğlu Cumhuriyet'te yazar, millete Marksism öğretir, Badiou öğretir, etik öğretir. Gazetesinin yayını etik anlamda leştir, gık çıkarmaz. Metin Çulhaoğlu, Korkut Boratav'ın yazdığı sitelerde en kepazesinden kapitalist kültür övülür, HDP övülür, gık çıkarmazlar. Türkiye solcusunun Marksizmi sahih ve sarih anlamda fakihlik. Tutucu, kalıp tekrarcısı, küçük insanları kandırmaya yönelik. İktidar karşıtı görünüp çaktırmadan küçük iktidarlar kuran, bunun için radikal bir söylemin altında küçük küçük çıkar hesapları yapan ülkemiz soluna cuk oturan bir fakihlik. Bunların sahte düzeyleriyle her koşulda hesaplaşmaya hazırız... Dedim de kendimi pek ciddi buldum. Maskaralığa karşı en iyi cevap dalga geçmektir, ironidir. "Dir" leri de boşver, nereye giriyorsa oraya gitsin. Kaan A.
24-08-2015 12:32 (8)
Taylan Kara'nın Türk Üniversiteleri ile ilgili düşünsel olarak gericilik üretiyor saptamasına katılıyorum, bence sadece edebiyat değil tüm alanlarda gericilik üretiyor. Cumhuriyet internet sayfasında yeni bir haber; "Can Yayınları’nın katkılarıyla, Erdal Öz anısına her yıl bir şaire ya da yazara verilen edebiyat ödülünün sekizincisine Kafamda Bir Tuhaflık romanıyla Orhan Pamuk layık görüldü." Ödülün kime verildiğine şaşırmadım da; Jurideki bir isim beni çok şaşırttı açıkçası. "Turgay Fişekçi" ismi. Kaan Arslanoğlu bir şeyler söyler mi diycem ama ne desin daha. Saygılarımla. Recai Kulaksız
24-08-2015 13:22 (9)
“piyasa “eleştirmeni”, eleştirmen değil, çok satan kitaplar için bir “talep yaratma memuru”dur. İşi budur ve işini yapmaktadır!” Bu tip olayların iyi bir yanı aranacaksa (ben aradım buldum :) ): Türkiye’deki kitap okuma oranını yükseltiyorlar… Onların yazdıkları kamu oyunda daha çok tartışılıyor. Onların eleştirileri kamu oyunda daha çok prim yapıyor. Halkımız onların sayelerinde tartışmalara katılıyor.İlla iyi bir yan bulacağım ya ! :) nebil
24-08-2015 15:16 (10)
Habertürk'te fazla maden suyu içmek zararlı diye haber yaptıkları için işten kovulanlar gibi kitaplara ilişkin olumsuz eleştiri de bulunamazlar sadece övebilirler. Bu gibi eklerde kitap eleştimenin görevi kitabın reklamını yapmaktır. Reklamını yapar kitabın satışını arttırır. Ek bu yayınevlerinden ya reklam alır ya da bu reklam içerikli yazılar için para alır. Murat Belge'de aynı mantıkla gazetecilik yapıyor. Kimin finanse ettiği de ortada. Yazdıkları yazıları ciddiye almamak lazım. İlaç firmasından reçete karşılığı promosyon alan doktor,yayınevinden yardımcı kitap satışı için para alan öğretmen neyse onların ki de o hesap. Bu şekilde bir ilişki olduktan sonra o kitabın ya da o ilacın ne olduğunun bir önemi kalmıyor. Bu yazarlar da aynı şekilde. ç.
24-08-2015 15:16 (11)
Ülkemize neskafe ile giren süt tozu denen bi zımbırtı vardır bilirsiniz. Gerçekte süt tozu değil çoğu soya'dan mamul bir kimyasaldır ki gavur buna whitener der. Bu abiler de edebiyat dünyasının whitenerları gibi yazarın-kitabın acısını, berbat tadını kırıyor, yumuşatıyorlar adeta. mh
24-08-2015 15:22 (12)
Solcuların marksizmi entelektüel fakihliğe benziyor benzemesine ama daha çok entelektüel fakırlığa benziyor dedi bir dost. Onaylıyorum. Kaan A.
24-08-2015 15:29 (13)
Merhaba; "Kral çıplak" ya da "Kulakları eşek kulağı" diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Ama sadece bu; istemek. "Bağırıyorum" yok. Çünkü bağırtmaz bunlar. Bunlar: Tezgahı, tezgahta tablası, tablada malı, malın yanında adamı, adamının parası, pazarı piyasası olanlar. Yuh size; hepinize. Bunlar'ın yüzünden bir ağız tadıyla estetik tadamadık. Hep bayat, hep küflü şeyler...Saygılarımla, Miyase Aytaç Yılmaz
24-08-2015 15:50 (14)
Değerli Taylan Üstadım, yazdıklarına bütünüyle katılıyorum. Bu kitapla ilgili övgüler için aynı prof.un adını da geçirerek vaktinde ben de bir yazı yazmıştım. İlgilenenler için bağlantısını vermeyi yararlı buldum. Selamlar.B. Sadık Albayrak http://www.gercekedebiyat.com/haber-detay/ahmet-altanin-son-kufur-roman-i-selim-aydin/941
24-08-2015 17:10 (15)
Anaaa, Sadık Albayrak siteyi okuyomuş. Hatta yorum bile göndermiş. Şaşırdım. Bi yaşıma daha girdim. Ay inanmıyorum, ay inanmıyorum. A.y.a. inanmıyorum.
24-08-2015 18:55 (16)
Sevgili Turgay Fişekçi'den cevap geldi. Aynen şudur: "Erdal Öz Ödülü Seçiciler Kuruluna 2011 yılında girdim. Seçiçiler Kurulunda bulunduğum geçmiş dört yıllık dönemde Şavkar Altınel, Murathan Mungan, Cemil Kavukçu ve Küçük İskender ödül aldı. Bu yıl ise benim ödüle aday gösterdiğim yazarlar, Ülkü Tamer, Refik Durbaş ve Uğur Kökden'di. Ancak altı kişilik seçiciler kurulu Orhan Pamuk adı üzerinde anlaşma sağladı." Evet, cevap böyle. İçime biraz su serpildi. O da acaba bir akşamda Pamukçuk mu çıkardı diye düşünmüştüm Semih Gümüş gibi. Kendisine sevgi, saygı selam gönderiyorum. Hiç ödülsüz, jürisiz günlere. Kaan A.
24-08-2015 22:36 (17)
Onur Bilge Kula AKP hükümetinin kültür bakanlığı kütüphaneler genel müdürlüğünü yapmıştır. Tıpkı Doğan Hızlan gibi pabuçlarımızın solcuları ile hükümetin kültür-edebiyat-sanat işleri arasındaki ideri-mali trafiği yönetmiştir. Onun içindir ki Cumhuriyet'te dokunulmazlığı vardır. İdeolojik orta alanı bu şekilde istediği gibi yöneten AKP'ye siyaseten herkes karşıdır... Göyaaa. AKP'nin bir türlü gitmememesinin ana sebeplerinden biri pabuçlarımızın solcularının ileri gelenlerinin iyi mamalanmasıdır. Cumhuriyet'in, Birgün'ün, İleri Haber'in vesairenin keskin AKP karşıtı yazarları nedense bu ilişkileri söylendiği, hatta suratlarına vurulduğu halde bilmezler.
25-08-2015 04:13 (18)
Sayın 17 numaralı yorumcu, Cumhuriyet, Birgün, İleri Haber diye saymış. Onlara ne kadar kızabiliriz ki? insanbu'da yazılarını okuduğumuz yazar bile Doğan Hızlan'ın seçiciler kurulunda olduğu yarışmanın jürisine katılabiliyor. Bu durumdayken Onur Bilge Kula'yı ne kadar eleştirebiliriz?
25-08-2015 04:13 (19)
Serdar Özkan diye bir yazar var. Kayıp Gül diye bir kitap yazdı. Türklerin Küçük Prensi, Uluslararası Bestseller diye diye çok güzel pazarladılar. Yazarı ve yayınevi epey para kazandı yani. Yalnız romanın tanıtımında şöyle bir ifade geçiyor: "Çok başarılı, masalsı bir roman." Bunu diyen kişi kim biliyor musunuz? Türkiye'nin ilk kültür bakanı, Princeton'da falan hocalık yapmış, Bilkent Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Talât Sait Halman. Murat Belge'yi, Onur Bilge Kula'yı geçtim, Amerika'nın, Türkiye'nin en iyi okullarında, en prestijli bölümlerinde hocalık, idarecilik yapan bir insan nasıl olur da böylesine pespaye bir kitap için çok başarılı, masalsı bir roman der?
25-08-2015 04:20 (20)
Sayın 18, fark şurada: Biz bunları açık açık konuşabiliyoruz. Zaten tek konuşan biziz. Küçük bir fark değil mi :)) Sayın 19, siz bu ülkede CIA'nin siyasi faaliyetlerini duymuşsunuzdur, ideolojik ve kültürel alandaki, medyadaki faaliyetlerini de duymuşsunuzdur. Ayrıyetten Talat Sait Halman'ın kim olduğunu da burada yazdık. Nihayetinde 12 Mart cuntasının bakanıdır, sıkı ABD cidir. Ayrıyetten medya içindeki CIA bağlantılı gazeteciler haberinin de üstünde durduk. Tüm sol eibirliği ile bunu kapattı. Çünkü yakın dostları, kendi içlerindeki bazı insanlar kuşkulu. K.A.
25-08-2015 14:28 (21)
Allah aşkına Sayın 20 numara, T. Kiremitçi'yi övmenin CIA'ya veya AKP'ye ne faydası dokunacak? CIA zekidir herhalde bu isimlerin Türkiye'de alay konusu olduğunu biliyordur. Entelektüel camiada herkesin dalga geçtiği Kayıp Gül gibi bir kitap için çok başarılı, masalsı demek neticede sizin akademik ve entelektüel saygınlığınızı, ciddiyetinizi, prestijinizi sarsan bir olaydır. İstediğiniz kadar CIA bağlantılı veya AKP bürokratı olun. Ömrünüzün elli yılını harcadığınız bir akademik, bilimsel kariyeriniz varken, üniversite ortamında çoğu hocanın dalgasını geçtiği T. Kiremitçi, A. Altan gibileri abartılı överek kendini küçük düşürmenin izahatı yok. Kula'nın 700 sayfalık kitabı kötü olabilir ama herhalde birçoğumuzdan daha iyi Bloch, Benjamin, Lukacs, Brecht biliyordur. Bir insan hem Brecht'i hem Tuna Kiremitçi'yi nasıl sevebilir? Apayrı dünyalar değil mi? Bunun psikolojik, psikiyatrik açıklaması nedir? Yani Adorno okuyan biri Ahmet Altan'dan nasıl zevk alabiliyor?
25-08-2015 14:35 (22)
Sayın 21, lütfetseniz de kim olduğunuzu bilsek. Ben 20 numara değilim. Kaan Arslanoğlu'yum. Bu konularda pek çok makale (100 den fazla) ve birkaç kitap yazdım. Siz hala bana 20 numara diyorsanız ve onca ettiğim sözü, kitaplar dolusu açıklamayı 20 nolu kutu içinden çürütmeye çalışıyorsanız sorun buradadır işte. Elbette CIA faaliyeti işin sadece küçük bir parçası. Talat Sait Halman vb soruldu ondan dedim. Ama sizin yaklaşık 20 yıldır tartıştığım şeylerin birine bile isabet etmemeniz tam da CIA faaliyeti sonudur. Tabii tamamen değil, belki yüzde 20 hissesi vardır bunun. Türkiye'de TV'lerde ve Gazetelerde halka seslenmenin yolu cidden bilinçli ve planlı bir çalışma sonucu kesilmektedir. Bunun yüzlerce örneğini görmüş olmanız icap eder. Tabbi her şey komplo değil. Esas neden İNSAN BU. Türkiye aydının ve (birçok başka ülke aydınının öküz-insan-aydın olması ana sebep. Öküzlerden özür dilerim, onlara hakaret gibi oluyor. K.A.
27-08-2015 16:34 (23)
Serdar Özkan hakkında yazılan şu incelemeyi çoğu kişi bilir: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12887668.asp buna ilaveten ben şahsın hayal ürünü ögelerle bezenmiş bir tanıtım için iyi bir ajansla anlaşıp sağlam para döktüğünü, yayınevinin tanıtım işine hiç karışmadığını biliyorum. Hatta yayın evine bütün bu palavralara nasıl göz yumuyorsunuz dediğimde mahcubiyetle tebessüm etmişlerdi. A.K.
27-08-2015 21:18 (24)
Adam yemeklerini çok sevdiği esnaf lokantasına girdi. Yemeklere baktı. Tas kebabı dedi. Yanına pilav. Türlüye baktı, "pehhh!" dedi, "Bu da mı yemek?" Yandaki masada oturan iki kişi onu izlemişlerdi. "Yemekten anlamıyor" dediler, burun kıvırdılar. Birisi dedi ki: "Hadi, sıkıyosa 28 no.da yapılacak yorumun meseleye nasıl da dar baktığını izah et!" Öteki adam masasında yemeğini yerken su mu çacık mı o an kafa karışıklığını çözmekle meşguldü. "Ah bu hoşaf kıvamlı solcukar!" diye mırıldandı. Zira onların liberal solculuğu... H.Selvi
29-08-2015 07:06 (25)
Edeb’in Ede-bi(y)at’ı ve Edebiyat’ın Edeb’i Üzerine 1. Her insan eylemi kendi edeb’ini ve kendi edebiyat’ını yaratır. Yaratır diyorum çünkü ne “edeb” ne de “edebiyat” verili/hazır değildir. Küçükken, olayları/olguları anlama ve anlamlandırma becerimin yetersizliğinden olsa gerek, “edeb”sizlik etme sözünü çokça işitirdim. “Etme” dendiğine göre etmemem gereken bir şey olduğunu hemen anlardım ancak “neyi etmemem” gerektiğini anlayamazdım. Öyle ya, bana “etme” diyenler benden yaşça ve “akıl”ca büyük olduklarından neyi etmemem gerektiğini benden daha iyi biliyor olmalılar diye düşünürdüm. Düşünürdüm düşünmesine de yine de şu soruyu sormaktan kendimi alıkoyamazdım. Acaba, herkesin, neyi “etme”sini veya “etmemesi”ni belirleyen bir kurallar/eylem kitabı mı var? Sonraları, yaşça ve akılca biraz daha büyüdükten sonra yani, bu “edeb” dedikleri şey ne ola ki diye düşünmeye başladım. Sözlük kullanmayı ilk kez bu sözcüğün anlamının ne olduğuna baktıktan sonra öğrendim.
29-08-2015 07:07 (26)
Edeb’in Ede-bi(y)at’ı ve Edebiyat’ın Edeb’i Üzerine 2. Hangi sözlük olduğunu hatırlamıyorum şimdi. İnsan işte: küçükken bilmiyor, büyükken hatırlamıyor. Bilme ve hatırlama arasında ince bir çizgi var sanırım. Platon buna anımsama diyordu. Anımsama dediğine göre önceden biliyor olmam gerekir. Yani “kavram” zihnimin bir köşesinde olmalıydı. Ama küçük olmaktan olsa gerek “edeb” kavramının anlamını ortaya çıkaramamış ve bir sözlüğe başvurmuştum. Şimdi o sözlüğü bulamayacağıma göre “zihni”ne güvendiğim Türk Dil Kurumu’nun web sitesinden edeb kavramının anlamına baktım. Şöyle tanımlıyor: Toplum töresine uygun davranma. İyi ahlak, incelik, terbiye. Bu satırları okuduktan sonra dışarı çıksanız önünüze ilk çıkan yeni yetme birini çevirip “töre” nedir diye sorsanız ne cevap alırsınız?
29-08-2015 07:08 (27)
Siz sormadan ben yine Türk Dil Kurumu’na danışayım. Töre: 1. Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet. 2. Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap. Edeb kavramının anlamını öğrendikten sonra içimi bir korku saldı. Meğerse ben ne büyük bir suç işliyormuşum. Hem ahlaksızmışım, hem incelikten yoksun hem de terbiyesizmişim. Daha da kötüsü yerleşik davranış ve yaşama biçimlerine, kurallara, görenek ve geleneklere aykırı biçimde eylemde bulunuyormuşum. Tüm bunların hepsini tek başıma yapıyormuşum da benim haberim yokmuş. Haşa!! Ne haddime benim. Ama, içten içe de şuna sevinmedim değil hani. Neyse ki büyüklerimiz benim yaptıklarımı yapmıyorlar. Bana öyle dediklerine göre, en azından onlar “neyi etmemeleri” gerektiğini biliyorlar. Yaşasın büyüklerimiz.
29-08-2015 07:12 (28)
Edeb’in Ede-bi(y)at’ı ve Edebiyat’ın Edeb’i Üzerine 3. İncelik demişken; edeb’imiz ne kadar ince acaba? Her insan eylemi kendi edeb’ini ve edebiyat’ını yaratır dedik. O halde incelik kendini eylemde gösterir. İnceliğin ölçeri eylem yani; söylem değil. İnsan söyler. Söylemek değil, eylemek mesele. Söylemle eylem arasında hem bir “ince” çizgi hem de bir “incelik” var. Olmalı değil var diyorum. Çünkü görmese de herkes hayatında en azından bir kez hem çok seven hem de çok sevdiği için sevdiğini öldüren birini duymuştur. Yani çok sevmekle çok sevdiği için öldürmek arasında “ince” bir çizgi var. İncelik de tam da burada, aynı şey hakkında kendini gösteriyor: Sevgi’de. Çok sevmek değil çok sevgilemek gerek. Sevgiyle eylemek yani. Edebiyat hem söyler hem eyler. Edebiyat’ta söylem ile eylem aynı kaynaktan beslenir: İnsandan. İncelik adab’a uymaktan geçer. Yani incelik hem edeb’in hem de edebiyat’ın varlık koşulu. Çünkü her ikisinin de kökünde adb var. Her ikisi de aynı kökten ortaya çıkar. Köklerin
29-08-2015 07:09 (29)
Edeb’in Ede-bi(y)at’ı ve Edebiyat’ın Edeb’i Üzerine 4. İnsan yaşamı küçük bir iğne deliğinden geçen bir ip kadar ince. Yaşamın ince'liği eylemin inceliklerini perdelemesin. Edebiyat dil ile söyler; söylemin dil'i eylemi görünüşe çıkarır. Değerli okurlar: Dil'inizi ve söyleminizi eylemin inceliklerinden mahrum bırakmayın. Saygılar, Eray YAĞANAK
29-08-2015 11:15 (30)
“Kötülükten ancak kötülük çıkar. Bayağılık insan ruhunu öldürür. Elbette, çok gelişmiş milletler, kötülükten de birşeyler çıkarıp, onu az gelişmiş milletlere ihraç etmek yolunu bilmektedirler. Kötülüğü rasyonalize edip, ya da sanat eserlerinde dondurup, hayata ait bir canlılık bulmaktadırlar kötülükte. Burada, tek korunma yolu, kötülüğün üstünden akıp gitmesini sağlamaktır. Benim gibi, az gelişmiş bir ilkokul öğrencisinin de başarabileceği tek şey buydu. Kötülüğe kayıtsız kaldım; ona içimde yer vermedim. Kara ekmeği yemek zorundaydım; ama kötü şiiri okumadan da yaşayabilirdim. Sınıfta tahtaya kalktığım zaman, gene, şiirleri en iyi ben okuyordum; çünkü öğrenmiştim en çok bağıranın en iyi şiir okumuş sayıldığını. Ve, öğretmenin bu zayıf tarafını keşfeden tek akıllı öğrenciydim." Tutunamayanlar-Oğuz Atay
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210613
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.