Azrailin mesaisinin çoğunu Paris’in yoksul semtlerinde harcadığının Villermé tarafından bilimsel (istatistiksel) olarak kanıtlanması üzerinden neredeyse iki yüzyıl geçti (1). Geçtiğimiz iki asır boyunca toplumcu hekimler sağlığın toplumsal belirleyicilerini gün yüzüne çıkartmaya çabaladılar. Bu çabalar kapitalist tıp tarafından sürekli baltalandı
Yazar büyüğümüz Ali Dilber'in bize yönlendirdiği aşağıdaki e-posta ve onun altındaki belge çok anlamlı. Karma eğitime karşı sapık-sapkın düşüncelerle 100 yıl öncesinde nasıl başa çıkılmıştı? Fotoğraf: Şems-ül-mekatip’in 1913 yılında yerleşik bulunduğu Küçükçamlıca’da Kamondo Köşkü’nün bahçesinde açık havada (open air
Sanatçıların sanata nasıl başladıklarına dair sorusuna verdiği yanıt nasıl hep “çocukken” oluyorsa, Mürekkepbalığı dergisinin çıkış öyküsünün yanıtı da hep aynı: “Birkaç arkadaş bir araya geldik...” Evet bu kez de birkaç arkadaş bir araya geldi ama bu kez farklı
Her birimiz dünyaya ebeveynlerimizden aldığımız ve bizi birbirimizden ayıran genetik şifrelerimizle geliriz. Bu şifreler içinde bizi biz yapan fiziksel özelliklerimiz yanında sağlığımızı belirleyen kimi etmenler de vardır. Diğer yandan insanlar yaşlandıkça gençlik yıllarında sahip oldukları sağlıklarını yitirmeye
“Vasat edebiyatı” kavramı, sadece kötü yazılmış ya da başarısız eserleri tanımlamamaktadır. Kötü yazılmış olmaları, bu türden “edebiyat” için bir kural olsa da “vasat edebiyatı” kavramının toplumdaki işlevi ve iktidarla ilişkisi, en az içeriği kadar önemli ve belirleyicidir. Bu yazıda
Sözcükler dergisinin Kasım-Aralık 2013 tarihli 46. sayısında Emin Özdemir, “Kirli Ağustos” başlıklı yazısıyla, yaşadığımız günlerin gelişmelerine edebiyat penceresinden bakıyor.
Uğur Kökden, “Savaş Karşıtı Yazarlar” adlı yazısında okurunu savaş karşıtı yazarların yapıtları arasında bir gezintiye çıkarıyor.
Gürsel Korat, “Aynadaki Kedi”de edebiyatın
Dünya Diyabet Haftası nedeniyle Düzce Diyabetik Çocuklar Derneği farklı bir model uygulama gerçekleştirdi: Batı Karadeniz-Doğu Marmara’yı kapsayan bir “Gezici Diyabet Etkinliği”. Bu konuda Dr. İlknur Arslanoğlu ile konuştuk.
İnsan BU: Nasıl bir uygulama oldu gezici etkinliğiniz?
İlknur Arslanoğlu: Düzce Üniversitesi’nin
Yazarımız Şule Süzük’ten anlamlı bir eser: Orhan Pamuk romanlarındaki kadınlar hakkında sosyalist-feminist açıdan ciddi bir inceleme Kalkedon yayınlarınca kitaplaştırıldı. Okumanızı öneririz. Kitap hakkında ilk tanıtım yazısı aktuel.com.tr de yayımlandı. Size bu yazıyı aktarıyoruz:
Pamuk Kadınlar, Orhan
Ceyhun Balcı’nın “Suya Yazılar” adlı kitabı Zeus Kitabevi Yayınlarından çıktı. Bugün çoktan unutmuş olduğumuz ama olay sıcak iken hepimizin üzerinde bir şeyler söylemeye niyetlendiğimiz birçok gelişme ile ilgili yazdığı ve basında yer almış olan düşüncelerini toplamış bu kitapta Ceyhun
Emekli yazar, müteveffa edip Kaan Arslanoğlu’nun anısına 19 yıl önceden bir makalesi. Aralık 1994’de yazdığı bu fıkra İnsancıl Dergisi’nin Ocak 1995, 51. sayısının kapak yazısı olmuş: “İhtiyaçların giderilmesi konusunda hiç çekinme, hatta isteklerini artır. Bugün herkesin dilinde bu var. Özgürlük böyle anlaşılıyor.
Okumak yerine yazıyor.
Aslında "paylaşıyor" demek daha doğru belki de.
Mikro blog sitesi twitter, borsadaki ilk işlem gününde açılış fiyatını neredeyse ikiye katlamış.
Facebook'u en çok kullanan ülkelerin başında geliyoruz.
Youtube'a yüklenen videoların izlenme sayılarına, facebook'a yazdığı yazıya gelen "like" sayısına
(Nihat Ateş’in Çöküş Romanları kitabından kısaltılarak alınmıştır. )
*Filozof: Ama büyük egemen sınıfların çöküşünden daha zengin, daha önemli, ilginç ne olabilir ki? B.Brecht (Hurda Alımı)
** Kendini bütünüyle yalan yazmaya veren insan aklının ve yeteneğinin terk etmesi ne yüce
1. Yazı: Toyata Reklamında Ramiz Dayı Esintisi (blog.reklam.com.tr) Yandaki fotoğraf da aynı haberden / 2. Yazı: İnsanın İki Türü (Taylan Kara - Vasatlığa Giriş Dersleri kitabı)
Ekim Devrimi üzerinden 96 yıl geçti. Bu yazıyı kaleme almaya karar verdiğimde şöyle bir düşündüm, neredeyse 14–15 yaşımdan beri Ekim Devrimi’nin yıldönümlerini kutlamışım…
Ekim Devrimi ile ilk kez yetmişli yıllarda lise sıralarında tanıştığımı anımsıyorum. O yıllarda böyle “önemli” günler çok büyük coşkuyla kutlanırdı.
Biyolojik bilimler fizik, matematik gibi tartışılamaz kaideler ve araştırmalar üzerinden yürüyemiyor. Sağlık bilimleri ile uğraşanlara ilk yapılan, ilgili fakülteye girmek için sınavda çözmesi gereken soruların büyük kısmını oluşturan fizik, kimya ve matematiğin unutturulması; ardından biyoistatistik biliminin yüzlerine vurulması. İstatistik
“Ahmakça sorular” dizimiz devam etmeyecek ne yazık ki değerli okur, bu ikincisi ve son. Ahmaklığım giderek arttığından sanırım bundan böyle soru soracak kadar yoğunlaşamayacağım. Soru denince sol geldi aklıma. Kafam yine dağıldı ve ardından “neden Çulhaoğlu” dedim kendime. “Daha önce
Almanya’nın ünlü Wolfgang Abendroth ekolünden gelen, inadı ve verimliliğiyle ünlü komünist siyasetbilimci Prof. Dr. Georg Fülberth... 1939 doğumlu devrimci bilimadamı, devrimci durum dışındaki zamanlarda marksizm ve devrimci teorinin görevleri üzerine sorularımızı, bu toplantıdaki konuşmasıyla harmanlayarak yanıtladı.
Bazı sosyalist örgütler sanata ve kültüre ilişkin konuları “sanat sepet meselesi” olarak küçümsüyorlar. Siyasetin önceliği ve belirleyiciliği bütün öteki alanları geriye itiyor, giderek gereksiz bir yük haline getiriyor. Oysa siyasetin içinde kendini varedeceği bir kültüre gereksinimi var. Daha da
(Nihat Ateş’in Çöküş Romanları kitabından kısaltılarak alınmıştır.)
“Vasat Edebiyatı 101” başlıklı yazı dizisi için, Türkiye’ye hakim edebiyat anlayışı içerisinde malzeme bulmak ne kadar kolaysa, bu “sanat anlayışı”na karşı tezler geliştiren metinler bulmak da bir o kadar zordur. Çünkü bu türden
İnsan Bu'da 47 "Tıp BU Değil" haberi, yazısı yayımladık. Tek biri soL'a girmedi. Başka şey demiyorum, sadece bu "yalan" yanlış TTB bildirilerine bir bakın, bir de bizdeki haberlere. Vaktiniz yoksa, sadece dünkü makalemizi okuyun ve cinayetin boyutunu, işbirlikçiliğin kanıksanmışlığını
*Dünyada ve ülkemizde meslek hastalıkları salgını kimler tarafından gizlendi?
*Bu salgının gizlenmesinde ILO-WHO başta olmak üzere uluslar arası; ÇSGB-SB-Üniversiteler-TTB-işçi ve işveren sendikaları vb dahil ulusal kuruluş ve güçlerin rolü ve sorumluluğu nedir?
*Bu alanda çok ciddi ve
"Ey pijamalı, eli kumandalı! Senin sabahtan akşama kadar osura osura televizyon karşısında durduğun yıllık izin gününde, 140 yıl önce Paris barikatlarında ölenlerin hakkı var. TV’de her gördüğünde yedi sülalesine küfrettiğin kişilerin hakkı var evde geviş getirerek geçirdiğin bu zamanda…
Geçtiğimiz günlerde tıp alanında çok önemli bir kitap yayınlandı: Kapitalizm Sağlığa Zararlıdır.
Sakın yanlış anlaşılmasın, bu kitabı önemli kılan içeriği değil. Örneğin içinde kanser tedavisine ilişkin yeni müjdeler yok... sizleri daha fazla merakta bırakmayayım: kitabın önemi yazarlarından kaynaklanıyor. Türkiye’de
Türkiye’de sol 1970’li yıllardan beri daha geniş toplumsal kesimlerle bir araya gelmek ve toplum içinde meşruiyet kazanmak için yerel meclisler oluşturmaya, sendika, meslek odası ve demokratik kitler örgütlerinde örgütlenmeye çalışıyor. Bu girişimler arasında en başarılı olanlar 12 Eylül öncesinde
SOL’da yazarken bir şeyi hissederdim. Bu çevrede sanat konusunda bir dik duruş, bir sağlamlık kendini hemen gösteriyor, ne ki rahatsız edici bir cereyan da ara ara insanın sırtına, ensesine vuruyor, bayağı bir ürpertiyor. Piyasacı, liberal bir cereyan; sağıma bakardım,
Şüphesiz sağlık olayları içinde en dramatik olanı ölümdür; özellikle de vakitsiz ölüm... Diyalektik düşünce, insanın ana rahmine düştüğü veya diğer bir deyişle yaşamaya başladığı andan itibaren ölmeye de başladığını söyler. İnsan hayata adım attığı andan başlayarak hem yaşama, hem
Din konusu üstünde biraz fazla durduğunuzda kuşkuları üstünüze çekiveriyorsunuz. "Ne o yoksa dindarlaşıyor mu, dönüyor mu?" Namaz kılmaya başlayarak dönenler hani az da sayılmazlar. Dinden bahsetmeye tepki gösteren kimi dostlar tümden haksız mı, hayır. Öte yandan iktidardaki riyakarların baskısıyla
Ortaklaşa, belirli bir sıra düzeniyle kitaplar okuyup üzerinde tartıştığımız bir çalışma yürütüyorduk.
O haftaki kitabı tartışmaya tam başlayacaktık ki, kırk yaşlarında bir kadın katılımcı isyanla, "Neden kimse bana bu kitabı 16 yaşında okutmadı?" diye söze girdi.
“Bu kitabı o
Editör Notu: Girdik bir sanal aleme gidiyoruz kıyamete. Siteyi kurduğumuzdan beri önceki deneyimlerimden de biliyorum ki, yoruma açık hale getirirseniz sayfaları, birçok mesaj gelmeye başlayacaktır. Kimi gerçek isimli, kimi rumuzlu, kimi isimsiz. Ara sıra insanlar rumuzla veya imzasız da
1960’lara dek ‘depresyon’ adı altında toplanacak bir hastalık grubu bulunmamaktaydı. O tarihe kadar depresif belirtiler gösteren hastalar için tercih edilen tanı ismi, ‘melankoli’ ve ‘manik depresif’ hastalıktı. Hatta 1950’lerde kullanımına başlanan ve bugün ilk antidepresan ilaç olarak kabul edilen
Editör Notu: Taylan Kara'nın "Vasatlığa Giriş Dersleri" adlı "deneme" kitabı Hayal yayınlarından çıktı. Taylan Kara beğendiğim bir yazar. Çok iyi kurgulu, sürükleyici ve sağlam dilli romanlar yazıyor. Denemeleri de sarsıcı, zekice buluşlarla örülü sert bir insan eleştirisine dayanıyor. Herkesin
Ünlü eleştirmen Gümüş'ün tweetleri ortalığı karıştırdı. Zahit Atam'ın Orhan Pamuk aleyhine yazdığı bir yazıdan ötürü Birgün'den uzaklaştırılması talebini içeriyordu bunlar. Gelişmeler üstüne hemen kendisiyle bir telefon söyleşisi yaptık. Gümüş attığı tevetlere sahip çıktı ve arkasında durdu. Röportaj aynen şöyle
O günlerden sonra
Hani hayallerimizin tuz buz edildiği günlerden sonra
Arkamızdan kendimizin dahi gitmediği
Günlerden sonra
Güvenimizi kaybettik
Ne kadar zor gelse de söylemek kendimize
Yenilginin en çıplak hali olarak karşılaştığımız günden sonra.
Şapkanın küçük geldiği durumdur bu.
“Yerde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşlar da sizin gibi ümmetlerdir. Biz O kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilirler.”
En’am Suresi 38. Ayet.
Geçen yaz bir dostu ziyarete Çamlıhemşin’e gitmiştik. Biraz dolaşalım çevreyi dedik,
Norveç'te ifade özgürlüğünün önde gelen savunucularından Norveç PEN Merkezi, Kral Harald ile Kraliçe Sonja'nın Kasım ayında Türkiye'ye yapmayı planladığı devlet ziyaretini ertelemesini istedi. Eski bir yayınevi yöneticisi olan ve basın özgürlüğünü savunduğu için bir zamanlar ölüm tehlikesi atlatan William